büyük bir adam kanepede ayaklarını uzatmış televizyon izliyor. ben de üzerine tırmanmaya çalışıyorum. elinde tuttuğu bardaktan bir kaç yudum içmeme izin veriyor, o zamanlar ne olduğunu bilmediğim biradan bir kaç damla içiyorum. tadını seviyorum. çünkü o içiriyor.
her şeyin başlangıcı. sıfır noktası. geriye sarıyorum filmi. ama ilk bir kaç saniyesi bozulmuş gibi. hızlı hızlı ve kesik kesik geçiyor... bazı yerlerinde ses, bazılarında ise görüntü yok.
1 ağustos 1995. 4 yaşındayım. ortalık yeni aydınlanıyor. ve babamın görevden eve geldiğini belli eden sesler duyuyorum. içim rahatlıyor birden. babam evde...
sanki yıllarmış gibi geçen bir kaç dakikalık sessizliğin ardından içeriden bir haykırış geliyor. küçücük bedenimde kanım donuyor zamanla birlikte, akmıyorlar. içeriden "kenan?" diyor bir kadın. bu çığlığın anlamını biliyorum. hayatımdaki en büyük korkuyla gidiyorum o sesin kaynağına. ne olur olmasın diyorum...
manzara donuk... babam yatıyor yüzünde boş bir ifadeyle. yüzünde yorgunlukla, huzura ermiş karışımı bir ifade var. annem bana bir şeyler bağırıyor ama algılayamıyorum. insanları çağırmamı istiyor.
sahne yok oluyor birden. evin kapısı açık, dışarıda beyaz bir araba var. 2 yabancı insan var içeride. babamın yanında beyaz gömlekli bir kadın var. ucu elinde olan büyük bir kulaklığı babamın kalbine dokunduruyor, sanki onu iyileştirecekmiş gibi. biraz bekledikten sonra anneme dönerek "ölmüş." diyor. anlam veremiyorum. ölmek? her şey anlamsız geliyor. yabancı geliyor. sadece soğuğu hissediyorum.
sahne yine değişiyor. beyaz gömlekli kadın ve yanındaki adam açık duran kapıdan dışarı çıkıyorlar. ve annemin ilk defa kalbimi durduran yakarışını duyuyorum. "bir daha kontrol edin! nolur!". soğuk buz gibi kesiyor bu sefer. nefes alamıyorum...
ve ben sanki dakikalar olmuş gibi yıllarca sessizlikten çıkamıyorum.
annenizi kaybettikten sonra daha bir aklınızın erdiğidir.
daha bir sahip çıkıp, kalan tek direğinizin olduğunu anladığınızdır.
yokluğunu düşünmek bile istemediğinizdir.
nerden başlanır ne yazılır bilmiyorum zira acıklı şeyler hiçbir zaman ilgimi çekmemişti, kimin çeker ki zaten. fakat bu kez yazmak istiyorum.
bu ölümün en çok zorlayan, en zor olan kısmı öleceğini 6 ay öncesinden öğrendiğin halde,
iyi olacaksın, iyisin diyerek rol yapmaya çalışmaktır, gözyaşlarını gizlemek için inanılmaz çabalamandır, hastalığın geçti birşeyin yok, o ağrılar geçecek hepsi ilaçların etkisi demeye çalışmaktır, ne kadar da yalancıyım. son gününe kadar inanılmaz nazik olması da daha çok üzer seni. ilaçlar nedeniyle zihni bulandığında , halüsilasyonlar görürken bile seni düşünen adamdır baba, nasılsın kardeşlerin nerde paranız var mı diye soran adamdır.
fakat doktorlar ne derse desin senin içinde de bi umut vardır hep, çünkü yakıştırmazsın babana ölümü. "nasıl ya?" dersin benim babam daha genç niye ölsün? zaten kaç yıldır savaşıyor bu hastalıkla, atlatacak, benim babam ölmez, ölemez, geçecek dersin ama hiçbir tıbbi sonuç senin dediklerini doğrulamaz, son ana kadar inanmazsın ölmeyecek dersin ama annene kardeşine artık kendinizi hazırlayın derken, kendini bile inandıramazsın. artık akşama kadar bile gitmez dediklerinde hala nefesi düzenli mi diye nefesini dinlersin. orda yatsın ama yaşasın dersin. bu da bencilliğin bir başka türü aslında orda acı çekerken yaşamasını istemek. insan bencil işte.
Allah bunu kimsenin başına vermesin , ne ani olanını ne de zamanla olanını. babanın ölmesi öyle birşeydir ki elinle kabre indirsen bile öldüğüne inanmamaktır. hala dua ederken Allahım anneme babama uzun ömür ver diye dua edip sonra birden irkilmektir. senelerce aynı duayı ettiğinden hala Allahım şifa ver demektir ama canı veren allah alan allah, itiraz edecek bir durumumuz olamaz. *
son gün son anlarında artık canını verirken ellerine ayaklarına dokunarak canının gidişini, vücudunun soğumasını anbean izlemek, zor be, allah kimseye vermesin ama başınıza gelirse o anı yaşamaktan uzak durun. zira çok ağır geliyor. ertesi gün morgda bu adam benim babam mı? diye sorarak buz vücuduna dokunduğunda sen o andan önceki sen değilsindir artık.
bi de sonrasında yani biraz daha net düşünebilecek kadar bir vakit geçtikten sonra nasıl kalbini kırdığın aklına gelir. ne kadar gerizekalı, gereksiz şeyler için üzmelerin aklına gelir. kendine küfredersin, kendinden nefret edersin bazen, bunu ben niye yaptım dersin. sana herşeyin en iyisini, en güzelini veren adamdır o, herşeyin en güzeline en iyisine layıktır. evladın da. ona layık bir evlat olmaya çalışmak en güzel armağan olacaktır.bugün yaşıyor olsaydı asla kırmazdım gibi malca bir cümle kurmucam. tavsiyem pişman olmamak için kimse kırmasın. vesselam babalığın en iyisini yaptı, tanıdığım en güzel adamdı. bi daha bu kadar güzel bir insanı ahirete kadar göremeyecek olmanın üzüntüsü var en çok içimde. *
offff bu mudur dedirten başlık... garip..
dün 8 şubat annecimle babacımın evlilik yıldönümleriydi. 11 şubat benim, 15 şubat da babacımın doğum günü.. vefatı da şubatta ama o tarihi yazmıyorum, yazamıyorum...
anlayacağınız şu aralar özlemlerimin depreştiği ailemi, çocukluk yıllarımı özlediğim, baba sıcaklığı ile yanıp tutuştuğum dönemlerin en acımasız geçen dönemi...
ki az önce redd'den her neyse yi hıçkırıklarla babamla anılarım eşliğinde dinliyordum.
baktım olmuyor. biraz dağıtayım diye sözlüğe girdim. karşıma çıkan başlığa bakar mısınız?
ne diyeyim ki ben şimdi bana, özlemlerime....
redd'i paylaşayım hiç olmazsa.. ulaşır belki özlemlerim babacıma da...
doğum günü 25 ocak olan babanın 24 ocak akşamı kollarınızda ölmesi ve doğum gününde cenazesinde saf tutmanız şeklinde vuku bulursa adamın amına kor ki burada konmuşu var.
öleli yaklaşık 13 sene oldu, hayatımdan bisiktirip gitmesi memnun edici eksikliği hiç yok eğer yaşasaydı eminim çıkıntısı çok olurdu.tanrının bile ailede yerini bulamamışken benim hayatımda yeri ne olabilir.
trafik kazası sonucu tamamen kendi hatası sonucu azrailin gırtlağına bastığı andır.bırak sadece kendi geberse iyidir birde sucu günahı olmayan kendi halinde arabası ile seyahat eden aileyi de yıkmıştır.
mezarına herzaman olduğu gibi hiç gitmedim gitsem biliyorum taciz edip küfürler yağdırıcam nebileyim mezarına rakı döküp ruhunu rahatsız edicem ama gitmeyerek kendime iyilik aslında farkında olmadan da onada iyilik yapıyorum.
belki entry okur diye bir mesaj yazıyorum,seni ananı sikeyim karı pezevengi umarım öbür tarafta anneciğinin amını görüyorsundur.
hayat acı yüzüyle merhaba demiştir, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağının ve her an bir bölümünün eksik kalacağının göstergesidir, acıdır, yıkımdır.
süper baba dizisinin müziği akla gelmiştir her babadan ayrılışta. son vedanın olmaması dilenirken hayatta, korktuğun herşey gibi aniden karşında biter. son defa elini tutup bırakıp gitme sakın beni desen de boşunadır artık. son özürler fısıltılanır dudaklardan, dünyadaki varlıklarından en değerlisini kaybedersin. keşkeler sıralarsın arkasından, o yaşarken yaptığın gibi keşke listen kabarıktır ama bu sefer tekrar görüş ve özür hakkı yoktur !
babasını sevenler için her gün, her saattir. hele ki babanız en iyi arkadaşınız ve günde bir paket sigara için, şeker hastası biriyse...
o izmir'de, siz ankara'daysanız. izmir'den gelen her telefonu tırsarak açıyorsanız. her gün ölüyodur babanız. her gece ölmesin diye dua ediyosunuzdur. herkesin babası bir kere ölür, sizinki her gün ölür. her gün korkarsınız kaybetmekten. bu korkuyla bir ömür geçirirsiniz. herkes sizi, babanız yaşıyor diye şanslı ilan eder. oysa babanız her gün ölür. her gün o korkuyla yaşamak nedir kimse bilmez.