bugün

sosyopat bir kız çocuğu yetiştirmenin altın kuralı olan salak oyuncaktır.

(bkz: acınası yaşam simulasyonları)
barbie evi kız evidir, naz evidir.

bir süre sonra yok arabası, yok faytonu, yok barbie'nin erkek arkadaşı, yok balo elbisesi, süsü püsü, çantası, dergisi, kupası, okul gereçleri, parti malzemeleri derken, yavaş yavaş, dipten ve derinden çocuklar kapitalist olmaya yönlendiriliyorlar.. üstelik tüketim kültürünün etkisiz bir elemanı haline getiriliyorlar.. oysa bu sırada dünyanın herhangi bir köşesinde bir çocuk somut bir biçimde açlık, susuzluk, savaş yüzünden ölüyor.

bu barbie/ayşegül kızları büyüdüklerinde de kendilerine barbie tarzı bir hayat stili yaratmak için genelde sürekli rejim yapan, ibadet gibi spor yapan (ama özellikle nedense tenis oynayan), saçları illaha ki platin sarısı, solaryum ve güzellik merkezleri müptelası olan, giyim ve tüketim konusunda birer budalaya dönüşüyorlar.. okula gitmeye başladıklarında olayı bir şov bizinıs tadında algılayıp, özellikle de üniversiteyi bir podyum gibi görüyorlar. defter, kitap ve dosyalarını iğreti -bir kendilerine ait olmayan şey- edası ile taşırken, bir yandan da bu "kostüm ve aksesuarın" barbie'nin beyinlerinin en gizli dehlizlerine kadar işlemiş olan o "şeker pembesi" renginde olmasına özen gösteriyorlar.

tabii ki böyle "prenses" tandanslı bir yaşam sürmenin yolu da hiçbir şey yapmadan, ancak bu koşulları onlar için yaratacak olan zengin, kaslı ve aptal bir koca aramaktan geçiyor.. bu koca genelde ken akıllı olduğundan *barbie yaşlandıkça zıvanadan çıkmaya ve kendisini hep "ken" gibi hissettirecek birilerini aramaya koyuluyor.. ava çıkan sonunda avlanıyor, sonra avlanan avcı olmayı öğreniyor, bu devran böyle dönüp gidiyor.

çocuklarına iyilik etmek isteyenler gerçekten de barbie ve evi ya da diğer mamülleri ile onları karşılaştırmasın ya da karşılaştırıp hemen soğutmaya baksın. bir barbie bu kadar büyük olabilir mi, evet olabilir.. çocukları birbirine yakınlaştırmak şöyle dursun, aralarına nifak tohumu serpen barbie için diyebilirim ki, "çok çirkinsin be barbie.. iğrençsin hatta". "bir barbie bu kadar büyük olabilir mi" diye soranlar olur ise, napolyon'un da dediği gibi "bazen bir kitap bir savaş kadar büyük olabilir".*
yoğun pembe rengi ve tonlarının hakimiyeti yüzünden insandaki yaşama arzusunu tüketir bu ev baktıkça tiksinirsin tiksindikçe bileklerini kesesin gelir. bu abuk şeylere para vermeyelim cocuklarımızım hayatını karartmayalım.
hiç kimsenin sahip olamıyacağı kadar pembe ev. yazıktır bu çocuklara ilerde bu kadar pembe bir hayatları olmayacak. muhtemelen bu kadar güzel eşyaları, arabaları, erkek arkadaşları olmayacak.
Manken gibi fiziğe sahip olup, ayrıca uzun sarı saçlara ve renkli gözlere, pembe renk şık kıyafetlere sahip, kız çocuklarının çok sevdiği ama bir o kadar da onun gibi olmayı istemelerine neden olan bir bebek. Yine bu bebeğin pembe, görkemli, süslü püslü evi olsa gerek.
her kız çocuğunun başından geçer, bu oyuncağı tutkuyla isteyip vitrinde her gördüğünde "anneeee" diye ağlamak. fakat ne yazık ki kanayan yaramızdır, genelde aileler "sen şimdilik bununla idare et" diyerek, evlatlarının ellerine dandik bir ayakkabı kutusu tutuşturuverirler. çocuk da naapsın, oturur makasla ayakkabı kutusunun yan yüzeylerine pencere, kapı işlevi gören delikler açmaya başlar. fakat o acı gerçekle karşılaşması da yakındır, barbie bebekler hiçbir zaman o kapıdan geçemezler...