"evime gelip biramı içen, yemeğimi yiyen ve yanlarındaki kadın yüzünden havalarından geçilmeyen şu allahın cezası devrimcilerin öğrenmeleri gereken şey şu: değişim içerden dışarıya doğru gerçekleşmeli. sokaktaki adama yeni bir şapka verir gibi yeni bir rejim veremezsiniz. karnını doyursanız, dizzy gillespie'nin tüm plaklarını hediye ...etseniz bile iki paralık alışkanlarından kolay vazgeçmeyecektir. ortalıkta devrimin artık kaçınılmaz olduğunu haykıran bir sürü insan dolanıyor, ama bu kadar insanın bir hiç uğruna öldüklerini görmek istemem. çoğu insanı öldürdüğüzünde hiçbir şey öldürmüyorsunuzdur gerçi. ama birkaç iyi insan da gümbürtüye gidecektir. ne geçecek elinize? halkın üstünde olan yeni bir hükümet. kuzu postuna bürünmüş eski diktatör. ideoloji silah satışı üstüne kurulmuş.
devrim sözcüğü kulağınıza hoş geliyor, değil mi? ama hiç de öyle değildir, inanın bana. devrimin ne olduğunu bilmek ister misiniz? kan, bağırsak ve delilik, yolunuza çıktığı için ölen çocuklar, dünyadan habersiz yavrular, yanınızdaki kaltağın, hatta karınızın gözünüzün önünde kasaturalanıp ırzına geçilmesidir, bir zamanlar miki fare filmlerine gülen erkeklerin birbirlerine işkence etmeleridir, böyle bir eyleme geçmeden önce eylemin ruhunun nerede olduğunu ve eylem bittiğinde nerede olacağını çok iyi düşünmek gerek. dostoyevski'nin suç ve ceza'sına katılmıyorum, koşullar ne olursa olsun kimseyi öldürme meselesi, ama iyi düşünmek gerek, işin delirtici yanı tek bir mermi bile sıkmadan canlarımızı alıyor olmaları, para babalarının şişko oğulları beverly hills'de on dört yaşında kızların ırzlarına geçerken ben bir yerlerde asgari ücretle belimi kırıyordum, helada beş dakika fazla kaldığı için işten kovulan adamlar biliyorum, anlatmak istemediğim çok şey gördüm, ama bir şeyi öldürmeden önce yerine daha iyisini koyabileceğinden emin olmalısın, parklarda nefret palavraları sıkan siyasi fırsatçılardan daha iyi bir şeyler olmalı elinizde, bir şeyin bedelini ödemek canınıza okuyacaksa otuz altı aylık garantiden fazlasını arayın, devrime duyulan romantik özlemin dışında bir şey göremedim henüz, ne gerçek bir lider ne de şimdiye kadar her devrim sonrası gelen ihanetin önüne geçebilecek bir platform, şayet birini yok edeceksem o adamın yerine karbon kopyasının gelmesini istemem, tarihi bar helasında barbut oynayan ayyaşlar gibi harcadık, insan ırkından utanç duyuyorum, ama bu utanca katkıda bulunmanın da bir anlamı yok. elimden gelirse utancı azaltmak isterim.
vazgeçin demiyorum. insanlık ruhundan yanayım ben, ne demekse! ama polis ortaya çıktığında sizi dualarınızla başbaşa bırakıp tabanları yağlayacak palavracılardan uzak durun. parklarda avazları çıktığı kadar bağırarak sizi kahramanlığa çağıranlar mermiler vızıldamaya başladığında en önde kaçarlar, hayatta kalıp anılarını yazmak isterler.
bir savaş varsa, ki ben olduğuna inanıyorum (van gogh'lar, mahler'ler, dizzy gillespie'ler, charley parker'lar bu yüzden varlar) lütfen liderlerinizi dikkatli seçin, saflarınızda köşedeki benzin istasyonunu ateşe vermektense general motor'a müdür olmayı yeğleyecekler var çünkü."
1900lü yılların sonlarına damga vurmuş amerikalı yazar ve şair.
ama bir dörtlüğünü okuduktan sonra türk mü acaba diye düşünmedim de değil.
Yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar,
Ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar,
Ve sırf dardı diye kafalar düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik,
Sarılmak yakar bizi deyip aşkı hep uzaktan sevdik.*~toplum baskısını onlarda yemiş
~
çoğu aklı başında,bilgili,görgülü,seviyeli,bu yollardan geçmiş entel kardeşlerimiz ergen yazarı olarak tanımlasa da,onun pervazısca yaşam tarzı ama bi o kadar da haksızlıklara karşı dokunaklı kalemi,daha bir çok nesile hayat verecek.
sikişmenin nefes almak ve bira içmek kadar doğal olduğunu ispatlamıştır ki bu yüzden bukowskidir. eğer sikişemiyorsanız şirinler, bukowski sizin için şirineyi siken şirin babadır...
"Yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar.
Ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar.
Ve sırf dardı diye kafalar,
düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik,
sarılmak yakar bizi deyip aşkı hep uzaktan sevdik!"
hayır ben anlamıyorum olm adam sizin bu bayıldığınız fakir edebiyatını lüks otel odalarında yazmış ergenler de öle bayıla okuyorlar. ah anasını biz yazsak "fakir piç" derler kitabı incelemezler bile. herif kendini amaçsız sokak adamı adamı gibi tanıtıyor kitapları okunuyor, seviliyor ulan charles cehennemde seni bulacam oğlum.
17 yaşındayım. bunu söylediğimde insanlar gülüyorlar ama ben bu adamı seviyorum ve aynı zamanda kıskanıyorum. insanların "oha be nasıl yazmış herif!" dedikleri dizelerde sinirlenip "daha iyisini yapabilirim" tribine giriyorum. her romanda kendimden bir şeyler bulurum, herhangi bir karakterle özdeşleştirebilirim kendimi... ama bukowski amcayı okurken romanın içindeymiş gibi değil de, romanı ben yazmışım gibi hissediyorum.
benim doğduğum sene vefat etmiş olması da beni ayrıca gazlayan bir etken. rüyama girip "bayrağı sana devrediyorum" demişliği de var ki o günün ertesinde birkaç şiir yazmıştım. o zamanın şartlarıyla değerlendirirsek, gayet de güzel şiirlerdi.*
acayip adam lan. bukowski ölmedi, kalbimizde yaşıyor; onun bayrağını, meister pampa taşıyor. yehooo.
louis ferdinand celine ve fante hayranıdır. tüm kitaplarında bu iki yazardan sık sık bahseder. hatta pulp adlı romanında dedektif nick belane olarak celine'i arar durur.
ekmek arası kitabından başlanması şiddetle tavsiye edilir.
ayrıca, annemin mahrem yerlerindeki kıllar üzerine yemin ederim diyecek kadar edepli bir yazardır
"alkol bu dünyaya gelmiş en muhteşem şeylerden biri muhtemelen -beni saymazsak tabii ki.-
evet. bu dünyaya gelmiş en muhteşem iki şeyi saptadık. işte. iyi anlaşırız ben
ve alkol. çoğu insan için yıkıcıdır. ben onlardan biri değilim. en yaratıcı
yazılarımı sarhoşken yazmışımdır. kadınlarla bile, ben biraz çekingenimdir
sevişme konusunda, bu yüzden alkol bana cinsel olarak daha özgür olma olanağı
tanımıştır. alkol özgürlüktür benim için, çünkü ben esas olarak içine kapanık,
mahcup biriyim, oysa alkol bana bir kahraman olma, pervasızca işler yapıp uzay
ve mekanda uzun adımlarla yürüme fırsatı tanır. bu yüzden seviyorum. evet."
serseri yazar. serseriliğinizin uç olduğu zamanlarda başlarsınız bukowski yi okumaya. kendinizden bir şeyler bulursunuz, mutlu olursunuz. adam süpermiş lan içiyomuş sıçıyomuş her işte çalışıyomuş dersiniz. evet bukowski gerçekten de öyledir. ancak kitaplarını okuyup bukowskiyi tanıdıktan sonra bir kez daha okursunuz çerez niyetine. ve sonra yavaş yavaş anlamaya başlarsınız. ilk başta kanınız kaynarken okuduğunuz gibi gelmemeye başlar bukowski. onun anlattıklarının düşündüğünüz gibi toz pembe olmadığını farkedersiniz. "domuz gibi içtim, yanımdan geçen herife küfreder gibi baktım" derken alkolik bir piç olarak söylemediğini anlarsınız... bukowski hayata nefrettir, insanlara nefrettir. ama en çok insanlara nefrettir...