şimdiki facebook aşklarının soundtracki olan küçük iskender'e ayarı vermiş can'dır.
nevizade'de edebiyatçılar, şairler ,entellektüel insan arkadaşlar bir arada bir meyhanede kafaları çekmektedir. masada can baba da vardır. yanında oturan küçük iskender, can yücel 'in bacağına elini koyar ve "büyük adamsın baba" dercesine bir bakış atar. can baba da döner ve küçük iskender'e "sikcek olsam büyük iskender'i sikerdim!" der.
--spoiler--
Yıllar önce ODTÜ'de yaptığı bir konuşma...
Üç bin kişilik mimarlık amfisi tıklık tıklım dolu, hatta ...onu dinlemek için ayakta kalan onlarca kişi var...
Can Yücel konuşmaya şöyle başlar:
- Biz hiç bi bok olamadık!
Salondakiler bir anda neye uğradıklarını şaşırırlar. derin bir sessizlik kaplar ortalığı...
Salona gelmeden önce 3 bira ve yarım votka içmesine rağmen muhteşem bir konuşma yapar. Hiç şüphesiz bol küfürlü bir konuşma...
Söyleşinin soru-cevap kısmında ön sıralarda oturan hanım hanımcık bir kız öğrenci parmak kaldırıp can yücel'e şöyle sorar:
- Can bey, bizler şiirlerinizi ve düşüncelerinizi çok beğeniyoruz,size büyük bir saygı duyuyoruz ama konuşmalarınızda çok fazla küfüre ve argoya yer veriyorsunuz, küfürlü konuşmasanız olmaz mı?
Can yücel önce susar, sonra yavaşça doğrulur, o kocaman ellerini kürsünün üzerine koyup:
- Küfür, burjuvazinin ağzında bir lağım çukurudur... küfür, işçi sınıfının ağzında bir çiçektir!.. deyince salonda müthiş bir alkış kopar.
Sonra tamamen ayağa kalkıp şöyle bitirir konuşmasını:
- Arkadaşlar bugün de çok kafa siktim!!!
xxxx
Can Yücel, vakt-i zamanda bir yazısında adamın birisine 'göt' dediği için dava açılmış.
Mahkemede Can Yücel şunu anlatmış:
Bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler.
koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere.
köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler.
köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya.
hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder.
bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, 'biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey' felan der işte. karşıdan doktor bişiler söyler.
muhtar döner, ama arkasına: 'makattan verin dedi dohtor' der.
yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine.
hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyo baya.
ihtiyar meclisi toplanır. son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. yine kimse aramaz istemez doktoru. nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: 'çok kızacak dohtor çok!' diye.
sonunda telefonu açar, durm anlatır, doktor bişiler söyler yine. telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner:
'çok kızacak demiştim; götüne sokun dedi'
Yani işin aslı hakim bey 'bizim orada göte göt derler'
xxxx
Yine bir üniversitede öğrencinin biri sorar:
- neden okudugumuz butun sairler erkek? kadinlardan iyi sair cikmaz mi?
Can Baba cevap verir:
- biz siiri sikimizle mi yazıyoz, ne biliim ben..
xxxx
Bir gün tv kanallarıdan birinde canlı yayında konuk Duygu Asena şair Nazım Hikmet için 'o kartpostal şairidir' demiş.
Can baba telefonla programa bağlanmış selam bile vermeden
'Duygu hanım kart sizsiniz postal da size girsin'
demiş ve telefonu kapatmış...
xxxx
can yücel'e soruyorlar: "zeki müren'e niye paşa diyorlar?"
cevap:
- bu memlekete paşalara ibne denemediği için ibnelere paşa deniyor...
xxxx
Türkiye işçi Partisinin Komünist zamanlarında bir tüzük toplantısında herkesin komünizmi anlatmaya çalıştığı şöyle olsun , böyle olsun dediği bir toplantıda Can Baba ayağa kalkar ve bir efsaneyi daha patlatır.
'BEYLER BEYLER, Türkiyede komünist olmak tüzük değil, BÜZÜK ister...
xxxx
Bir sergide ortada dolanırken, alımlı bir kadın heyecanla yanına gelir:
- Can bey, tanıştığımıza ne kadar memnun oldum anlatamam. sizin en büyük hayranınızım.
Can Baba sırıtır:
- demek öyle, yatalım o halde?
kadın küskün bir ifadeyle bozuk atar:
- aşk olsun can bey!!
Can Baba cevaplar:
- aşk da olacak elbet..
xxxx
Can Babaya bir mahkeme çıkışında soru soran gazeteci şu dörtlüğü cevap olarak alır:
'Ne yorum ne forum
Belki yarın konuşurum
öyle gitti ki durum
soru sorana korum'
xxxx
Bir televizyon programın da genç bir öğrenci soracak soru bulamadığından herhalde şunu sorar
- hangi takımı tutuyosunuz?
can baba cevap verir,
- eşim ve ben genellikle benim takımlarımı tutuyoruz...
xxxx
can yücel'e sorarlar:
- efendim nedir bizim memleketteki bu sağcılık solculuk davaları?
can baba:
- bu ülkede sabah kalktığında malafat eğer sağ tarafa kaymışsa sağcısındır, yok eğer sol taraftaysa solcu..
- peki sizinki ne tarafta ?
- ileride daima ileride
xxxx
"Seke seke geldik.. Sike sike gidiyoruz..." sözlerinin sahibi büyük şair Can baba, bir takım hayranları ve arkadaşlarıyla bir yerlerde içer, sohbet eder.
aynı grup, sabahın 5'i 6'sı gibi pek de kimsenin bulunmadığı kıbrıs şehitleri caddesinde yürürken, şair birden durur ve yere yatar.
Yanındakiler de hemen aynı şeyi yaparlar.
Şair, gözlerini kırpmadan gökyüzüne bakmaktadır.
Yanindakiler de sira sira yerde yatmakta, gökyüzüne bakmaktadirlar. Hayranlardan birisi dayanamayıp sorar:
- Baba, ne görüyorsun, bize de söyle...
Ondan ulvi ya da şairane bir söz bekleyen vatandaş, aldığı cevapla şok olur:
- Çok sarhoşum amına koyim.
--spoiler--
yalnızlığa dayanırım da,
bir başınalığa asla.
yaşlanmak hoş değil duvarlara baka baka.
bir dost göz arayışıyla,
saat tıkırtısıyla...
korkmam, geçinip gideriz biz mutlulukla,
ama; "günün aydın, akşamın iyi olsun"
diyen biri olmalı.
bir telefon sesi çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
yoksa zor değil, hiç zor değil,
demli çayı bardakta
karıştırıp, bir başına yudumlamak doyasıya.
ama; "çaya kaç şeker alırsın?"
diye soran bir ses olmalı ya ara sıra.
Can Baba iyiydi hoştu da çok küfrederdi, şiir gibi ederdi. türkiye'nin en güzel küfreden adamı desek yalnış olmaz herhalde. bir mahkeme çıkışında soru soran gazeteci şu dörtlüğü cevap olarak alır:
`Ne yorum ne forum
Belki yarın konuşurum
öyle gitti ki durum
soru sorana korum`
bir gün kaldığın yerden başlayacaksın
biri seni bulacak
önce korkacaksın eski a...cılara yakalanmaktan
biraz ürkeceksin!
ne kadar dirensen de nafile.
insansın sonuçta, seveceksin
eski acılara bakıp da küsme sevdalara
gâvura kızıp da oruç bozulmaz!
sök at kafandan acaba'ları!
bir kemik aynı yerden iki defa kırılmaz!
...Galiba yoruldum,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Kendime kalbimi kanıtlamaktan,
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan,
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum...
Birgün kaldığın yerden başlayacaksın, biri seni bulacak.
Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan, biraz ürkeceksin.
Ne kadar dirensen de nafile, insansın sonuçta seveceksin.
Eski acılara bakıp da küsme sevdalara; gâvura kızıp da oruç bozulmaz, sök at kafandan acaba'ları!
Bir kemik aynı yerden iki defa kırılmaz.
Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar
Değiştim,
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım senBen benimle savaşıyorum,
Seninle değil!
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın
Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim,
Sorun değil!
Elbet alışırım,
Biraz alıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Alıştım,
Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma,
Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum,
Bir yanım bırak diyor bir yanıma,
Kesin değil!
Henüz tanıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Tanıdığımı sandığım bana daha da yakınım artık,
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda,
Ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda
Bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha,
Samimi değil!
Bir hayli kırıldım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime,
Gözlerimden tut da ciğerime kadar kırgınım!
Aslında ne sana, ne olanlara
Kendime kırgınım
Maziye hiç değil, ana kırgınım.
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına,
Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara,
Beni anlamadığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşlarına.
Bir hayli kırgınım
Beni ben kırdım oysa,
iyi değil!
Galiba yoruldum,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Kendime kalbimi kanıtlamaktan,
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan,
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum.
Kırılan bir çaydanlıktı biz öyle sandık
Ya da bir yıldız uyanmış sonra uyanıvermiş
Öyle şaşılası bişey ki şaşmadım bile
Sen söyledin Türkçe yüzermiş Capon balıkları
Sen hep böyle güneşli yalanlar söyle
Ben toplarım parçalarını
Kırk yılın Halimesi böyle bir güvercin
Oturup ağda yapsın düpedüz Devrim
Bu bir değil iki değil dördüncü bacağı
Halime kopardıkça dünya yenileniyor
Bu el yeni abeceyle yazılmış bir el
Laik bir bacağı sıvazlıyor
Komşular kibar evler dağa çıkmışlar dünden. Biz de
Halimeyle vatanı süpürüyorduk. Dışarıdan hariciyeli
bir ses: (Affedersin! Affedersin! Affedersin! Yangın
merdiveniniz yanıyor!) Ne bu curcuna be! Gözünü
kapan gelmiş! iyi ya dedim, kapattım pencereyi. Biz
de çaydanlık kırıldı sandık!...
Kırk yılın Halimesi böyle bir güvercin
Oturup ağda yapsın düpedüz Devrim
Nazım Hikmet'e kartpostal sanatçısı dedirtmeyen üstad. Fakat ne yazık ki(içim kan ağlıyor gördükçe) her facebook profilinde yer verilerek kartpostal sanatçısından daha kötü durumlara düşürülmüş yüce insan. Her ayrılık acısı çeken malın ya da entelektüel süslenmeye çalışan, duygusal geçinen öküzün üzerinden prim yapmaya çalışması kemiklerini sızlatıyordur. Tamam sever insan beğenir ama bu kadar küçültmez sevdiği yazarı. Saman kağıdı kokusu dururken suni renklere büründürmek, hele prim yapmak için çok gereksiz. Yapmayın, lütfen.
binbir umutla beklediğim bir kurumun kazananları listesine giremediğimi öğrendiğim an da beni rahatlatan, sakinleştiren mısraları yazan adamdır. bu mısraları bana telefonda söyleyen sevgiliyi de unutmamak lazım. hatta o ruh halimde bana o mısraları aklına getirip, söylediği için de en büyük teşekkürüm ona.* gelelim, o anlamlı mısralara;
Olsun istersin
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.
Aşktır ; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin
Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bişeyler yapma gayretinde.
iştir ; sabahlarsın, olsun diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin
Dosttur ; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi Ona ayırmaya çalışırsın
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!
Gönlün rahat mı?
Elinden geleni yaptın mı?
Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın
ne bileyim biz şiiri sikimizle mi yazıyoruz? cevabını veren adamdır, küfürbaz olması üstad olmasına engel değildir, mezarına şarap dökeceğim az kaldı...
mezar taşını gördüğümde kısa süreli bir şok geçirmeme sebep olmuştur. mezar taşında, anne karnındaki bebek vardır. oradan şarabı döküyorsunuz şarap yolunu buluyor mezarının üstünde küçük bir havuzda toplanıyor. topraksız mezar. mezarının altında yazan yazı:
''Ne kadar yalansız yaşarsak, o kadar iyi.'' şaraplar içinde yat can baba.