bugün

Bugün Radikal gazetesinde okuduğum güzel bir yazıyı paylaşacağım..

Bayrağın altındaki günahlarımız!

Avrupalı bir grup arkadaşımla bir kaç günlük bir gezi için istanbul'a gelmiştik. Sabiha Gökçen havaalanından otelimize doğru giderken, yol boyu bayrakları gören arkadaşlarım; "bugün Türkiye için özel bir gün mü? Milli bir bayram mı var," diye sormuşlardı. Bayağı zorlanmıştım izah etmede ve pek ikna edici de olamamıştım. işi biraz da şakaya vurup, "düşmandan kurtarılmış bölgelere bayrak dikiyoruz" deyip, çıkıvermiştim işin içinden. Ancak bayrak bir kere dikkatimizi çekmişti, nereye baksak bayrak görmeye başlamıştık. Birbirinden büyük, direği bir birinden uzun bayraklar. Toplum olarak o kadar kanıksamışız ki, sorgulamıyoruz bile, Neden Türkiye toprağı olduğuna şüphe olmayan her tepeye büyük, daha büyük bayraklar dikmeye gereksinim duyarız? Neden her miting ve yürüyüşe bayraklarımızı alıp gideriz? Evlerimizin balkonlarına, arabalarımızın camlarına asarız. Bir aidiyet gösterisi mi yapıyoruz? Yapıyorsak kime karşı? Birilerinin aidiyetimizden şüphe ettiğini mi düşünüyoruz? Yoksa benim bayrağım burada, seninki nerde diyerek, biz mi birilerinin aidiyetini sorguluyoruz? Neden aynı ülkenin bazı siyasi partileri, hepsinin ortak sembolü olan bayrakla, bir yarışa girişirler? Acaba bu bir travma mıdır?
Uluslararası bir toplantının resmi fotoğrafının çekileceği mekana, hangi devlet başkanının nerde duracağına işaret olsun diye, yere konan minik ulusal bayraklar arasında sadece Türk bayrağı, "yere konulamaz" denilerek, başbakanımız tarafından kaldırılmış ve cebine konmuştur. Başbakanımız orada ulusal bir hassasiyet mi göstermiştir, yoksa diğer devlet başkanlarına, "siz ulusal bayrağınıza saygı duymuyorsunuz" mesajıyla, bir kabalık mı yapılmıştır, tartışılabilir.
Bir TV programında Türk Bayrağı'nın resmedildiği balonları kullandığı için - ihtimal kendisi bunu bayrağa sevgi gösterisi olarak düşünmüştür- Hülya Avşar'ı yargı önüne çıkarmak nasıl bir şizofrenidir acaba?
Bayrak ile ilgili tüm tartışmalar, son Lice olayında da olduğu gibi, sürekli bayrağın kapsayıcı, toparlayıcı, milli bütünlük sembolü olması üzerinden yapılmaktadır. Bayrağın esas işlevinin de bu olduğu gerçeğini tartışma konusu yapmadan, şu soruyu da sormak ve açık yüreklilikle tartışmak gerekmiyor mu? Neden böyle durumlarda özellikle Türk ve Müslüman olmayan yurttaşlarımızın gözlerinin içine bakarak, hadi göster bayrağa sadakatini diye talepkâr bir tavır almaktayız? Acaba biz bayrağımızı tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bayrağı değil de, sadece Türk etnisitesinin bayrağı olarak mı düşünüyoruz? Kürt, Ermeni, Yahudi ve diğer kökenlerden insanlarımızı bu bayrağın altında "sığıntı" olarak mı görüyoruz. Değilse neden bu "ulusal bayrağı" özellikle onların gözüne gözüne tutarız?
Hangi ruh hali iktidardaki siyasi partiye, düşmekte olan bir bayrağı düşmekten kurtaran kalabalığı seçim propagandası için kullandırır? Hülasa millet olarak bayrak ile çok "ihtiraslı" bir ilişkimiz var. Bu her yerde böylemi? Sanmıyorum, En azından benim görme fırsatını bulduğum Avrupa ülkelerinde bu kadar büyük bir bayrak fetişizmi yok. Sadece 1933 - 1945 döneminde başta Almanya da olmak üzere, bazı Avrupa ülkelerinde bu tarz bir bayrak fetişizminin yaşandığını tarihten biliyoruz ve bu dönemin acılarına ve hüsranına da tanığız.
Neden bu bayrağın gölgesinde işlenen günahları yok sayıyoruz? Kabahat burada tabi ki bayrağın kendisinden kaynaklanmıyor, burada bir şüphe yok, ama bu bayrağın ötekileştirmenin, ırkçı cinayet seferlerinde de dalgalandırıldığını neden görmezden geliyoruz? Toparlayıcı, birleştirici olması gereken bayrağın neden her ötekileştirici, dışlayıcı can kırımlarında alet edinildiğini yadsıyoruz?
Dersim halkının tepesine bombaları atan uçakların da Türk bayrakları ile donanmış olması da bir hassasiyetin nedeni olamaz mı? Tüm halkın üzerine karabasan gibi çöken 12 Eylül faşist darbenin "bayrak harekatı" olarak isimlendirilmesinin bu tartışmalarda bir payı olmayacak mı? Maraş'ta Alevi halkı kıranların da bu bayrağı salladığını yok mu sayalım? 6-7 Eylül katliamında "Bayrak asmayanların kepenklerini ve camlarını kırın" denilerek, gayri Müslim vatandaşlarımıza yapılan eziyet, bu bayrak altında işlenen bir günah değil miydi? Diyarbakır zindanlarındaki insanlık dışı işkenceler bu bayrak altında, hatta bu bayrak adına yapılan bir günah değil miydi?
1996 tarihinde Magosa sınır kapısındaki protestolar sırasında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) topraklarına geçerek sınırda asılı olan Türk Bayrağı'nı indirmeye çalışan Rum genci Solomos Solomou'nun boynundan vurularak öldürülmesi hakkaniyetli bir bedel miydi? Bayrağa hakaretin cezası ölüm mü olmalıydı? Lice'de de aynı bedeli talep edenler, gerçekten birlik ve beraberliğe mi hizmet ettiklerini düşünüyorlar? Yoksa oradaki provokasyon ateşine benzin mi döküyorlar? Tokat'ta olduğu gibi halkı linç eylemlerine davet edenler mi, toplumu birleştirip, bir bayrak altında toplayacak?
Bayrağımızın azizliğini, kutsallığını sembol değerini elbette koruyalım. Bayrağa karşı yapılan provakatif eylemlere elbette karşı çıkalım. Ancak onun gerçekten birleştirici ve bu ülkede yaşayan herkesin içselleştirdiği bir bayrak olmasını istiyorsak, hakaretler kadar suistimallere de karşı çıkalım. Hırsızın, katilin onun gölgesinde poz vermesine, en az onu gönderden indirmeye çalışanlara karşı çıktığımız kadar karşı çıkalım. O bayrak gölgesinde işlenmiş ve işlenen günahları arkasında bayrak var diye görmezden gelmeyelim. Bu günahların kurbanları ile de empati yapalım. Bayrak ancak o zaman herkesin bayrağı olur.
Acaba Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası sembolü, alameti farikası olan bayrağı sadece bu işlevi için kullansak, vatana ihanet etmiş mi oluruz? Vatan haini mi oluruz? Hiç sanmıyorum.

http://blog.radikal.com.t...ndaki-gunahlarimiz-62935v