siz hiç bir damla yağmurla bir tuttunuz mu dünyayı
birden çıplak başınıza damlayan
sonra bir sağanak
ayaklarınızı ıslatan
üstlüğünüzü geçip teninize işleyen
bir medar yağmuru
sonra bir ebemkuşağı
geçin o kemerin altından öbür dünyaya
sessizce...
bağlanmayacaksın bir şeye
öyle körü körüne
o olmazsa yaşayamam demeyeceksin
demeyeceksin işte
yaşarsın çünkü
öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki
çok sevmeyeceksin mesela
o daha az severse kırılırsın
ve zaten genellikle o daha az sever seni
senin o'nu sevdiğinden.
çok sevmezsen çok acımazsın
çok sahiplenmeyince
çok aitte olmazsın hem
çalıştığın binayı
masanı, telefonunu, kartvizitini
hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
gökyüzünü sahipleneceksin,
güneşi, ayı, yıldızları
mesela kuzey yıldızı
senin yıldızın olacak
o benim diyeceksin
mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin..
mesela gökkuşağı senin olacak
illede bir şeye ait olacaksan,
renklere ait olacaksın,
mesela turuncuya,
yada pembeye,
ya da cennete ait olacaksın.
çok sahiplenmeden
çok ait olmadan yaşayacaksın
senin değillermiş gibi davranacaksın
hem hiçbir şeyin olmazsa
kaybetmekten de korkmazsın
onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın
çok eşyan olmayacak mesela evinde
paldır küldür yürüyebileceksin
ille de bir şeyleri sahipleneceksen
çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin
hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi
hem de hep senin kalacakmış gibi hayat
ilişik yaşayacaksın
ucundan tutarak..
bir gün babayı üniversitenin birine türk edebiyatı hakkında konferans vermek üzere çağırırlar ama tek çekinceleri onu dinlemeye gelecek olan bir sürü dekan ve üniversite rektörünün de oluşudur malum baba küfürlü konuşur.. ve üniversiteye gideceği gün baba hiç alışkanlığı olmamasına rağmen takım elbisesini çeker ve başlar anlatmaya nazım ı anlatır namık kemali tevfik fikreti anlatır.. konferans boyunca agzından tek bir küfürlü kelime çıkmamıştır fakat konferansın sonunda tam içeri gidecekken döner ve der ki:
"şunları bir araya toplayayım.
bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.
mutfak işinden de anlarım.
donattım sofrayı.
bayağı uğraştım.
hepsinin, ayrı ayrı ne
yemekten, ne içmekten
hoşlandığını iyi bilirim.
bayağı da para gitti.
birinin yediğini öbürü yemez.
ötekinin içtiğini beriki içmez.
dört kişilik sofra kurdum.
mumları da yaktım.
bak hepsi, erick satie severdi.
hatırladım.
müziği de ayarladım.
geldiler.
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.
birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
yatıştırayım dedim.
"sen karışma moruk" dediler. büyük hır çıktı.
komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
evin de içine ettiler.
bende kabahat.
ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine ...
"ben şiiri ciddiye almıyorum ki zaten, yeter ki şiir beni ciddiye alsın! davetsiz misafirdir, pat diye gelir o. ya bir afrika menekşesini ya ölen bir delikanlıyı bahane eder, oturur karşıma... kaldırabilirsen kaldır artık''
''ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına...
hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa
demiş ki suya: gel sevdalım ol, hayatıma anlam veren mucizem ol...
su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş; yüreğim sana armağan...
sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına...
zamanla su, buhar olmaya; ateş, kül olmaya başlamış. ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su...
ateş kızmış, ateş yakmış ormanları... aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu...
bir gün gelmiş, suya varmış yolu bakmış o duru gözlerine suyun, biraz kırgın, biraz hırçın. ve o an anlamış; aşkın bazen gitmek olduğunu. ama gitmenin yitirmek olmadığını...
ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla. işte o zamandan beridir ki: ateş sudan, su ateşden kaçar olmuş.. ateşin yüreğini sadece su, suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...''
''üzülüyorsun; takma, diyorlar.
kızıyorsun; değmez, diyorlar.
boşveriyorsun; gamsız, diyorlar.
susuyorsun; iki çift laf et, diyorlar.
konuşuyorsun; muhatap olma, diyorlar.
çekip gidiyorsun; mücadele et, diyorlar.
alttan alıyorsun; tepene çıkardın, diyorlar.
bağırıyorsun; sakin ol, diyorlar.
aklı başında davranıyorsun; bu kadar uslu olunmaz, diyorlar.
dikine gidiyorsun; yaşına başına yakışmaz, diyorlar.
ölünce ne diyecekler ?..
muhtemelen; ölüm sana yakışmadı.
ee normal tabii,
dirimizi beğenmediler ki,
ölümüzü beğensinler..!''
"sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi"
gecenin bir yarısı bir kitabın orta yerinden
başlamak gibiydi seninle birlikte olmak,
başını anlamadan sana yaklaşmak,
sonunu okuyamadan uyuyakalmak,
ve uyandığında kaldığın sayfayı karıştırmak...
işte böyle bir şeydi seni yaşamak,
yarım yamalak...
''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDi YA YÜREĞiN...
sanatın kalemce açıklaması, kelamın kalesinin en güçlü ustası, yazdıkları ile soy ismindeki "yücel" emrini gayet mükemmel ifa edebilen edip, edebin ebedine giden yolun nazif - bir o kadar da lider yolcusu.
tüm yazdıklarını buna bağlamak haksızlık olur üstada ama küfrü bir sanatmışcasına o kadar ustalıkla kullanıyordu ki.. müstescenliğin, küfrün şiire girmesine vesile olan biriydi can baba. büyük şair, bana şiiri sevdiren zat. yazdığı herhangi bir şeyi okuduğımda, 'ulan ben de tam bunu demek istiyordum' hissi verir bünyeye.
öyle bir ayrılık dizesi anlatır ki, demir leblebi gibi kalır adamın boğazında;
'sen gittikten sonra yalnız kalacağım. yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse?'...
politikayla da uğraşır, insanlara laf da sokar;
'yiyin efendim yiyin, hepiniz bok yiyin. bunca sinek yanılıyor olamaz'...
"ilkin elifbaydı, sonra alfabe oldu. derken abece. şimdi abd!"...
Hayatta ben en çok babamı sevdim
kara çalılar gibi yerden bitme bir çocuk
çırpı bacaklarıyla ha düştü ha düşecek
nasıl koşarsa ardından bir devin
o çapkın babamı ben öyle sevdim
bilmezdi ki oturduğumuz semti
geldimide gidici hep heep acele işi
çağın en güzel maarif müfettişi
atlastan bakardım nereye gitti
öyle öyle ezber ettim gurbeti
sevinçten uçardım hasta oldumu
kırkı geçerse ateş çağırırlar istanbul'a
bir helalleşmek ister elbet diğmi oğluyla
tifoyken başardım bu aşk oyununu
ohh dedim göğsüne gömdüm burnumu
en son teftişine çıkana değin
koştururken ardından o uçmaktaki devin
daha b aşka tür aşklar geniş sevdalar için
açıldı nefesim, fikrim, canevim
hayatta ben en çok babamı sevdim
şiir dinletilerinde ısrarla şiirlerini okumak istediğim bir şairdir. mısralarları aşk kokar ayrılığı bir başka anlatır. anladım adlı şiiri sanki benimle tanışmışta hayatımı görmüşte bana yazmış gibidir.
anladim
bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda
anladım.
herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
kendi yolumu çizdiğimde anladım..
bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil..
bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım.
yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
neden hiç ağlamadığını anladım..
ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği
acıtabilirmiş,
çok acıttığında anladım..
fakat,hakkedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
yüreğini avucuma koyduğunda anladım..
''sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
sana ''git'' dediğimde anladım..
biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş
sevmek,
git dediklerinde gittiğimde anladım..
sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl
ağlayan,
büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş
pişman olmak,
gerçekten pişman olduğumda anladım..
ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş,
sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün
affedilmeyi,
beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım..
sevgi emekmiş,
emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar
sevmekmiş...