bir hastanenin ruhsuz koridorunda karşılaşmıştık seninle.. ikimizde çökük bir zaman diliminde aynı sıkıntıların dalgalarında boğuluyorduk. gunler günleri kovaladı biz hastane ile bağdaştırdık kendimizi, birbirimize sırt verdik destek olduk zor günlerde; şükür atlattıkta. öyle bağlanmıştım ki sana korkularımı saklayamayacağım hissi eritiyordu günden güne beni. sana bakınca kendimi unutur hale gelmiştim. böyle bir sevgiyi, bağlılığı hangi masal anlatır bilmiyorum. attığın her mesaj cennetin mujdesi gibi geliyordu bana. o günlerde mutluydum ama öte yandan seni sevmenin ve sana bağlanmanın bir gün kaybedebileceğim korkusu ile çatışması kan revan içinde bırakıyordu düşüncelerimi.
öylesine seviyorum ki seni oylesine kabullenmiştim ki bunu sana açıklamak bile imkansız geliyordu bana. benim, senin, sana olan sevgimin büyüsü bozulur korkusu beni içten içe büyük acılarla bezenmiş ölüme götürüyordu sanki... ne yapacağımı bilemiyordum, yusuf gibiydim kör kuyularda sanki çıkışım yoktu. akrebe intihar hakkını veren rabbimden bu ızdırabın bitmesini istiyordum sürekli. hastaydım yatağa düşmüştüm, sen o kötü günlerimde bile o saflığınla, hayatında hiç gunah gormemiş çocuksu, ürkek, etrafına hayat ışığı yayan gözlerinle yine de beni yalnız bırakmıyordun. sen suya benziyorun; hayatın kökenine yani. ben seni deliler gibi seviyordum ya; bu sevgiyi de bir türlü kendime layık göremiyordum. sanki allah'ın bana bu kadar büyük bir lütuf vermesi imkansızdı. ve karar verdim eğer ikimizinde sorumluluk sahibi olarak bir hayat sürmemiz gerekiyorsa bu aşk ölmeliydi. günler geçiyordu ve ben ne yapacağımı bilmediğimden içinden çıkılmaz bir kaosun içersinde boğuluyorudum ve karar verdim seninle bir daha asla görüşmeyecektim.
bir 28 nisan günüydü hastaneden taburcu oldum önce, bütün iletişimimi kestim dünyayla, önce telefonlarımı arkadaşlarımı ailemi herşeyi uzaklaştırdım kendimden... senin benden haber alabileceğin herşeyi bertaraf ettim. sana olan aşkım artık bitkisel hayattaydı, bana geriye kalan tek sey yasını tutmaktı... uzun bir sure kimseyle görüşmedim evden çıkmadım hiç. aşkım ölüyordu ikimizin kurtuluşu için. aşk ölecek biz de birbirimizden habersiz bir şekilde birbirimizi sanki hiç tanımıyormuşuz gibi yaşamaya devam edecektik. birkaç gün sonra cep telefonumu actım aynı saniye de senden bir çağrı ardından bir kısa mesaj geldi: yaşıyor musun? o an yıklıdım aşk ölmemişti daha güçlüydü ve benim sadakatsizliğimin cezasını vermeye gelmişti. banyoda ağladım dakikalarca, utandım kendimden, kahroldum, ölmek istedim. ama biçare yapamadım. bir süre sonra sana iyi olduğumu gösterebilmek için attığın maile cevap yazmaya karar verdim tarih 3 mayıstı ve gecenin kör vaktiydi. "senin bu yaptığın çocukluk" diye yazmıştın bana bense "keske hep çocuk kalabilseydim..." diye başlamıştım zırvalamaya, ve herşeyin bittiğini sanmıştım...
sana olan aşkım bana bu dünyadaki en büyük cezayı kesmişti. seni unutmadan yaşamaya mahkumdum artık. elim, gönlüm, düşüncelerim, gençliğim sana kelepçelenmişti. mateme sürdüm kendimi aylarca sakal traşı olmadım, ve o günden sonra bir daha renkli bir tek elbisem olmadı hep siyahların içine boğdum kendimi, hiç kimseye söyleyemedim bu sırrımı. günden güne kötü oldum sevinemedim hiç bir güzelliğe. zaten senden daha güzel hiçbirşeyimde olmadı.sessizliğe büründüm. dondurdum tüm hayatımı. senin ahını almıştım hiç birşey demeden çekip gitmiştim. bu vicdan azabını yüklemiştim sırtıma. öyle ya kolay mı o kadar çekip gitmek. bunun bir bedeli de olmalıydı ve oldu da
hatırlar mısın sen bana birgün mesaj atmıstın "ne yapıyorsun?" diye.. bende düşünüyorum demiştim. beni gıcık etmek için "dusunen adam" diye yazmıştın. gülmüştük o gün kendi halimize. o günden beri heryere dusunenadam yazdım ben. içimdeki sana ait yegane hatıra olmuştu. artık bana her dusunenadam diye seslenildiğinde sen geliyordun aklıma bundan habersiz. gülümseyişin geliyordu, çocuksuluğun masmune gunahsız bakışların, nur gibi güzelliğin geliyordu. kokunu hissediyordum...
4 yıl geçmişti aradan, günlerden bir gün mail adresin geçti elime oturdum ağladım. ben aşıktım, sen aşkın degeriydin. ama herşey değişmişti aradan yıllar geçmişti ve birgün msn başındayken birden bir yazı çıktı karşıma "gamze şimdi oturum actı" diye... o an kontrolumu kaybettim gözlerim yaşarmıştı, ellerim titriyordu, celladıyla göz göze gelen mahkum gibiydim. bitmeliydi bu vicdan azabı, bu solgunluk, nasılsın dedim sen iyiyim dedin ben senden çekip gittiğin için hakaret etmeni beklerken... sen yıllar önce yaptığımın çocukluk olduğunu ve bana kızgın olduğunu söyledin. bende senin hatıranı dusunenadam olarak yaşattığımı söyleyince bana sen ancak düşünen çocuk olursun dedin. beni sen var etmiştin hiç değişmemiştin hep aynı; tüm merhametinle aynıydın:
hayatında hiç günah görmemiş nur yüzlü bir çocuk gibi.
birine yazılan yazıyı anlatan hadisedir. *
sözlük temamda bir erkek çocuğu kırlarda bayırlarda bir köpek dahilinde kız çocugunun peşinden koşuyor. sende koş benim peşimden yalnız köpek olmasın.
ne çok şey varmış sana yazacak. daha önce de yazdım sana. ama içimden defalarca. yanımda minicik bir not defteri taşırdım ama ne zaman yazmak istesem yanımda olmaz. her "ama"nın
peşinden bir yalan gelir derler. doğruymuş. yanımdaydı defter ama yazamadım. hayda..
ya tamam kabul yazardım ama yazmadım. utandım. yanımdaki bıyıklı amcanın ne yazdığımı okumasından utandım. entele bak "ehehe" diye gülerler diye utandım işte.
konuya halen daha giremedim zaten konu da yok ortada. konu biziz zaten. sen ve ben bile değil biz. ne yazsam bize dair bizi anlatabilmek zor. herkes biz der biz gerçekten biziz. aynı anda düşünüp hareket etmek tek bir bünyenin yapacağı iş değil midir. biziz diyorum ya işte. biz biriz.
kafamı kaldırıp bakıyorum kitaplığıma ne yazsam diye. anlatacaklarımı sığdıramıyorum ki kelimelere. bak silesim var "bugün" butonuna basıp bitiresim var bu entry bir anda.
"biz" varız ya içinde kıyamıyorum.
zamana karşı koymak mı zor olan, yoksa zamanla birlikte değişmekte mi marifet? sanki birlikte atılmış ilk adımdan bu yana birlikteymişizcesine, uzun zamandır karşımdaymış gibi izliyorum. sorgusuz, anlam vermeye çalışmadani ön yargısız; sadece izliyorum. çocukken elini yakmış sobadan dersini almış, yanında biraz korku dolu, hala masum, yine gülümseyerek ısınmaya çalışışını, bu sefer yanmaya mecali olmadığını açıkça gösteren gözlerini görüyorum. hayat hep mi acımasızdır sorusunu getiriyor aklıma, hemen ardından herşeye rağmen hayatta kalabilme mücadelesi çekiyor dikkatimi. tutunduğu ince dallara rağmen güven arayışını farkedince anlıyorum sevme çabasını, geçmişi silmeye çalışırken neden bir gelecek peşinde oluşunu... hatalar vazgeçmek için değil daha sıkı tutunmak için bahanelere dönüşürken mutluluk oyunları oynadığınıda görüyorum. ama üzülmüyorum; hani bilirsin ya; dağ gibidir, yıkılmaz, bozulmaz. bir şeylerin izlerini taşırken yeni yaralara yer arayacak kadar cesur oluşuna şaşırıyorum; ama hep yanıltıyor gücü beni. karşıma yeni sevgilerle, yeni düşlerle çıktığında önceki kırgınlıkları hep aklımda olsada hayata gülümseyişi susturuyor beni. hep daha iyi olmasını diliyorum, hakettiği gibi olmasını... bütün yaşananlara son defa yaşanıyormuş gibi yaklaşması bana umudun gerçek yüzünü gösteriyor... anılar süslü sayfalarda kalmıyor, hayatının tozlu sayfalarına kapkara yazılıyor ama bugünün sisli havasına rağmen yarını pembe görüyor ve varoluşun gerçek nedenini insana gülümseyerek yaşatıyordu... hayatı duymuyor, karşımda duruyor ve sadece yaşıyor... anlamsız düşlerden, gözlerinden, yüreğinden damlayanları asla hüznün sonuçları olarak görmüyor, hala gülüyor, hala yaşıyor, herşeye rağmen beklemekten vazgeçmiyor. dünden kalanlarını görmek istiyorum, ama bütün yaşanmışlıklar kırıkların arasındaki o ince çizgide... görünmüyor, göstermiyor, kanıyor, aldırmıyor... son defa giyip gardını, yüklenip umutlarını, neşesini, son gücünü; yola düşüyor parmaklarının ucunda. korkudan uzak görünüyor; eskisi gibi değil ama hala biaz masalımsı tutunuyor hayatın kıyısındaki parmaklıklara... yine son defaymış gibi, yine en farklısıymış gibi... hiç korkmuyormuş gibi davranıyor ama hissediyorum; korkuyor. ama tadını almaksa hayat, bir kere yaşanacaksa bu anlar, değer biraz cesur olmaya. burada hareketsiz izlerken sessizce iyi yolculuklar diliyorum, ona, umutlarına, düşlerine... bu sefer son olması için, bu sefer farklı olması için ihtiyacı olan bütün güven, bütün hisler yanında olsun isterken o gidiyor... hayat diyorum; herkese mi bilmem ama hep aynı davranıyor... sorgusuz, nedensiz, zamansız, vicdansız... bütün engellere rağmen yolun açık biliyorum; güçlüsün biliyorum...
ben bu yazıyı sana yazdım; eline geçen ne kadar çok yazı vardı oysa kelimelerle süslenmiş, yaldızlanmış yazılardı suskunluğunun hediyesi olarak sana sunulan. bu yazıda da süslü ve yaldızlı kelimeler mi arıyorsun yine? süslü ve yaldızlı sözcüklere ben artık siyah bir nokta koydum; ucu sadece bana bakan siyahi bir cisim gibi. senin göremeyeceğin cinsten bir nokta, gördüklerine saymalısın. nasolsa gördüklerin sadece seni elde etmek için uçuşup duran bir şeytan tüyünün son kalemiydi sana dokunmaya çalışan, son mürekkep damlasının son çizikleriydi süslü püslü. boyama kitabına benzemiyor muydu? bak işte, ben bu yazıyı sana yazdım, çok durağan ve monoton sözcüklerin karışımındaki sessizlik serüvenini okur gibisin. sen hep okuyorsun, alışkınsın okumaya. çocuksu ifadeler bekliyordun sen sanırım, artık ifadeler de tükendi. şimdi ben bu yazıyı sana yazdım; pelerinini giymiş görünmezliğe anlam katan bir ışık gölgesinde seni görüyorum sacede bir karartıdan ibaret; kaybolup gidemiyorsun bile, çünkü o kadar ufaksın ki artık anlatacak süslü püslü kelimelere sığamıyorsun. öncesinde de sığamıyordun; ben sığdırmaya çalıştım. ağır geldi süs püse; bak taşıyamadılar seni, değerli değilmişsin demek ki çok. değer verilenmişsin sadece; ama değerli kalamamışsın işte. üzülme, ben bu yazıyı sana yazdım yine de, boş gözlerle bakan bir gökyüzü gibi sade ve basit.
seni ilk gördüğüm zaman etkilenmemiştim açıkçası. bir sürü yabancının arasında ciddi bakışlarınla ürkütmüştün hatta. zaman geçtikçe içinde bir çocuğun olduğunun farkına vardım. bazen cazibesine dayanılmaz bir dişi, bazen de küçük bir çocuk oluyordun.
kalbimi sana ne zaman kaptırdım? bilemiyorum. gözlerinin içine baktığım hatta elini tuttuğum her güzel kadında seni görmeye başladığımda anladım kalbimde büyüdüğünü. ya sen? sevmezdin bağlanmayı, her çiçekten bal toplardın, hem zeki hem kibirliydin. siyah kanatların gökyüzüne açılırken saçların savrulurdu ve bir kez daha artık inanmadığım aşka inanmaya başlardım.
ne kadar aptalmışım. meğer yolumun üstünde değilmişsin, kalbime vurduğun da bir prangaymış. yine de teşekkür ediyorum sana. bir belediye otobüsü mesafesinde olsan da, seni göremesem de, gözlerinde kaybolamasam da, saçların parmaklarımda akmasa da sana teşekkür ediyorum. bana umut etmenin ne kadar anlamsız olduğunu hatırlattın.
seni daha o köşede bırakırken özlüyorum, giderken tekrar dönüpte bana o bakışın asılı kalıyor gözlerimde. ardınsıra bakakalıyorum bir çocuk gibi, o anda çarpmaya başlıyorum her bir saniyeyi bir ömüre. yol boyu yüzümdeki tebessümde saklıyorum seni. an geliyor bir hançer gibi saplanıyor beynime özlemin, gözümün değdiği heryerdesin. seninle duran zamanı her bir nefeste sayıyorum geçsin diye, bir gün iki gün derken kaldı dört gün... yine bana o gelişini bekleyeceğim gün...
sana gelmek isteyen sözlerimin ayakları birbirine dolanıyor, yazıp yazıp siliyorum anlatamadıklarımı...
içten dışa taşan bi kargaşa sanki... ne garip bi denklem bu?
insan yaşamadan bilemiyor bazı şeyleri, tanım koyamıyor evet...
peki yaşayıpta anlatılamayanlara ne demeli?
göz kapaklarımda gizlenen yüze, bakamadığım göze,
içimde bıkmadan konuşan ama dilimden çıkamayan söze...
avuçlarımda gizlediğim en güzel hazineye...
ömrümce anlatsamda hep eksik kalacağım biliyorum.
bu öyle bi hal ki, o anlatabildiklerim buz dağının sadece görünen yüzü.
ahh bi bilebilsen suyun altındaki keşfedilmeyi bekleyenleri,
sana ulaşamayan sözleri...
keşke ben demeden duysan diymediklerimi,
işte o zaman anlardın aşk kelimesinin duyduklarının yanında küçülen cismini,
huzurun ta kendisi olan beraberliğimizi...
acizliğime sığınıp yeniden anlatabilmeyi umuyorum o iki kelimeyle sana...
seni seviyorum...
(Biraz gerçek, biraz kurgu ve kısmen serpiltilmiş duygu...)
Bugün 11 Nisan. Bir yıl öncesi için çok güzel bir gün, şu an için ne kadar kötü, ne kadar sıkıcı bir gün. Bütün güzel günleri hatırlatan, adeta gözüme sokan bir gün. Beni yoran, üzen bir gün. Yaşamak için sebep ararken, bana yaşamanın sebebini yaşamamı sağlayan bir gün. Bir yıl öncesi "Sevgilim olur musun?" soruma "Olurum." diye cevap veren birini yaşama sebebim yaptığım bir gün. O gün fakında olamasam da hayatımda ilk defa aşık olduğum, hayatımda ilk defa birine bağlandığım bir gün. Ya bugün...
Bir yıl öncesi kadar mutlu değilim ben bugün. Bugün ayrı bir hüzün var üstümde, ayrı bir durgunluk, ayrı bir huysuzluk. Yalnız kalmak istiyorum bugün, kimse "N'oldu, Niye durgunsun?" demesin istiyorum. Belki ağlamak istiyorum, ama duşta ya da bahar yağmuru da olur. Görmemem lazım o tuzlu damlaları, acıtır canımı onlar, ayrılamam onlardan. Ayrılmasın isterim sevdiğim kişiyle alakalı bir şey, kalsın canımı acıtsa da, o beni sevmese de kalsın. Evet kalsın, çünkü ben hala o'nu severim. Ben hala çoğu şeyden pişmanım, şikayetçiyim çoğu şeyden. Telefonu evde unutmam, o'nun beni dinlemeden ayrılık mesajı atması, benim sabırsızlığım, o'nun inadı, benim kendimi anlatamam, o'nun beni anlamamak istemesi, benim o'nu çok fazla umursamam, o'nunsa beni hiç umursamaması. Bunlardan pişmanım, şikayetçiyim birazda. Çünkü bir tanesi olmasa bu yılda 11 Nisan'ı sevecektim, belki sevdiceğimle geçirecektim. O'nu üzmeyecektim, üzülmeyecektim. Ya da güzel bir kutlama planı düşünecektim, "Seviyorum Seni" diyebilecektim.
Ama bunlar olmaz işte, sevemem artık bugünü. Bugün ayrı bir kızarım kendime, ayrı bir eleştiririm kendimi en ağırından. Suçlu bulurum kendimi, ama infaz edemem işte. Sadece beklerim, belki infaz edilmeyi, belki de affedilmeyi. Ama ikiside olmaz, kalırım öylece. Belki sevilmeyi beklerim, belki de sevilmemeyi. Unutmayı beklerim, unutulmuş olmayı belki de. Yalan bunlar, tek dileğim var. Kaç yıl geçerse geçsin değişmeyecek olan. Araması sevdiceğin, mesaj atsada olur. Konuşmasın, bi'şey yazmasın, ben anlarım halinden. Belki tutamam kendimi, ağlarım aniden.
Bugün ayrı bir utangaçlık vardır üstümde, alışık değilim tuzlu yaşlara ondandır belki. Belki yaptıklarımdan utanıyorumdur, o'nu kızdırmamdan, o'nu kendimden soğutmamdan. Ayrı düşünceler gezer kafamda bugün, ayrı hüzünler var kalbimde. Bugün kurtulamam düşüncelerimden, çıkmaz aklımdan o ve o'nunla alakalı şeyler. Bugün ölümle yaşam arasındaki ince çizgide yürüdüğüm, ne ölümü ne de yaşamı tadabildiğim bir gün. Bugün uğruna yazılar yazabildiğim ve o'na ithaf edebildiğim birini gönlüme, kalbime soktuğum gün. Bugün "Kaç uykusuz geceye daha şahit olacağım?" diye merak ettiğim, isyan ettiğim bir gün.
Koskoca bir yıl devrildi. Ama ben hala geçmişteyim 'geçen' denen senede, yani bir yıl öncesinde. Bir ayın tadı damağımda, o bir ayda sevgim o'nun kahve gözlerinde yankılanırdı, şimdi o gözleri bile göremiyorum. En zor zamanlarda devaydı sesi, şimdi ise o'nunla konuşamıyorum bile. Küçücük bir ay ne kadar büyük duygular yükledi bana, öyle ki koskoca onbir ay silemedi. izlerini bile! Değil onbir ay, onbir yıl geçsede silinmiyecek galiba bu duygular. Ben hala aynı ben olacağım, belki evlenmiş ya da ölmüş olacağım. Ama bugünün acısını unutturmayacak kalbim. Ve güzelliklerinide, seni de, seni sevdiğimi de.
Bugün 11 Nisan. Bugün ayrı bir dileğim var, ayrı bir düşünce. Ölüm denilen yeniden doğuşu yaşamak isterim belki de. Dilektir bu, Rabb'a dua hem de. Sonsuz olsada bu sevda, o'nsuz yaşamak çok koyuyor be, yaşamayız bizde.
Gidenlerin ardından hep bu güzel, iç ısıtan sözler mi kalır bilmem ama senin ardından bir çift söz kaldı sevgilim, 'Seni Seviyorum'.
çok üşüyorum, kuru esen rüzgar adeta iliklerime işliyor. sen yoksun ya ben çok üşüyorum.
düşünüyorum, neden bana bu kadar ön yargılısın? neden bir kere denemeye bu kadar karşısın.
anlayamıyorum seni, anlatamıyorum derdimi. bilmiyorum sevgilim ben ne biçim bir insanım.
artık sevgilim değilsin ama. kullanmamam mı gerek o güzel, samimiyet ve sevgi kokan kelimeyi?
yasak mıdır bazı şeyler? yasakta olsa ben dayanamaz çiğnerim yasakları,
çünkü ben severim seni hemde çok 'sevgilim'.
__________________________________________________________________________________________________________________________________________
--spoiler--
üzgünüm seni kırdıysam eğer
üzgünüm bağışlarsan eğer
yine bana gel yine beni sev kucakla
--spoiler--
ben o kadar şatafatlı sözler yazamam biliyorsun, kafam kıyakken harbi olurum ben seni sevdim sen beni sevmedin sen elmayı seviyorsun diye elmanın seni sevmesi şartmı dedi bir arkadaşım ama,
bugün bendesin
hatıralar bende
acı bir hayat buldun bu bedende
ne kalem yazıyor, ne kağıt yaz diyor bu demde
kalem isyan ediyor anlattığı derde
bir nefes sigara artık tek çare
külleri ben misali yanan
dert atan
zehir akıtan
yari hatırlatan
bir nefes sigara...
tuz basmak gibi bu kanayan yaraya
çektikçe içime, sen üflüyorum
sen zevk aleminde yaşarken ben
bu pencere önünde bu kağıda
bir elimde dostum diğerinde kalem
seni yazıyorum.
sensiz bir baharı kucaklıyorum yine... havada nefis bir koku , pırıl pırıl bir güneş...ama ellerinde ellerim gözlerinde gözlerim yok... seni çok özledim...
kapalı bir mekandayken yağmur yağdığını görünce ne şemsiye ne sapka tek düşüncem kapıyı açıp kendimi evden dışarı atmak atlaya, zıplaya su birikintilerini sıçrata sıçrata ayaklarım ıslansın diye kasıtlı çukurlarda bata çıka yürümek, baştan ayağa ıslanmak isterdim. oysa şimdi yağmur yağarken kulağımda önleyemiyorum izel'in şarkısı çalınıyor ''önce hafif bir rüzgar ardında fırtına böyle başlamış bu ayrılık hikayesi'' şarkının adından bile hazzetmem, anısı da yok ışıklı yol ne alaka hem ben izel sevmem, dinlemem ki senle ayrılık hikayemiz de yok başlangıcımız olmadığından ama bilmem duymak istediğim hüznü eksiksiz yaşatıyor. şapka takmak istemezdim diyorum ya saçlarım yüzüm ıslansın hatta göğe kaldırıp başımı yağmur damlalarını tam da yüzüme isabet ettirmek hoşuma giderdi senden sonra bu böyle değil yüzümü gizliyorum ıslanmak istemiyorum. beynim komutu veriyor, dinliyorum. eller cepte umarsızca nereye çıkacağını bilmediğim sokaklarda yürüyorum, şarkılar mırıldanıyorum tenha yollar arıyorum ki sesimi daha gür çıkartabileyim. bazı zaman dikkatle baktığım yüzler oluyor. tv dizi oyuncularının yüz hatlarını incelediğim, senin yüzüne benzer yanlarını arıyorum, hatta sen gibi saçını 2 vurdurmuş bir adama rastladığımda yüzünü silip seni görebiliyorum ve neden saçlarının uzamasına izin vermediğini en çok üç hafta sonunda yeniden kısalttığını hiç öğrenemeyeceğim, soramayacağım ki.
şimdiyse yapmak istediğin nedir senin ha? ne bu ciğercinin önünde dolaşan kedi tavırları biliyormusun bunu bile beceremiyorsun. ciğerci kedisi dediğin sırnaşır, ayaklarına dolanır, adımlarının yaklaşmasını izler, ellerine bakar, bekler.. o mağrur duruşla nasıl benzeşirmiş ki? ben önden gitmeliyim ki sen arkadan geleceksin. gelip gelmeyeceğini bilmemeliyim ki yüreğim ağzıma gelsin. aa o geldi o diyeyim gözlerim gene kaysın, suratım sanki olmayacak birini, bir starı görmüşcesine şaşkınlıktan eblek bir hal alsın. servisin önüne geçip de durmanın mantığı ne? hele bir de kıl olduğum tavırların var ki? neden durduğuna anlam veremiyorum. benim için mi beklediğin mi var? nasıl anlayacağım ki hep tutarsız hallerin, iki adım öne bir adım arkaya gidip gelip yine gözümün önünde dikilmen istemiyorum bunu yüzüne bakmamak için yollarımı değiştirecekken nerdeyse, burnumun dibine gelmenden hoşlanmıyorum, iyice anla istemiyorum.
kahretsin, kendime de yalan söylüyorum. köpek gibi de istiyorum. arka arka yürüyeceğim nerdeyse peşimden gelip gelmediğini görmek için, arkamdan bakmış olursan bu bakışı yakalamak için. üstüne üstlük sigara içiyorsun önümde sigara kokusundan da, içen de nefret ederim. sen olunca nefretlerimin esamesi okunmuyor. nasıl yakışıyor eline ne kadar çekici gösterebiliyor o nefret ettiğim nesne seni bir paket içse diyorum, izleyebilsem ben de onu ama zehirleniyorsun her nefeste sen yine de içme ve biliyorum sana hiçbir vakit sigara içmeni istemiyorum, bırak şu zıkkımı leş kokuyorsun diyebilecek kadar yakın olamayacağım.
birkaç gündür etrafımda volta atıyor olman, allak bullak etti dengemi bitirdim dediğim aşkını içime yığmışım, gün ışığına çıkmaya hazır, nazır ama sana güvenmiyorum sen de yağmalaya hazırsındır. oyunbozan, soğuk bakışlı adam ne o yoksa oyun mu başlatmak niyetin ipi elinden aldım diye mi bu gelişlerin kukla oynatmak hoşuna mı gitmişti değil mi nasıl gitmesin? yeniden mi istiyorsun vereyim ipi ellerine ama sahne değişti sen bilsen de bilmesen de hala aptalım ellerindeyim evet de iplerim koptu yönetilmek yok bu seferde bir kez daha geçmez ellerine bunu da beceremedin şahanem. sahne senindi, kukla senin, yönetmenlik hikaye ve başrol tabi ki senin olmadı oynatamadın erkek güzeli şimdi yeni çabalardasın görüyorum seni ama aklım yetmiyor çözemiyorum.
bir erkeği istiyorsan öylece duracaksın. sevmezler peşinden koşulmasını sen duracaksın o gelecek diyorlar ya yoksa yaşıyor olabilirmiyim bu formülü senden geçtim diye mi keşfe çıktın, sırt çevirmiyorsun aksine yüzünü açtın bana bak diye sesleniyorsun. yok, gülüşüm yok olamayız seninle ama amacın aklıma girmekse başardın yine galibiyet sende rüyalarıma giriyorsun gene ama bu kez rüya yorumlarına kafa yormuyorum. akıllandığımdan sanma ondan değil, kendime karşı duyduğum suçluluğu katlamamak için yatağımdan anlamsız mutlulukla kalkıyorum, uykumu almış hatta fazlaca uyumuş gibi kızıyorum sonra kendime ama rüyamdasın işte ne yapayım bilinçaltıma da engel olamam ya devreye girdi haliyle ne yapmak istiyorsun sevgili ya uykuya yatır beni, ya bir an olsun kapattırma gözleri arada derede kalmak ne beter şey haberin yok senin. seni söküp atmış, slow parçaları yeni yeni terkedebilmiş, yüzünü resmetmek için vakit yaratmaya çabalamaktan alıkoymuşken kendimi ne yapmak istiyorsun sen şimdi? ummadığım köşe başlarında beliriveriyorsun, kış günü hava ayaz, buzlar sırça sırça sarkmışken damlara o vakit musluktan dondurucu elleri felç eden su akar da yıkarsın ya ellerini, yüzünü hissizleşsir ellerin çok oyalanırsan tenin kızarır. sen şimdi karşımda dikilmekle aynı duyguyu yaşatıyorsun bana hissizim ve felçli kıpırdayamıyorum canım yansa da ellerimi suyun altından çekemiyorum. hiç bir şeyi istemediğim kadar seni istiyorum.
bi gün ayağım bi boşluğa düştü yuvarlandım aşağı...önce karanlıkla tanıştım sonra sevmeyi öğrendim onu, kokunu duydum daha sonra yanlız olmadığımı anladım.gözlerim alışınca karanlığa varlığın ışık oldu bana.hikayeler anlattın dünyayı anlattın çocukluğunu korunmasızlığını kimsenin seni merak etmeyişini aslında ne kadar korktuğunu.usulca sarıldım sana inandım,bende yaralanmıştım acınacak kadar soluklaşmıştı ruhum.ruhumu sevdiğini söyledin hüzünlü gülüşümü ekledin sende suratına, seninle sende doğdum tekrardan.iki aciz yaralı ruh bir olup kalkabilirdi ayağa.geceleri masallar anlattın uzak yollardaki yakın insanları tek kelimeyle bağlananları kötüleri anlattın sende zerre kadar var olmayan duyguları.dinledim...sen benim diğer yarımdın artık dışardaki yaşamımı özlemiyordum bile küçük kör bi kuyuda yaşamak yaşlanmak orada ölmek istiyodum senle ,kulağıma şarkılar fısıldıyordun.geride kalan annem babam beni seven adam silindi gitti sadece önemli olan sendin.ama anlayamadığım şey farkedemediğim şey sen değersiz olmaya o kadar alışmıştın ki herşeyim olmayı kendine kabul ettiremedin.bana iyi davranıyordun çünkü kendimi toparlarsam kalkıp gideceğimi düşünüyordun.içten içe hep gitmemi istiyordun.paylaştığımız kuyu aynı olsada ortak olduğumuz tek şey karanlıklardı.ve benim hiç saydığım ama asıl olan senin orada doğduğun benimse oraya düştüğümdü...
bitermiş. bende yeni öğrendim bunu, bilmiyordum daha önceleri. çocukluğumdan beri inandığım bir şey var. insan hayatında sadece bir kere aşık olur. aşk filmlerde, dizilerde, kitaplarda bahsedildiği kadar basit bir şey değildir. ben hayatımda bir kere aşık oldum. evet beraber olduğum insanlar oldu ama sadece bir tane sevdiğim oldu. öncekilerde sadece seveceğim insanı arıyordum, deniyordum. o yüzden de kimseye aşkım, hayatım dememiştim; canımla, çiçeğimle geçiştirirdim. sonunda aşık oldum ve hala da bitmedi. bitmeyecekte. ne yaşanmış olursa olsun, sonu kötü bitmiş bile olsa benim aşkım hiç bitmeyecek. ama öğrendim ki herkes için bu böyle değilmiş. meğer aşk bitermiş. artık biliyorum...
peki ne gerek var beylik laflar etmeye hakkını veremeyeceksen? ne gerek var karşındakini de kendini de kandırmaya? ne gerek var insanların duygularını incitmeye? hani ömrünün sonuna kadar uyumadan önce gördüğün son, uyanınca gördüğün ilk yüz benim yüzüm olsun istiyordun? hani sevgimle girecektin toprağa, sevgimle çıkacaktın topraktan? hani bensiz içtiğin sudan, aldığın nefesten tat almıyordun? hani ben senin için bugüne kadar ki herkesten farklıydım? hani benimle yaşlanmak istiyordun? geceleri aramıza girmesin diye çocuk yapmak istemiyordun ona ne oldu? ne oldu peki gülüm? ne değişti de sevgin bitti? sevgi o kadar kolay biten bir şey mi? bilmiyorum..
benim asıl yandığım kandırılmak değil, benim asıl yandığım terk edilmekte değil, benim asıl yandığım bundan sonra bu sevgiyi hakeden biri çıksa bile karşıma ona bu sevgiyi veremeyeceğim. çünkü çoktan, aslında haketmeyen biri aldı bu sevgiyi. bundan sonra hayatıma girecek en mükemmel insan bile onun kadar değerli olamayacak benim için, onun kadar özel olamayacak. biliyorum...
annem beni uyarmıştı. "kimseyi kendinden daha fazla sevme oğlum çok üzülürsün." demişti. yapamadım. ben o kadar aptal bir adamım ki yapamadım. o kadar sevdim ki, kollarımdayken sanki evladımı kollarımda tutuyordum, o kadar sevdim ki allah'a tapar gibi ona tapıyordum. o kadar sevdim ki canını istiyorum ver dese tereddüt etmeden verirdim. bir insan başka bir insanı neden bu kadar sever ki? nedir onu o kadar özel kılan? aşk mıdır? eğer aşksa, nasıl olurda insana bu duyguları yaşatan aşk bir gün biter? ben mi çok aptalım yoksa? yoksa insanlar mı çok zeki? kendilerini üzen bir şeyden kaçıyorlar hemen. bense seviyorsam bırakmıyorum onu, ömrümden ömür, canımdan can, ruhumdan ruh veriyorum aşkıma. 21 yaşındayım sadece, saçlarımda beyazlar çıktı bir buçuk ayda. değer mi hakikaten bir insanı bu kadar sevmeye? bilmiyorum..
çok önceden vazgeçtiğim hayatıma yeniden sarıldım onun için. sadece onun için yaptım bunu. inandım çünkü ve ona layık olabilmek için kendime gelmem gerektiğini düşündüm. didindim, çabaladım, yeniden bir yaşam kurdum kendime, boşvermişliğimi gamsızlığımı bıraktım. başardım sonunda, çocuklar gibi mutlu oldum. artık ona layık olabilmek için emekleyerek başladığım yolda koşmaya başlamıştım. sonra bir anda bıraktı elimi. battı güneş, karardı yine etraf. bir öncekinden daha fazla karanlığa gömüldüm bu kez. eskiden en azından yaşamaktan tat alıyordum. şimdi neden yaşayayım ki diye soruyorum kendime. evet yaşayacağım, bunu yapacağım beni sevenler için, bunu yapacağım ayaklar altına aldığım kendi onurum için. ama ruhsuzca, ama duygusuzca. tat almadan, haz duymadan, ot gibi, duvar gibi.
peki değer miydi bunu yapmaya? madem yapamayacaktın, niye ettin o beylik lafları? bu kadar kolay mı bir insanı acıtmak senin için? ne biliyor musun? artık geri dönme. artık geri dönsende benim değilsin. bana bunları hissettirebilen biriyle olamam daha fazla birlikte. en kötüsüde tüm bunlara rağmen sadece seni severek yaşayacağım ve sadece seni severek öleceğim.
ben kocaman bir aptaldan başka bir şey değilim. yeryüzüne gelmiş geçmiş, 2 ayağı üzerinde duran en büyük aptal. bravo bana. bravo...
bir insandan nefret ederek aşık olmanın ne demek oldunu biliyorum artık sayende ya da öle olduğunu sanıyorum. karşına geçip, canını acıtacak bi sürü kelime sarfetmek istiyorum, sonra düşünüp üzülüp vazgeçiyorum. söylediklerim için özür diliyorum haketsende etmesende. başkalarının hakkında olumsuz şeyler söylemesi(belki beni avutmak için) canımı yakıyor her şekil sende bir haklılık payı arıyorum, buluyorum ve kendimi ona inandiriyorum. seni bana hatırlatacak , görünce "bu ona benziyor " diyebileceğim tek parça yok senden kalan ama odamın her köşesinde varolmuş gibisin hiç görmediğin halde. çocukça ama senin adını taşıyan oyuncağım, aldığım gün "ismi gökçen olsun" dediğin balığım, sen çok sevdiğin için yediğim naneli domates, etli dolma, yaşadığın şehrin ismi hatta plaka kodu hatta ve hatta bu sözlük bile sanki sen gittikten sonra gözüme girmeye çalışır gibi karşımda, unutmaaa diye bağırırcasına.senin sevdiğin şeyleri seviyorum artık galiba senin tuttuğun takım, senin dinlediğin müzik , izlediğin video,film ve daha bi sürü ıvır zıvır. bu yazıyı okumayacaksın biliyorum, okumanıda istemem. sana karşı her zaman çok açık oldum ama sen gittikten sonra bile arkandan bunları söylediğimi bilme. hayatın her zaman dileğin huzur ve mutlulukla dolsun. seni seviyorum...