Kimsenin bilemeyeceği sadece inanabileceği (iman edebileceği) kavramdır.
insan doğası gereği bir şeylere inanma,tapınma isteğiyle dünyaya gelir. bu dünyanın sonunda toprak olup gitme düşüncesi insanlarda korku uyandırır ayrıca bu dünyadaki hareketler başka bir yaşamın varlığına inanarak daha seviyeli bir hal alır fakat bütün dinler sadece kendilerinin doğruluğunu kabul ettirtmeye çalışır, farklı din seçenlerin ve kendilerine dahil olmayanların cehenneme (hell,Ge-Hinnom,Niflheimr,hades vb.) gideceğini söyler. afrika kabilelerinden birisinde dahi olsanız dini bulmanız gerekmektedir. çünkü tanrı sizden bunu ister belki size peygamber gondermemiştir ama global bir din göndermiştir dünyaya ve siz bu dinden habersiz olsanız dahi onu bulmakla mükellefsiniz, farklı bir din mensubuysanız kendi dininizin yanlış olduğunu anlayıp dininizi değiştirmek zorundasınız, okuma yazma bilmiorsanız teknolojinin bu kadar gelişmediği televizyonun olmadığı zamanlarda yaşadıysanız dahi yinede dini kendi imkanlarınızla bulmak zorundasınız. ne kadar iyi bir insan olduğunuz dinin umrunda değildir o sadece kendi mensuplarını cennete gönderecektir.saf iyilik pek bir anlam ifade etmez onun için,eğer siz o dinin mensubu değilse cehennemde acı çekmek zorundasınız. bu durumda istisnalar tabiki mevcuttur mesela islamiyette çocuklar ölünce araf'a oradan da cennete gider, akli dengesi yerinde olmayanlar üretim hatasıdır onlar içinde cehennem olamaz...
tüm bu sorunlardan sonra aklıma eski biru gelmedi değil müsadenizle sormak isterim bu kadar aydın insandan elbette birisi mantıklı cevap verebilecektir.
bir ailenin üçüzleri dünyaya gelir maalesef biri doğumdan kısa bir süre içinde vefat eder (0-7 yaş), diğer iki kardeş ise 40 yaşına kadar yaşamış bir trafik kazasında ikisi birden vefat etmiştir. bu iki kardeşten ilki ilahi dinlerden birisinin (müslümanlık, hristiyanlık ya da musevilik) mensubu olup dinin bütün gereklerini istisnasız yerine getirmiştir, son kardeş ise ateisttir işleyebileceği bütün günahları işlemiştir.
sorular bu hikayeyi dinledikten sonra kafanızda belirmiştir fakat ben yinede sorayım; çocuk yaşta ölen kardeş dünyadan sonraki yaşamda nereye gidecektir? dindar kardeş nereye gidecektir? ateist kardeş nereye gidecektir?
ilahi dinler çerçevesinde ilk kardeşin gideceği yer araftır orada bir süre bekledikten sonra cennete gidecektir çünkü günahı olmadığı gibi sevabıda yoktur. ikinci kardeş gayet düzgün bir dindar olduğu için cennete son kardeş ise cehenneme gidecektir ilahi dinlere göre.
bu cevaplardan sonra sorular dank etmeye başlıyor...
peki çocukken ölen kardeş yaşasaydı ateist olsaydı nereye gidecekti ?
Cehenneme.
ateist olan kardeş çocukken ölseydi nereye gidecekti ?
arafa daha sonra cennete.
dindar olan kardeş çocukken ölse nereye gidecekti ?
önce arafa sonra cennete.
Peki bu dünya bir sınav ise neden herkes eşit şartlarda sınava girmiyor? neden herkes aynı gelir düzeyinde değil ? neden herkes aynı din mensubu olarak doğmuyor? madem bütün dinleri gönderen tanrı, neden daha önce gönderdiği dinlerin bozulmasına engel olmadı ya da neden her ırka bir peygamber göndermedi ? gönderdiği tüm dinler insanlar tarafından değiştirildiyse son dininde değişmediğini nereden bilebiliriz?
tabiki hiçbirini bilemeyiz dinlere göre bunları sorgulayamayızda... Son olarak şu özdeyişle sorulara bir nebze cevap olabilirim sanırım. Eğer ahiret varsa biz buna inanmazsak cehenneme gideriz, eğer ahiret yoksa inansak dahi kaybedeceğimiz bir şey olmaz ölürüz ve herkes gibi toprak oluruz. kısacası inananlar maçı 1-0 kazanıyor.
cahil kesimin 'ahiret yoksa ve inanıyorsak kaybedeceğimiz bir şey yok fakat ahiret varsa inanmayanlar kayebedek' gibi ilkokul zeka düzeyinde saçma bir savunma yaptığı kavram.
bu tartışma yıllar önce amerikada yapılan konferanslarda cevaplandı. ayrıca richard dawkins bu tartışmayı god delusion kitabında en basit şekilde anlattı fakat cehalet mutluluk olduğundan kimsenin haberi yok.
"ahiret yoksa ve inanıyorsak kaybedeceğimiz bir şey yok fakat ahiret varsa ateistler cehenneme gidecek" düşüncesine cevap şudur:
evet belki tanrı vardır ve böylece ahirette, fakat bu ahiretin ve tanrının sizin taptığınız tanrı olduğunu nerden biliyorsunuz? ya gerçek tanrı bugün kitapları olan dinlerin tanrısı değilse, ya bir japon tanrısıysa? ya denizde yaşayan ulu cuvcuv ise? ya aslında o çok ünlü zeus ise? kim kanıtlayabilir ki hangi tanrının gerçek olduğunu?
sonuç olarak eğer bir müslüman veya hristiyan öldüklerinde inandıkları tanrı ile değil de, zeus veya cuvcuv ile karşılaşırsa ne olacak? bu tanrılar, müslüman/hristiyan kişisi sahte bir tanrıya taptığı için onları cehenneme atacak. fakat bakarsak ateistlerde tanrı düşüncesi ve bunun hiçbir türevi yoktur; yani 'no harm no foul' bilindik bir şekilde anlatmak gerekirse...
şimdi soruyorum: bir tanrı; sahte tanrılara tapıp, kendisini inkar ederek yaşayan kişileri mi cehenneme gönderir yoksa tamamen tarafsız ve ilgisizce hayatlarını yaşamış kişileri mi?
en büyük hazine. ona sahip olmayanların, sahipmiş gibi yapanların durumuna bakıldığında "hakkıyla sahip olmanın" değerinin daha fazla anlaşıldığı şey. ya "hep" ya "hiç" olduğunuzu belirleyen şey.
gökten geldiği ve kutsal olduğu iddia edilip kabul edilen kitapları insanların manevi his ve duygularını istismar amaçlı, aslında olmasa olmazdı diyebileceğimiz bir oluşum.
insanların çok eski zamanlarda doğaya karşı hissedilen korku, güçsüzlük ve çaresizlik durumunda zamanla ortaya çıkmış ki evet doğayla baş edilmez doğru bir oluşum diyebiliriz bi yerde. aslında rüzgar, ateş ve ağaca tapmaktan günümüze kadar sadece model ve form değişerek gelmiş tapınma ihtiyacını karşılayan insanı psikolojik olarak rahatlatan kendine telkin vererek daha güçlü hissederek aslında yalnız olmadığını düşünmesine sebep olan inançlar bütünü.
dogmatik oldugundan üstünden kolayca siyaset yapılabilecek oynamaya acik kavramdir.körükörüne kabullenmeyen mantıklı düsünerek arastiran insan bu oyunlara gelmez.
2:9 'Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar'.
din, inançtır. ister inan, istersen inkar et aslında bir şeye inanıyorsundur. belki allah'a inanıyorsundur, belki de allah'ın var olmadığına. ki var olmadığına inanıyorsan da bir şeye inanıyorsun, yok olduğuna. sözlükte veya hayatta herkes birbirini sebepsiz yargılıyor, belki inanmak veya inanmamak için sebepleri vardır insanların. bunu, o insanla konuşmadan bilemez kimse. ve herkesin inancı kendisinedir. bu yüzden de ister müslüman,ister hristiyan,ister yahudi, ister atesit, ister budist, isterse herhangi bir şeye inanan ya da inanmayan herkese saygı duymak gerekir. ki insan olmak zaten saygıyı gerektirir, bu konuda kimsenin kararı diğer insanları ilgilendirmez.
değişen dünya şartlarına ayak uyduramamasıyla nam salmış düşünceler bütünü.
çünkü değişimi ve gelişimi doğasına aykırıdır, tabiatı gereği sabit ve katı olur. değiştirildiği takdirde inanç sistemi tümden sarsılacağı için ilk günkü gibi kalmak zorundadır.
bunun aksine insan bilinci sabit kalmaz. toplumlar sayesinde sürekli değişir. bilmem kaç bin sene önce pipisini tuttuğunda "doktor bu ne" diyen adamlar şu anda uzaya uydu fırlatıp durmakla meşguller. insan bilincinin ve zihninin büyük bir hızla geliştiğini hiçbir din alimi ya da bilim adamı inkar edemez.
savaş da burada başlamaktadır. bir tarafta bilincin toplumsal gelişiminin ve değişiminin su getirmez gerçekliği, diğer yanda da kalplerde yeşeren imanın sabitleşmiş sarsılmazlığı..
ortak noktada buluşulması ise şu küresel bilinç seviyesiyle çok zor gibi gözükmektedir. şiddet herkesin kullanımına açık bir müessese haline gelmiştir. birileri uygulayınca yasal, diğer birileri uygulayınca tü kakadır. o yüzden kullanımında bir abes görülmemektedir.
insan bir zamanlar küfür olarak kullandığı "hayvan" kelimesiyle yavaşça bütünleşmektedir. bu süreçte bilim de din de; geriye kalan her şey de kutsallığını ve asaletini yitirmektedir. bu durum, yukardakilerin çıkarlarını derinden sarsmaya başladığı an bir çözüm yoluna seve seve gidilcektir elbet. ama yüzyıllarca insan bilincine empoze edilen değişmez sabitler (din, bilim ve diğerleri diyelim yine) yüzünden patronlar s... yutacaklar ve anarşik bir dünyada kıçlarını kurtarmak sahip olabilecekleri tek yüce (!) amaç haline gelecektir.
pis yobazlar yüzünden bilime ayak bağı olduğu sanılan hede. halbuki semavi dinler çoğu zaman bilimi önerir. islam üzerinden konuşursak; ilim çin'de bile olsa gidip alınız hadisi bile yeterli sadece. kuran'daki bilimsel ayetler de cabası. dağların sürekli bir ilerleme içinde olduğunu da kuran, insanlar bunu keşfetmeden yüzlerce yıl önce söylemişti. ama başta da söylediğim gibi, bunların hepsi yobazlar yüzünden bize empoze edilmiş "din bilime ayak bağıdır" fikrinden ibaret.
şu an islam üzerinden konuşuyorum, yanlış anlaşılma olmasın.
islamda kimseyi öldürün falan denmez, hele ki kendine saldırılmadıkça, ve kişisel çıkarların için hiç izin vermez. sadece lanetlidir denir ki neden lanetlendiğini bugün bile görebiliyoruz. milyonlarca kadın, çocuk öldü bütün dünyada, hala da devam ediyor bu katliam. gerçekten bazı dinler çok acımasız, ama islam bunlardan biri değil...
çok bilmişlerin 'hastalık' olarak yorumladığı doktrinler yumağıdır. mesela sigmund freud bunu çocukluktan kalma bir nevroz sonucu olarak nitelemiş. bu durumda herhangi bir dine mensup insanların tüm insanlara oranına bakıldığında sağlam adam eser miktarda var demektir. ayrıca dini hastalık olarak niteleyenlerin de, yine kendi mantıkları çerçevesinde, hasta olmadığını söylemek de mümkün değil.
evrime inanıyorsanız insanların evrimiyle dini ilişkilendirebilirsiniz ve bu durumda insanın şu anki evrim basamağı içerisinde dini, bir çıkmazın, beyinde oluşan aşırı yüklerin bir transformatörü olarak görmeniz gerekir. 'stabil bir zihin yapısı için gelişmiş olmalı' diye düşünülebilir. o halde yine dinle mücadelenin bir manası yoktur.
dine karşı olmanın iki temel nedeni olmalı:
1. 'insanlara doğruyu göstereceğim' düşüncesi.
2. dine karşı duyulan romantik düşmanlık.
dinlere inanmayan, dolayısıyla ahiret veya diğer bir deyişle ölümden sonra hayata inanmayan, ölümün bir son olduğunu düşünen bir kimse, dine eğilimli insan fıtratıyla mücadelesini bir mantık çerçevesine oturtmakta güçlük çekmelidir. çünkü bir birey nasıl yaşarsa yaşasın sonunda bunların hiç bir önemi kalmayacaktır. bu ise o insanın doğruyu öğrenmesiyle öğrenmemesi arasında fark olmadığı anlamına gelir çünkü çabaların sonucu tamamen bir 'hiç'tir. bu durumda 1. sebebi anlamsız buluyorum
gelelim 2. nedene: bu kesinlikle dinle mücadele eden kitlenin neredeyse tamamını oluşturanlan kesimi kapsayan zihin yapısıdır. şu başlık altında din mensuplarının geri zekalılıkla, cahillikle, hastalıkla değerlendirilmesi tamamen bu başlık altına girer. çünkü inanmadığı şeye düşman olmak ancak duygusal aşırılıkla, gereksiz hezeyanla açıklanabilir. eğer dinler yüzünden ölen insanlar, dinler yüzünden acı çekenler buna bir gerekçe olarak gösteriliyorsa, dinsizlik veya bozuk din anlayışları yüzünden ölen yüzlerce milyon insana bakarak ben pek ala kendi dinim dışındakilere can düşmanı olabilirim. bu zihniyet ancak düşmanlık ve kan doğuracaktır ve bozuktur, hastadır.
not: din ile bilimsel gelişimin çatışması gerçek olmakla birlikte çokta güçlü bir etkisi yoktur. çünkü bir insanın yaratıcıya inanması, onun asitle bazı karıştırmasına, sonra tuz oluştuğunu görmesine mani değildir. en radikal dinci devletlerin bile mühendisi, uçağı, elektriği var. bu nedenle bu saçma yoruma bir son verin.
insan evrimini tamamlayıp soru sormaya başlaması ile birlikte gelişmeye de başlamıştır. Gelişen insan, bilimsel anlamda da ilerlemeler kaydettikçe soracağı sorular azalacağına artmıştır. Zaman ilerledikçe geçmişini de merak eden insanın odaklandığı ana noktalar evren ve tanrı olguları olmuştur. Evren nedir? Nasıl oluşmuştur? Tanrı var mıdır? Tanrı, evren ve insan nasıl bir ilişki içindedir? Bu entryde çeşitli görüşler ışığında bu sorulara cevap bulunmaya çalışılacaktır sevgili yiğitler.
Dünya, güneş sistemi içinde, güneşten 150 milyon km uzakta ve güneşe en yakın 3. gezegen olarak yaşamını sürdürmektedir. Güneş sistemimiz, yaklaşık 130 ışık yılı uzunluğunda ve yaklaşık 200 milyar yıldız içeren Samanyolu adı verilen bir galaksi içinde yer almaktadır. Galaksimiz ise yine en yakını yaklaşık 2.5 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan evrendeki milyarlarca galaksiden yalnızca biridir. Samanyolu içerisinde güneşimize en yakın yıldız güneşten yaklaşık 4 ışık yılı uzaklıktadır. Işık yılı kavramını biraz açmak gerekirse; Işık yılı, ışık hızı (saniyede 300 bin km) ile gittiğimizde 1 dünya yılı sonunda alacağımız mesafedir. Bu hızın büyüklüğünü açıklamak için bazı örnekler vermek gerekirse ; ışık hızının onda biri ile bile gidebilsek, ekvator çevresinin dörtte üçünü 1 saniyede kat edebilir, ışık hızının yüzde biri ile gidebilsek de Ankara dan Londra'ya yaklaşık 1 saniye içinde varabiliriz.
Aynı mantıkla güneş ışığı dünyaya 8 dakika sonra ulaşmaktadır. Başka bir deyişle biz güneşe korunaklı bir gözlükle baktığımız zaman, güneşin 8 dakika önceki halini görürüz. Çıplak gözle dünyadan görülebilen ve galaksimize en yakın galaksi olan Andromeda'nın ise yaklaşık 2.5 milyon yıl önceki hali görülmektedir. Hubble uzay teleskopu dünyadan yaklaşık 10-15 milyar ışık yılı uzakta olan galaksileri keşfetmiştir. Buradan yola çıkarak gökbilimciler evrenin yaşını yaklaşık 15 milyar yıl olarak hesap etmektedirler.
buraya kadar tamam mı sevgili dostum? iyi oku o zaman devam ediyorum:
Evrenin başlangıcı ile ilgili olarak çeşitli görüşler olmasına karşılık günümüzde ''büyük patlama (bkz: big bang)'' teorisi daha fazla yandaş bulmuştur diyebiliriz. Bende şu ana kadar bilim ile desteklenebilen alternatif bir görüş olmadığı için bu görüşü benimseyenlerdenim. Büyük patlama teorisi aynı zamanda tanrının varlığı açısından da önemlidir. Patlama sonrası hiçlikten madde açığa çıkmış ise bu gücü yöneten bir gücün olduğunu da kabul etmek zorunda kalırız. Bu güç tanrıdır. Hiçlikten yukarıda tasvir etmeye çalıştığımız büyüklükte bir everen yaratabilen tanrının hata yapması düşünülemez. Tanrı evreni kusursuz ve bütün kurallarıyla birlikte yaratmıştır. Tanrı hatasız yarattığı evrenin devinimine karışma ihtiyacı hisseder mi?. Bir başka önemli konu da şudur ki; Tanrı evreni yaratıp kendi köşesine mi çekilmiştir? Çekildi ise o köşe nerededir? Yoksa evren ile tanrı ayrı ayrı yerlerde değil de, iç içe geçmiş vaziyette midir? Son sorunun cevabı evet ise tanrının evrenin her yerinde olduğu da söylenebilir. Ters mantık ile de, eğer evrenimiz ve/veya başka evrenler de yok ise tanrı da yoktur denebilir. Ancak bu durumda büyük patlamadan önce tanrının nerede olduğunu sorgulamamıza neden olur. Bu yeni durumu da açıklamak için getirilen bir başka görüş ise evrenin patlamadan sonra maksimum şişkinliğe ulaşması ve tekrar büzülerek minimum hale gelmesi ve tekrar patlaması şeklindeki bitmeyen döngüdür. Problem ise bu bitmeyen döngü içinde tanrıyı nereye koyacağımızdır. Acaba tanrı bitmeyen döngüyü başlatıp, kendisi de her bir başlangıçta ayrı bir senaryo içinde evren ile bütünleşmekte midir?
neyse ustalar. ben sizin kafanızı karıştırmadan ve fazla derine inmeden şunu söyleyeyim ki, ''büyük patlama'' ile başladığını kabul ettiğimiz evrenimiz, yaratıldığı an konan bütün kuralları ile birlikte ''hatasız'' devinimini sürdürmektedir. Dünyadan baktığımızda aklın hayalin alamayacağı kadar büyük bir evren içinde güneş sistemimiz, okyanus tabanındaki bir kum tanesinin içindeki bir atom gibidir. Bu kum tanesi atomunun içinde yaşananlar okyanusu ne kadar ilgilendirirse, bu kum tanesi atomunun çevresinde dolanan bir elektron gibi olan dünyamızdaki yaşam da evreni dolayısı ile tanrıyı o kadar ilgilendirir . Bu büyüklük içinde insanın çektiği ''sıkıntılar'' tanrı için ne anlam ifade eder? Eğer insanın çektiği ''sıkıntılar'' tanrı için bir anlam taşıyorduysa , tanrı bu ''sıkıntı''yı baştan engelleyemez miydi? Neden dünyamızda yaşayan diğer yaratıklar sıkıntı içinde değil de insan sıkıntıda? Her gün aslanlar veya diğer yırtıcılar tarafından yenme ihtimali olan zebralar, antiloplar, bufalolar veya yaşam mücadelesi veren diğer hayvanlar değil de neden insan? Nedeni basit. insan: düşünen, topluca yaşamayı bilmeyip de topluca yaşamak zorunda olan, bilinen en bencil yaratık da ondan. Topluca yaşayabilmek için belli kurallar koymayı akıl edebilecek ve kurallara uymayanlara yaptırım uygulayacak kadar da zeki bir yaratık, insan. Kurallar konuldu ve güzel güzel huzur içinde yaşamaya başlanıldı. Peki, kurallara uymayanlara yaptırım nasıl uygulanacak? Tabii ki korkutarak. Canından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan ve baskı ve zulüm ile de ıslah edilemeyen insan etkili ve kalıcı bir biçimde nasıl korkutulacak? Tabii ki ölümden sonra başına gelecek şeylerle. Peki bu korkutmayı kim yapacak? Tabii ki görünmeyen, bilinmeyen tarafla iletişim kurduğunu söyleyen ve mucizeler yarattığına inanılan kişiler vasıtasıyla(bakınız vermiyorum bile).
Dünya tarihinde yukarıda anlattığım mantık çerçevesinde çok zeki ve herkesin mutluluğunu gerçekten isteyen lider vasıflı insanlar toplumlara önderlik etmişler ve bu insanların etkileri günümüze kadar da güçlenerek gelmiştir. Ortalama insan zekasından çok daha yüksek zeka ve akıl seviyesine sahip bu insanlar farklılıkları ile diğer insanlardan bariz bir şekilde ayrı olmalarından dolayı, bir anlamda seçilmişlerdir. Bu insanların ortak tarafı hemen hemen hepsinin aynı coğrafyada ortaya çıkmış olmalarıdır. Bu durum da bize o coğrafyada birlikte yaşayabilme kültürüne ihtiyaç duyulduğunu gösterir.
Temellerinde büyük bir insan sevgisi ve birlikte yaşayabilme arzusu olan bu yeni kültürler, liderlerinin ölümlerinden sonra zamanla art niyetli kişiler tarafından yozlaştırılmış ve güç kullanma aracı haline dönüştürülmüşlerdir. insanların ''saf'' inanma duygularını kullanmaya dayalı bu yozlaşmalar, barış ve kardeşlik yerine köleliği, acıyı ve ölümü getirerek insanları yüzyıllarca sürecek derin üzüntülere itmişlerdir. Yozlaşmaların etkilerini günümüzde de görmek mümkündür. Doğası gereği inanma isteği çok baskın olan insanlar, bu yozlaşmalardan ancak ve ancak aklın ve bilimin önderliğinde kardeşlik , barış ve birlikte yaşayabilmenin verdiği haz duyguları içinde çağdaş eğitimin vereceği destek ile veya bir başka deyişle ''medenileşerek'' kurtulabilirler.