"her şeyi başlatan, yanlış bir numaraydı, telefon gecenin ilerlemiş bir saatinde üç kez çalmış, karşı taraftaki ses birini istemişti, ama o biri kendisi değildi. çok sonra başına gelecekleri düşünebilecek duruma geldiğinde, rastlantı dışında hiçbir şeyin gerçek olmadığı sonucuna varacaktı. ama bu, çok sonra oldu. başlangıçta ortada yalnızca olay ve doğurduğu sonuçlar vardı. mesele, olayın başka türlü sonuçlanmış olabileceği ya da yabancının ağzından çıkan ilk sözcükle birlikte her şeyin önceden belirlenmiş olması değil. mesele, hikâyenin kendisi; bir anlamı olup olmadığını söylemek de hikâyeye düşmez."
(bkz: paul auster)
(bkz: new york üçlemesi) *
'' insanlık, kendini öldüren ilk insan tarafından ihanete uğramıştır. ancak sadece zamanın lehine işleyen zamanla zekasının katili ve kurbanı olan insan, intihar etmeyi utanç verici bulmuştur. ölümsüzlüğün, hayatta kalmaktan geçtiğini öğrendiği için varlığında yamanamaz delikler açarak kendine tecavüz etmeyi öğrenmiştir. böylece insanlığın unutamayacağı ve tanık olabileceği en korkunç gösteri başlamıştır. kendisini hamile bırakan insan kendisini doğurmuş ve bir tecevüz bebeği olarak atasının bıraktığı yerden ihaneti devralmıştır . ''
--spoiler--
silme bir ayışığı köyün koyağını ağzına kadar doldurmuştu.salman taş avlunun köşesinde kıpırtısız duruyor,duyulur duyulmaz bir türkü mırıldanıyordu,bir hoş,bir eski zaman türküsü.
--spoiler--
--spoiler--
mısır'da bir grup aydınla doğu neresidir diye tartışıyorduk.
coğrafik sınırlar, tarihi sınırlar, teolojik sınırlar, truva'dan mı başlar kudüs'ten mi,
yoksa sınırlar aydınlanma çağıyla mı belirlendi, sanayi toplumunun dışında kalanlar mıdır
yoksa ...? tartışma herkesin kafasını karıştırdı ve gülüşmelerle galiba doğu diye bir yer
yoktur denilmeye başlandı.
söz isteyip ayağa kalktım: batı'nın bombaları nereye düşüyorsa doğu orasıdır deyip yerime oturdum. benden sonra söz alanlar evet galiba doğu diye bir yer var deyip lafa girdiler.
evet, ne tarih ne coğrafya, ne din,ne sanayileşme. doğu'nun yerini bize gösteren ve öğreten batı'nın bitmeyen saldırıları ve bombalarıdır .
--spoiler--
--spoiler--
"Bu öylesine kusursuz, öylesine inanılmaz hoşlukta bir cinayet düşüncesiydi ki, Amerika'yı baştan başa geçerken yarı deli gibiydim. Bu düşünce, kimi nedenlerle kafama kırksekizinci yaş günümde takıldı. Neden otuzuncu ya da kırkıncı değil, söyleyemem bunu..."
--spoiler--
--spoiler--
yağmur içime yağıyor. gövdemin ortasında gri bir boşluğa yağıyor. yaşlı adamlar, yaşlı kadınlar arasında oturmuş yeşil tşörtlü Emin orada gözlerimin önünde duruyor. onu sevmemin bir açıklaması olur mu olmaz mı bilmiyorum ama o orada önümde duruyor. sevgimde dürüst müyüm değil miyim bilmiyorum ama o orada önümde duruyor. o orada gri bir sıcaklık içinde, içimde, içime yağan yağmurda duruyor. benim kendisini gördüğümü biliyor. yağmur olup yağıyor. yağmur gözlerine gözlerine yağıyor. yağmur gözlerinde yağıyor. orada öylece yağıyor.
--spoiler--
"Minik ellerin kazdığı, suyun bile içine dolmaktan utandığı masum çukurlara doğru yuvarlanan, aynı anda da zamanı kovalayıp babalarının işten geleceği saatten önce evde olmaları gerektiğini unutturan bilyelerin ahengi öyle güzel sarar ki kırmızı yanaklı bez bebekleri; ebeveynlerin gözünde hiç büyümeyecek olmaları bir yana, birbirlerini gözlerinde ufacık bedenlerinin yorulmak bilmeyen enerjilerinin al al olmuş elmacık kemiklerine yansımalarını görüp gülüşürler..."
--spoiler--
"eve dönmüştü. ame ev sonunda dinğinliğin kazanıldığı sakin liman ya da barışçıl bir yer değildi. hiçbir zaman öyle olmamıştı. daha çok eve ait her düşünce, silik ya da belirsiz olsa da anımsanan her olay onda demir cendereye yakalandığı duygusu uyandırıyordu. vardılar. içeride deviniyorlardı."
--spoiler--
sanırım bir ara yarışması falan da yapılıyordu bunun. sonuçta okurların ilgisini kapak tasarımı ve isminden sonra en çok çekecek olan şeydir, bir edebiyatçının her zaman iyi düşünmesi gerekir.
Bulutlar denizin gri ovasının üzerinde toplanıyordu. Onların ve şimşeğe benzeyen dalgaların arasında gururlu Fırtınanın Habercisi uçuyordu. Uçuyor ve bir kanadıyla dalgalara dokunuyorken, ötekiyle de bulutları yarıyordu. Haykırıyor, bulutlar da Fırtınanın Habercisi'nin çığlıklarını neşeyle dinliyorlardı. Çünkü bu çağrılarda öfke, tutku ve zaferinin içindeki yüce inanç vardı...
şamar öylesine zorluydu ki, on üç yıl sonra kendimi toplayabildim. gerçekten de alışılmış şamarlardan değildi, üstelik bu şamarı atmak için bir kaç kişi birleşmişti.
bir yıldır yattığım conciergeie cezaevinin hücresinden sabah sekizde çıkarıldım... **
"IT is a truth universally acknowledged, that a single man in possession of a good fortune must be in want of a wife."
(bkz: pride and prejudice)- (bkz: jane austen)