ne zaman iletişime geçsen hayatımda bokluklar ortaya çıkıyor.
ahını mı aldım ne yaptım anlamadım.
bu kadar üzdüm mü ? anlayamıyorum.
ama her seferinde hayatımı sıçırttırmayı başarıyosun seni tebrik ediyorum.
lanetli misin nesin, bırak artık lanetini her neyse çek üstümden yeter lan.
belki bunları dedim diye beni daha zor günler bekliyor ama banane artık amınakoyayım yapcağını yaptın zaten.
seni sevmeyi denedim, becerebilirim sandım,
seni sahiplenmeye çalıştım, olur sandım,
yüzünün derisini soyup çıkarmak istiyorum
gerçek sen, ziyan olup gitmeden önce
(alice in chains love,hate,love dan alıntıdır.)
senden önce yaşadığım hayatın, zamanın ne kadar boş, anlamsız olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyorum. ben aslında hep bu başlığa seni yazmak istemiştim... bak şimdi yazıyorum... sen o kadar tatlısın ki bunu anlatamam gerçekten... harika bir canlısın. her sabah yatağıma gelip beni uyandırmaya çalışmaların, yaramazlıkların, ilgisiz kalındığı zaman sinirleniyor olman çok özel gerçekten... yüzüme çarpan dil darbelerin ise ayrı bir zevk... garip bakan gözlerin, tatlı yüz ifaden nasıl anlatılabilir ki.
seni tanıdıktan sonra hayattan zevk almaya başladım. senin hayatıma girmen hayatımı çok güzel etkiledi gerçekten. seninle gezmelerimiz, seni banyoda yıkamalarım her şey çok güzel ve özel... keşke daha önceleri hayatımda olsaymışsın diyorum biliyor musun? sözlükte yazmıyorsun ama bir gün belki bu yazdıklarımı okursun, anlarsın... "iyi ki varsın..."
koştum...koştum...koştum. yakalayabilmek için seni koştum. günlerdir bilmediğim bir şehirde define avcısı misali seni aradım. evimden, ailemden uzaklarda kaldım kaç gündür. ne için? bir hazine için. hayatım boyunca aradığım hazine için.
yıllar sonra ilk defa sana bu kadar yaklaştığımı hissettim. tekrar kokunu hissettim.. ve tekrardan sesini işittim.
...
bak gülbahçem, kaç yıl oldu ayrı gayrı yaşayalı. sen bilmezsin ama ben gün be gün saydım. ve an itibariyle 1098 gün oldu. senin için ne kadar çabuk geçmiştir. öyle ya birini beklemeden, hasret çekmeden günler ne çabuk geçiyor.. bu geçen süre zarfında yaralarımın kabuk bağladığını sanıyordum. öyle değilmiş canım sevgilim. kanamayan bir yara içime yerleşmiş çıkmamak üzere.
hatırlar mısın? bir eylül günü çıkagelmiştin karşıma. işte o an anlamıştım benim için çıkagelen birisiydin sen benim için.. sen ilk başlarda farketmemiştin beni. binbir takla atmıştım bana değer verebilmen için. hatta sırası geldi sana bunca senedir söyleyemedim (evlenince anlatırım diye umuyordum) şimdi söyleyeyim. hani seninle bir gün kafede oturuyorduk. daha birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. aslında bana değer veriyor gibi geliyordun ama emin olamıyordum. birden yanımıza bir bayan gelmişti. bana nasılsın demişti, sohbet etmişti, telefon numarasını vermişti uzun süredir görüşemiyoruz diye. o gittikten sonra sen bozulmuştun, dün gibi hatırlıyorum sinirden önündeki kül tablasını çevirip sertçe vurduruyordun masaya.. birşey demeden kalktık oradan ve çıkışta bana 'senin işin varsa ben rahatsız etmeyeyim seni istersen' demiştin. ve ben o an anlamıştım ki, sevgiyle karışık kıskanmıştın. ve hızlı hızlı otobüse doğru yürümeye başlamıştın. ben peşinden geldim kolundan çevirdim sen bana bırak dedin. ben ise senden daha önemli bir işim yok demiştim. neden sorusuna cevabım 'seni seviyorum' olmuştu. işte böyle başlamıştı hikayemiz.
ve o gelen bayan benim liseden arkadaşımdı. eminim sana bunu daha önce deseydim kızabilirdin bana. kızma ama iyiki dememişim..
o zamandan sonra hayatımın tüm renkleri, tüm kokuları oldun. gecem gündüzüm seninle geçsin istiyordum. hatta kaç defa üniversitede derslere girmedim seninle buluşacağız diye. sonra kaldım tabi derslerden. eşek gibi tatilde çalışıp verdim dersleri. ama şikayetçi değildim, yahya kemal'siz veya servet-i finun'suz yaşayabilirdim ama sensiz yaşayamazdım veya eksik yaşardım.
Seninle alışveriş mağazasında baktığımız ve senin çok istediğin o deri çantayı ben aldım geçen aylarda. koydum eve, öylece duruyor. zamanında senin hoşuna gittiğinde param yoktu, söz sonra alacağım sana demiştim. ve akabinde gelen 'sen yanımda ol yeter' cümlesi. hala dün gibi aklımda..
Fakat sen hiç gülmüyordun yanımdayken. Gülmek için çabalıyordun biliyorum ama yapamıyordun. Nedendir bilmem ama hep mutsuzdun. Ne yaptıysam güldüremedim yüzünü.. Ve bir gün soldu tüm renkler, aniden değiştin, şikayetlere başladın. bunun nereye varacağını biliyordum ve aklıma gelen başıma gelmişti. o kadar anıya, o kadar yıla 'benden daha iyi bulursun emin ol' cümlesi son noktayı koymuştu.
Niye yaptın sevgilim bana bunu? Neden yaptın? başkasını istiyormusun diye bir sorsaydın bana...Sormadın ve gittin. Ben ise kaldım aynı yerimde. bir adım ileri gidemedim hayatta. herkesten somutlaştım. herkesten kaçtım. birilerine kızmak istiyordum ama kızacak birisini bile bulamadım.
işte böyle sevgilim. çaresiz kala kaldım öylece. seni daha sonraları çok aradım, sordum ama ya sen benden kaçtın yada ben bulamadım seni.
geçen hafta yakın arkadaşınla karşılaştım kitapçıda. seni sordum. taşınmışsın buralardan yeni öğrendim. ve düştüm peşine son kez umutsuzca.
koştum...koştum...koştum. yakalayabilmek için seni koştum. günlerdir bilmediğim bir şehirde define avcısı misali seni aradım. evimden, ailemden uzaklarda kaldım kaç gündür. ne için? bir hazine için. hayatım boyunca aradığım hazine için.
yıllar sonra ilk defa sana bu kadar yaklaştığımı hissettim. tekrar kokunu hissettim.. ve tekrardan sesini işittim.
Verilen adreste Karşımda buldum seni. 'Özyılmazlar Düğün Salonu'nda buldum. Davetiyem olmadığı için kapıdaki eleman almadı beni içeriye. Sonra otobüsten bir grup indi düğüne gelen. onların arasına karışarak girdim. ana kapıdan girdikten sonra salon karşıma geldi. etrafta dolaşan çocuklar, çalgı sesleri, uğultular ve bir siyah bir beyaz.. Cenneti değişmem saçının teline...şarkısı eşliğinde siyahla beyaz dans ediyordu. ilk defa gülerken görüyordum seni. ilk defa bu kadar içten birinin gözlerine bakıyordun. O sıralarda ayakta kalmayayım diye tanımadığım bir masaya oturdum. Beni görmemen lazımdı. Belki eskiyi hatırlarda üzülürsün diye. yaklaşık yirmi dakika izledim öylece uzaklardan. herkes mutlu herkes eğleniyordu sen dahil..çıktım daha sonra oradan. bir pansiyonda kaldıktan sonra ertesi gün eve geldim.
artık içimde hep yankılanan bir gün geri dönecek sesi de kesildi... sen mutluydun, sen huzurluydun. Allah (c.c) bozmasın.
Benim halimden haber sorarsan, Bir çift sözüm var sana, yürekten: Sevginle gireceğim toprağa, Sevginle çıkacağım topraktan.
Adını fısıldamak, içten içe haykırırken dosta düşmana karşı, samimiyetsiz bir yol arkadaşı hüznüme ve dönüşü olmayan bir yolculuğa gidiş biletidir cam kenarı rüyalarının sancısında. Susmaların en ihtişamlı biçimidir adın dillenirken belleğimde, bellediğim ne varsa uzak diyarlara sürgün edilir. Ketumluğum da bundandır zaten, senin için susmak konuşmaların en güzelidir.
Adını anmak kar beyazı sayfalara çızıktırılmış çocuksu bir resimdir. Sanatsal bir kaygı taşımadan masumca hayatın renkleri ile boyanmış, biraz güneş sarısı, biraz kader karası ve bolca keder mavisi tonlarda. Adına adanmış, birazda aldanmış kelimelerin sığındığı irticalen bestelenmiş bir türküdür ıslıklarım, gözyaşlarımla yıkanmış. Adını anmaktan küfelik oluyorum her gece tek damla mey ile ıslanmadan dudaklarım. Bütün duygularım ayyaş, sızıp kalıyorum her gece, mezardan farksız yatak dediğim demir parçasına.
inanmak isteğim bir hikayedir bu. çocukluğumun soft hatıralarından hiç çıkmayacak olan, günün yorgun sigara molalarında apansız yüreğe kor gibi düşen, sükunet sahibi deniz gibi bazen, bazen aynı denizin köpürüp kayalara çarptığı dalgaları gibi beynime çarpan, ve alnımın, ayak parmaklarıma doğru düştüğü anlarda yazılan hikayedir bu..
görüldüğüm suretin arka yüzüdür, heybemin dolmayan cepleri, dökülenlerin önsözü...
hayat denilen bu sessiz çığlığın tam ortasından yazarak başlamak. ben, yüreğine felç inmiş bir aşk zede. pencere kenarında günü batıran tüm düşüncelerde. sevmenin cesareti kaybolmuş, güven bitmiş. göz bebekleri hayatın bir sahnesi. tekrarı olmayan, doğaçlama bir serüven..
bu hikaye işte böyle doğmuş..
aşk bir oyun, iki perde. ben figüran, yaşadıklarım senaryoymuş..
geçiyor günler birbiri ardına. halbuki daha dün gibi herşey. mayıs ayı ve getirdikleri. senin tekrar hayatımda olman. sonra ansızın gidişin. neye borçluyum o gidişini anlamış değilim. o kadar da anlattın halbuki.bilirsin ben biraz geç anlarım. en son seni gördüğümde yine bir direnişin içindeydin. yine sloganlar, yine isyan ateşi. yine sen ve ben. bu sefer tesadüf değildi. bende seninle birlikte o direnişin içindeydim. seni göremesem bile aynı mücadelede olmak güç veriyordu bana. sen gittiğinden beri yıkıntılar arasındayım. dağılan parçaları toplayamıyorum. her geçen gün biraz daha eksilerek devam ediyorum. şimdi arada bir sanal ortamda halimi hatrımı soruyorsun, etkinliklere davet ediyorsun ya da radyo türkü dinletiyorsun bana. nasılsın diyorsun, iyiyim diyorum. ama değilim. hiç iyi değilim. sensiz hiçbir şey olamam. mutlu, mutsuz, iyi, kötü. dün sabah beni bekledin mi beklemedin mi bilmiyorum, soramadım. gelecektim, söylediğim gibi sana mesaj da atacaktım. hatta senin için erkenden kalktım, üstümü giydim , telefonu elime aldım msj atacaktım. bir türlü yazamadım msjı. sonra da karar değiştirdim. gelemezdim.. düşün bir kere, kendini benim yerime koy. nasıl gittiğini, neler söylediğini hatırla. işte o yüzden gelemezdim. gözünün içine bakamayacakken, seninle arkadaş oyunları oynayamam. bu yazıyı sana yazdım çünkü seninle bu konuları konuşmamız imkansız artık.söz uçar yazı kalır hesabı bende yazıyorum işte. daha yazacak çok şey var aslında. ama yazdıkça kanıyorum, daha da üzülüyorum o yüzden boşver. unutmadan sana yine kitap aldım, içine not yazdım, sevdiğin gibi... birgün bana dürüst olursan o zaman vereceğim sana kitabını. iyi bak kendine, iyi bak yeni sevgiline, üzme onu , incitme beni incittiğin gibi, dürüst ol ona karşı ve mutlu ol...
ben unutmadım 2 temmuz 2008 i , 1 mayıs 2009 u. unutamam da. sen de unutma...
Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni...
hafifledim sanki! böyle hissedeceğimi ben bile tahmin edemezdim ama bu azalma beni çok rahatlattı. beni rahatsız eden sanırım senden fazla sevmekti. garip ama hep kızıyordum kendime neden sen daha fazla seviyorsun diye, bu yüzden sana öfke duyuyordum ama şimdi daha çok mutluyum. seni hala çok seviyorum. şimdi inan sende daha mutlusun bende.
kalbim ilk defa bu kadar hızlı atıyordu. şaşırmıştım. ufacık bir çocuktum. onu görene dek en heyecanlandığım an yeni doğan kardeşimi annemden gizlice kucağıma aldığım andı sanırım.*okulun ilk günleri her sabah bir bahane buluyordum anneme gitmemek için. kolay değildi okula başlamıştım artık. okuma yazma sökeceğim günü dört gözle bekleyen insanlar vardı çevremde. ben ise tüm bunları görmezden gelir gibi derste sadece onu izliyordum. o da beni. mutluyduk böyle. okulun bahçesinden çiçekler koparıp getiriyordu benim için. hemde okulun görevlilerinden,nöbetçi öğretmenlerden azar işitmek pahasına. çocuktuk, gözümüz hiç birşey görmüyordu. mutluyduk. acı çekmek ne demek bilmiyorduk o güne kadar. ama ben hiç söyleyemedim ona karşı içimde birşeyler olduğunu. ben ona bakıyordum, o bana. ama söyleyemedim işte ona. o bana hergün söylüyordu. kendime bile itiraf etmem çok uzun zaman almıştı. bir gün anneme her zaman taktığım tokayı istemediğimi söyledim. süslü kız çocuklarından değildim işte. o zamandan belliymiş sade bir tarza sahip olacağım. ancak o gün o çok süslü işi olduğunu söyleyip takmadığım tokayı takmak istedim. amacım belki dikkat çekmekti. bilmiyordum o zaman bu tokayı neden takmak istediğimi. değişiklik istiyordum belki yalnızca. itiraf edemiyordum işte hala. bugün bile zorlanıyorum söylemekte. o hoşlanıyordu böyle süslü tokalardan. onun için takıyordum. o sevdiği için. onu sevdiğim için. o tokayı taktım. değişmedi hiç birşey. hala aynıydı durumumuz. o bana aşkını ilan ettikçe ben kaçıyordum. çocukluk işte utanıyordum duygularımdan. olamazdı. sevemezdim ki ben birini. çok küçüktük hem. aşk denen şey anne babalara özel birşeydi. bu aptal düşüncem uzun yıllar değişmedi. yüreğimin derinliklerinde aşıkken ona hiç birşey söyleyemedim. başka bir okula gittim. yıllar geçti aradan. başkalarını sevdim. aşkın anne babalara ait olmadığını kavrayacak yaşa gelmiştim. basit sevgiler sevgililer üzdü beni. bilmiyordum onu da üzdüklerini. üzülmesine dayanamazdım aslında. bir kere okulda yere düşmüştü. çok üzülmüştüm o zaman. uzaktan izlemiştim onu. onun gözünden yaşlar akarken bende ağlamıştım onunla. işte böyle birşeydi bu da. bilmiyordum onu üzdüklerini. aklıma geliyordu arada sırada. görüşmemiştik ama okuldan sonra. görüşmeyeli uzun yıllar olmuştu. internette çıktı karşıma. konuşmaya başladık. çok üzmüşlerdi onu. beni üzdükleri gibi. o anlattı ben dinledim. ben anlattım o dinledi. neredeyse aynıydı dertlerimiz,hüzünlerimiz. çok konuştuk o akşam. benim biraz işim var gitmem gerek dedi. tamam dedim. tüm cesaretimi toplamıştım. aradan geçen on yılın ve yüzyüze olmamanın verdiği kuvvetle bende seni seviyordum o zaman dedi. şaşırmıştı anladım. ama önce kızdı bana. inanmıyorum sana dedi.o sevgiyle beraber olsak çok mutlu olabilirdik dedi. salaktım dedim. çocuktum. küçüktük işte. o günden sonra daha farklı şeyler bekliyordu ikimizide. ilişkiler bittikten sonra üzülen, geri dönmesini bekleyen taraf vardır ya ikimizde o taraf olmuştuk bugüne kadar. aptal aşıkları oynamıştık ilişkilerimizde. şu anda adını koyamadığımız bir şeyler var içimizde. en saf en temiz aşk ilk aşkmış ya yaşayamadım işte ben ilk aşkımı doyasıya. şimdi yaşasak ne güzel olur değil mi? hep bekleyen, karşılıksız seven taraf olmuşuz ya beklememize gerek kalmasa bu defa. hiç gitmesek birbirimizden. hep beraber kalsak. kalbim o tokayı taktığım gün olduğu gibi çarpsa tekrar. ilk aşkım son aşkım olsa...
bu yazıyı sana yazdım ilk aşkım. okumayacak olsan da yazmak istedim. yine söyleyemiyorum sana bazı şeyleri. kabullen artık beni böyle.
Nice gecelerde, ışık aradığım her gecenin sonunda senin o mahmur yüzünün aydınlığıyla aydınlanmış bir sabaha uyanır, gün boyu ellerini ellerimin üzerinde hissederdim. inandırıcılığını yitirmiş onca cümlenin arasında fark edilmiyor yalanım. bu büyük yalanım...
seni hak etmiyorum, kollarında uyuyarak mutlu olacak kişi ben değilim hepsi kabul ama var olduğunu bilmekte güzel. her şey için sağ ol gerçekten somutlaşmış olman bile yüzümü güldürüyor, umudum oluyor ve belki de bu ihtiyacım olan tek şey...
- kitap bitti doktor... vurdular herifi!!? zorla vurdurttu herif kendini!!! bizim sonumuzda böyle olsaya doktor.! kendimiz hazırlasak ya!! kendi sonumuzu??.
ne kelimelere dökebiliyorum, ne de sana söyleyebiliyorum bazı şeyleri. pazartesi olsun yüzünü göreyim diye içim içime sığmıyor. düşünmek güzel senin mesajlarına, saçma sapan sorularına cevap vermek güzel. bana çocukça gelen senin büyümeke çektiğin sıkıntıları dinlemek güzel. açıkçası senden elinden zehre de şaraba da hayır demem.
hiç anlamadığım, anlamakta istemediğim yılların şahit olduğu bir geçmişle geldin bu şehre. sevgilinden ayrıldın ben seni dinledim. en yakın arkadaşınla kavga ettin yine seni dinledim, sana en iyi çıkış yolları aradım. sen ne yaptın günlerdir burda olduğum şehre adımını atmadın henüz. belki pazartesi de olmayacak haftaya diyeceksin. ben de sana keyfine bak diyecem. nerede mutluysan orda kal. nasılsın sorularına hep iyiyim diye cevap vericem. çünkü o an senin attığın mesaj içimi ferah tutacak. belki evin eksiğinden gediğin den bahsedicem biraz. sadece konuyu uzatmak için.
diyorsun ya bana istediğin yere gidiyorsun, hayat sana güzel. yalan be güzelim. vallaha yalan. görmediğim yerlerde görmüş olduğum geçmişimde bir parça yer alan kadınlar oluyor sadece. dudaklarımdan çıkmıyor sende gel demek.
ben başka vüccutlarla uyanırken bile sana mesaj atıyorum uyanır uyanmaz. ne zaman geliceğini soruyorum. maksat kendim için yazılmış 160 karakteri görmek. senin o gün nasıl olduğunu bilmek oluyor. bir şekilde atmak istiyorum kafamdan. neler denediğimi bir bilsen.
alkol, başka bedenler veya türevleri. yetmiyor ara arar küçük depremler yaşıyor kalbim. bu kadar saklamak fazla diyor.
ellerinden tutup senden özür dilediğim günü hatırlıyorum. bazen senin sıkıntılı ses tonunu. daha fazlasını yapmaya çalışıyorum iyiliğin için. karşılıksızca.
belki seneler boyu bende ukte kalacaksın. bağladığın iplerini söküp gelemeyeceksin biliyorum. ama yin de sevdim seni ben. gülüşünü, saçma esprilerini. bugün de suratın sıçmık gibi deyişlerini. etkilenmiştim benim ol istemiştim ama kafama çiviyle kazıdım ben. ne şu anki samimiyeti kaybetmeye ne de sevgili olduktan sonra beni terk edip gidişini seyredecek ömrüm var... hayatımda iyiki varsın.
söylenmek istenilen ama dilin söylemeye varmadığı sözcüklerdir.
ofis ortamı. esas oğlan, değirmenin çarkı vazifesinde, şirketin para kazandıran biriminde çalışmaktadır. üretkendir. telefon, fax ve diğer teknoloji unsurları ile ilgilenen ofis kızları mevcuttur. oğlanımız bir parça abazanlığı sebebi ile her birine ayrı ayrı gülümser, açık kapı arar. bir miktar da çekingendir ki, yaklaşık üç yıldır çalıştığı şirkette nice hatunlar gelip geçmiş, bir tanesine bile yazılamamıştır. muhtemeldir ki vakti kerahat erişmiş, dil lal olup, gözler konuşmaya başlamış olacak, bir hatuna açılmak istemiştir. ancak doğru cümleyi kurmak için sağlam bir yükleme, zamire, mümkünse edat mastar -di li geçmiş zamanla türevlenmiş bir belirtili tümleç ihtiyacı vardır. kız anlamıştır, lise yıllarında dil bilgisinden kaldığını, yardımcı olacak işareti msn yolu ile diğer odaya göndermiştir. fitil ateşlenmiş, baruta giden yolda hiç durmayacak bir yolculuğa yelken açılmıştır. msn konuşmaları, ofis içinde ki şeytani gülümsemelerin etkisi ile adına çıkma denilen eyleme dönüşmüştür. çıkılmıştır da. ilk yemek tedirginlik içinde, bir fast food da gerçekleşmiş, ilk hikayeler paylaşılmış, hatta kızın eline doğru ilk hamleyi bile yapmıştır oğlanımız. ancak direkten dönmüştür ayrı mevzu. objektif bir tartıda değerlendirilen, beraber geçirilmiş bir günün akşamında, çocuğun heybesinde bol bol artı vardır. haklıdır. gururlanmıştır. artık kız arkadaşı vardır. hemde öyle böyle değil, kızımız güzeldir de..
fitil baruta doğru ilerleye dursun, esas oğlan ve kızımız her akşam ilişkinin hararetini arttırarak, aynı mekanı ikinci kez kullanmadan aşk girdapının içinde yüzmeye başlamıştır çoktan. beyinler, diller, bedenler öyle alışmış ki, ciddiyet demişler. -ben bile taktir ettim şimdi. aferin- iş aile bireylerine açmaya gelmiş mevzuyu. kız atak davranıp annesine anlatmış. erkek altta kalmamış tabi ki, oda öyle. aileler karşılıklı olarak, biraz daha zaman lazım size demişler. sorun yok. zaman ise zaman. zaten zamanın bir anlamı yokmuş ki yanyana olduklarında.hal böyle sürüp, barut yolunda emin adımlarla ilerlerken, patronun sağ kolu tabir edilen lavuk, ve yanında şirketin boş işler sorumlusu birbaşka lavuk çıkmış karşılarına. hemde açıklaması, tarifi yapılmaz bir nokta ve saatte. bir alış veriş merkezi. gece saat 23:00 civarı. ve el ele. geçip gitmiş lavuklar. kız ve oğlan bakmışlar birbirlerine. olan oldu dercesine bir bakışın ardından kahkaha histerisi kaplamış ikisinide. oysa ikiside iyi bilmektedir ki, şirket içi aşk, istifa ile sonuçlanır. gelenekmiş bu.
ertesi sabah, oğlan mesaj yazmış kıza cepten. "aşkım sıcak poça aldım. soğutma. çay odasında bekliyorum." kız cevap yazmış. "senin ateşinle sıcak durur onlar. soğumaz aşkım".. bu fantastik bilim kurgu tadında ki mesajların ardından, beklenildiği üzere çaylar içilip poçalar tüketilmiş. mesai saati başladığında kız görev yerinde, oğlan ise şirkete para kazandırma derdine bürünmüş bile. derken patron giriş yapmış. üst kata odasına çıkarken önlerinden geçmiş kahramanlarımızın. hemde pis bir sırıtma varmış mizacında. beklenen olmuş. oğlanımızı odasına çağırmış patron. tabi ki bu pozisyonu daha önceden tasavvur eden çiftimiz ağız birliği yapmışlardır daha evvelden. "nedir" demiş, sormuş oğlana. oğlan, nokta virgül sapmadan kurguladıkları senaryoyu anlatmış. tamamen yanlış anlaşılma olduğunu, aslında şundan ötürü o saatte bulunduğunu, ve bahsi geçen kızın şu sebeble orda olduğunu, gayet net bir ifade ile anlatmış. patron dinlemiş, tamamdır işine dönebilirsin diyerek göndermiş. kızı çağırmış sonra. sormuş "ilişkinizin ciddi olduğunu söyledi, emin misin kızım? güveniyor musun oğlana?" ... ...
yaklaşık yirmidört saat sonra...
kız muhasebeden çıkışını almış. son kez çalıştığı masaya hüzünle bakmaktadır. biliyor ki, iş 19:30 da sona ermekte ve o saatte evden dışarı çıkamayacak ve oğlanımız ile ancak hafta sonu görüşebilecektir.. aralarında ki sevgi aşk muazzam boyutta. oğlan kördüğüm yaşamakta. evlilik sürecini başlatmak istemiş, ancak ailelerin henüz onaylamamasından dolayı çıkmaza girmiştir. zevk veren iş ortamı haram olmuştur. ne yapsa yeridir o an. sigara yakmış. bir sigara daha yakmış. bir tane daha. sigarayı söndürdüğü son mekan beysar ın evi olmuştur. dertli dertli anlatarak. oğlan, her ne kadar teselli edilmeye çalışılsa da beysar tarafından, sakinleşmemiş, alkol almak için kendini en yakın bara atmak için sokoğa karışmıştır..
ben bunu sana emsal teşkil etsin diye anlatıyorum. üzme kendini. dallas güllerinden bir demet ve çukulatamızı alır gider, allah ın emri deriz. kızı da alırız. tamam mı paşam? e haydi o zaman..
bizim bir sürü hayalimiz var ve hepsi birkaç yıl içinde gerçekleşecek. mesela -nerede olduğu önemli değil- çok büyük olmayan bir evimiz olsun. iki tane odası olsun, ama minçik. salonu olsun, öyle koskocaman değil ama misafiri rahat ağırlayabilecek kadar. sonra, bir televizyonumuz olsun mutlaka. biz sevmeyiz televizyon izlemeyi. ama dostlarımızla pes oynamak için gerekli. sonra, mutlaka bir tavla ve iskambil kağıtları. bir yandan dostlarımızı ağırlarken bir yandan da eğlenmek için. sonra ailelerimiz ya da dostlarımız yatıya misafirliğe geldiğinde rahat edecekleri iki çekyat işimizi görür. öyle misafir odaları olan, her odasının ayrı banyosu bulunan koskocaman şaşalı evleri sevmeyiz biz. gerek de görmeyiz. gönlümüz tok bizim.
bizim bir sürü hayalimiz var ve hepsi birkaç yıl içinde gerçekleşecek. mesela iki oğlumuz olsun. birinin adı çağrı birinin adı bilge olsun. bizim gibi olsunlar. birisi haşarı ama zeki, birisi de sessiz ama çalışkan olsun. dürüst olsun bizim gibi, hayata ve insanlara karşı. bizim gibi korkusuz ama temkinli yaşasın sevdasını. bizim gibi sevsin, bizim gibi güvensin sevdiğine. bizim gibi mücadele etsin ve bizim gibi kavuşabilsin yarine.
bizim bir sürü kararımız var geleceğe dair. mesela birbirimizin kalbini istemeden kırdığımızda bile, yatağımıza asla küs girmeyeceğiz biz. biz zaten küslük sevmeyiz. dayanamayız küs kalmaya. küsemeyiz de zaten. sonra, eğer çocuğumuz erken okumayı öğrenirse bizim gibi, asla büyük sınıftan başlatmayacağız. sigara içeceksek, mutfak ya da balkon dışında asla içmeyeceğiz. sonra, eğer çocuğumuz ileride bizi sigara içerken yakalarsa 'aslında zararlı sen sakın içme' demeyeceğiz ona. gerekirse gördüğü ana bırakacağız sigarayı.
bizim bir sürü kararımız var. mesela, çocuklar büyüyüp yuvadan kanatlanınca, biz de biriktirdiğimiz parayla italya'ya, venedik'e gideceğiz. başbaşa, iki genç aşık gibi gezeceğiz gondollarla o güzel şehri. bir sürü fotoğraf çekeceğiz. herkes bizi görünce gıpta ile bakacak, imrenecek. çünkü birbirimizi ilk gördüğümüzde gözlerimizin içine nasıl bakıyorsak hayranlıkla, o zamanda bakacağız ellerimiz bir, ruhlarımız, kalplerimiz bir.
bizim bir sürü, ama bir sürü hayalimiz var. mesela, torun tombalağa karışıp herkes düzenini kurunca, satıp evi küçük bir sahil kasabasına yerleşeceğiz. şöyle tek katlı, iki odalı, ocaklı minçik bir evde, başbaşa yaşayacağız son yıllarımızı. akşam olunca demleyip çayları, oturacağız mehtaba karşı, koyulacağız koyu bir muhabbete. bazen birer duble rakı alacak yerini bu demli çayların. bazen şarkılar söyleyeceğiz bu masalarda, aşkımızı anlatmaya çalışan. bazen eski ama eskimeyen dünlerimizden bahsedeceğiz. yıldızları sayarken koyun koyuna uyuyakalacağız ayazda. gözlerimizde gözlük, saçlarımız pamuk beyazı olduğunda bile birbirimizden başka gerçek dostumuz olmayacak bizim, sırdaşımız, arkadaşımız olmayacak.
bütün bunları yaşamak için biraz daha bekleyeceğiz. ama yorulmayacağız biz. biz birbirimizle yaşıyoruz hayatı, görüyoruz güzellikleri, dokunuyoruz yıldızlara, bulutlara.
bizi biz yapan bütün tesadüflere, kadere; bütün çilelere, sevinçlere; bütün öfkelere, korkulara şükredeceğiz hayatımız boyunca.
ben bu yazıyı bize yazdım aslında. sen diye ben diye bir şey kalmadı artık ortalıkta.
bazen sevdiğine söyleyemediğin, boğazına düğümlenen cümleleri bir yere yazmak istersin ve hepsini "bu yazıyı sana yazdım" diyerek sonlandırırsın. gönderilmemiş mektuplar vardı, onun gibi.
Aynı pencere, güneşin değmediği gündüze açılan. Kirlenmiş, tozlanmış beyaz çerçeveler. Transparan tül perdenin hafif kıpırdanışları ve hazin bir musikinin dışavurumu...
türevleri ile çoğaltılabilecek, ama her türev kokan denklemi çoğaltsaydık oho işimiz vardı be moruk gibi hiç de güzel türkçe'mize yakışmayan argo ile diferansiyellenebilicek bir garip harf bütünü, okuduğumuz da ise ses bütünü.
rüzgâr eser kanatlarımın altından
kaldırır göğe beni, bedenimi
yağmur ıslatır her damlasında
yaramı kanadığından
temizler içimde çürüyen sessizliğimi
kırılır kanadım yalnız uçarken
savaşırım tek başıma,
tek kanadımla,
karanlıkta,
bir el yok yardımıma koşan,
düşüyorum
tutamıyorum bedenimi
düşüyorum düşlerken
sert esen rüzgârla
tenim kesilirken seni
yerdeyim şimdi
cansız bedenim sarılmış toprağa
gözler açık bakarken ardıma
doğa alır beni içine
ruhum varırken arşa
izlerim
çürürken bedenim
katlanırım her şeye
özleminden yanarken
kan ağlarken
sessizliği
karanlığı
yalnızlığı geride bırakırken ruhum
düşlerim hala seni
nisan 2009
edit:
kaynak: c:\documents and settings\esmk\desktop\yazdıklarım
ben, sıkılan birilerini aramıyorum. çocukça bahaneler arkasında, sevgiyi hırpalayan birilerini aramıyorum. ben sevgi lafından duygulanan birilerini aramıyorum.
ben, benimle olduğu sürece her şeyi ilk kez yapıyormuş gibi mutlu olan birilerini arıyorum. benimle ilgili bahaneler aramayacak birilerini arıyorum. sevgi lafıyla, aklından geçtiğim birilerini arıyorum.
çok mu şey istiyorum?
sen;
sen de böyle sevebileceğin birilerini aramıyor musun?
gel bırakalım kırılmış kalplerimizi bir kenara, parçaları batmasın göğsümüze. haketmeyen, farkına bile varamayan insanları da atalım bir kenara, bakışları delmesin ruhumuzu.
kalpsizce sevelim.
duygularımızı döve döve.
kalbimizin olduğu yere başka bir kalp yapalım sonra, ruhumuzdan kopardığımız parçalarla. sen bana kendi ruhundan bir parça ver, ben de sana. ruhun kalbim olsun. ruhum kalbin olsun.
sevgi bile halinden utansın, çekilsin bir köşeye.
sen beni tanı, ben de seni, yavaşça. gerekirse bir ömüre sığacak gibi.
bir kerecik doğru gelsin yaptıklarımız. attığımız adımları düşünmeyelim. imalar sadece kitapların süslü cümlelerinde kalsın bize göre. aşk olmasın bunun adı.
gel seninle bambaşka bir sevgi yaratalım.
ne kör olsun bu sevgi, ne de sarhoş etsin.
her şeyin gün gibi ortada olduğu, önünü görebildiğimiz, etrafı aydınlık ve ayık bir sevgi.
çok şey istiyorum?
ben;
ben böyle sevebileceğim birini arıyorum işte. uğruna laf olsun diye değil de gerçekten fedakarlık yapabileceğim biri.
bedenin uzak bana evet. ama ruhun yakınımda. biliyorum. hissediyorum. arıyorum seni. duyuyor musun?
özlemek gibi bir şey;
böyle göğüs kafesine saplanan acıların olmadığı bir sevgiden bahsediyorum. tatlı tatlı sevmek. yanında hissetmek için değil de yanımda olmak istediğini bilmek için.
Tut elimi. ağzından kelimeler dökülsün. her biri çarpsın tekrar tekrar kulaklarıma. ben sesini kazıyayım aklıma, sen yüzümü hatırla her kelimende. yavaşça uzan dizlerime. kolların kavuşsun yüreğinin tam üstünde. ben ruhumu güvende bileyim, sen ruhumu ölesiye koru.
bunu arıyorum ben. çok mu şey istiyorum?
uğruna sayfalarca yazılar yazayım. her gece rüyam ol.