çocukluk arkadaşları.. o kadar saf ve o kadar temiz oluyor ki, insan büyüdükçe en çok o saflığı ve temizliği arıyor karşısındaki insanlarda ve bulamayınca da özlenir oluyor.
evin ıscacık odasında, sohbet koyulaşmışken, tatlı bir uykuya dalmak. ve sonra anne veya babanın gelip seni kucaklayıp yatağa götürmesi. tatlı öpücükler eşliğinde uykuya emanet etmesi.
evcilik oynamak; sokakta, karanlık çökünce oynanan, saklambaç oyunun veriği zevk; düşüp dizini kanatmak; seksek oynamak; okulda andımızı okumak için yarışmak; ve belki de en çok kızlı erkekli oynanan oyunlarda kimsenin art niyetli düşünmemesi.
Geçmiş yılların hatırası ve o günlerin asla bir daha gelmeyeceğini bilmek. kaybolan arkadaşlıklar, yitip giden tanıdıklar, konu komşu. Anneannem, onun evine gidip akşam serinliğinde avlusundaki çiçekleri sulamak, o çiçeklerin saksılarından akan sulara bakmak, karıncaların sağa sola kaçışmasını seyretmek. Gece olduğu zaman ise arabesk şarkılar çalarak üç tekerlekli arabasıyla gelen çiğdemcinin yolunu gözlemek. Çocukluk, özgürlük değildi asla. Ama sorumsuzluğun keyfini o dönemde yaşadığımız kadar asla yaşayamayız bir daha. Ne kredi kartları, ne her ay gelen faturalar, pazar alışverişi, geçim derdi... Bunlardan hiç biri yoktu. En büyük sorumluluğumuz okuldu.
Okulu çok özledim.
Her pazartesi istiklal marşı ile sınıflara dağılmadan evvel türlü maskaralıklar yapmak. Müdürün bizi ters ters kesmesini bile özledim. Saçın biraz uzunsa yaşanan yakalanma gerginliği. Füsun hocanın pörtlek pörtlek bakarak bizi korkutması. Öğrencilerin öğretmenlerden korktuğu dönemlerdi o zamanlar. Okulun önünde sıra olmak, o keşmekeş, bin bir türlü konu konuşulması. sonra sınıflara dağılmak. Lise yıllarıydı bunlar ve güzeldi be... Okulun ya da sınıfın o dönem belirlediğin kızlarını kesmek ama asla yanaşamamak. Sınıfın kirli ve tebeşirle karışmış o tozlu ve hafif pis kokusu. Tahta sıralar ve sıralara o zamanlarda bile kazınmış onca hatıra. Kaçı kaldı acaba bugüne. O sallanan, rahatsız, oturdukça kıçını acıtan sıraların bulunduğu kaç okul var şimdi acaba. Tarih öğretmeni isa Ceylan'ın şaşı bakışları, dişlerini yaptırdığı için okula günlerce drakula gibi sağlam kalan iki köpek dişi ile gelmesi, konuşurken niagara şelalesi gibi ağzından tükürükler çıkarması bu yüzden ve o tükürüklerin önde olan arkadaşının kafasında yavaş yavaş biriktiğini görmek. Bunun kadar matrak okul anıları özlenmez mi hiç ? O zaman bugünkü tebessümünün yerinde kahkahalar olur ve seni yakalayan hoca sözlüye kaldırırdı seni. Sen bir süre ciddi olarak bir şeyler gevelerdin, sonra seni kimsenin dinlemediğini fark edip haftasonu oynanan galatasaray beşiktaş maçını anlatırdın. Arka sırada oturan Sevilay'ı keser, o da sana bakınca bakışlarını çevirirdin. O masumiyeti özledim. Kimseler bilmez ve hatta başka isimleri yakıştırırlardı. Güzel günlerdi beee...
sokakta oynarken; "ananeeeee, ekmek ver" diye bağırmak, ananemin ekmeği peçeteye sarıp aşağıya sepetle göndermesi, sepeti yukarı çekerken ona vurmak ve sepetin sallana sallana yukarı çıkmasını izlemek,
sokak kaldırımlarına kilim serip evcilik oynamak,
sokaktaki çocuklarla sürekli kavga etmek ama en yakışıklısının sizinle uğraşmasından zevk almak,
leblebi tozunu içine çektikten hemen sonra buz parmak yemek,
kucakta taşınmak.
hiç bir dert tasa ile uğraşmamak, finallere geceler boyu kasmamak, çocukluk aşklarınız. diye sürer gider, ama ne yazıktır ki geri gelmeyeceklerdir. . .
çocukluğunuzda yaptığınız hareketlerinizden sorumlu olmama, ona buna saldırabilme, yediklerinizi püskürebilme, komşunun kızının saçını çekebilme, kardeşin konuşan bebeğinin konuşma özgürlüğünü elinden alma, ona buna herhangi bir amaç gütmeden hakkında neler duyduğunu anlatma (annem sen gelmeden önce onun da senelerdir çocuğu olmuyor demişti zaten), herkesin seni sevdiğine olan inancı iliklerine kadar hissedebilme, düştüğünde kaldıran bir annenin varlığından her zaman emin olma, mahallede oyun oynayan kızların oyunlarını bozma, bulduğun her kuruşu gidip hiçbir şeye benzemeyen ama o zamanlar müthiş bir tat veren o buzdan bozma dondurmalara yatırma, mario'da prensesi kurtarabilmenin verdiği mutluluk, street fighter'da bulunan egzantirik hareketlerin verdiği heyecan, çok küçük bir iş yapsan da büyük bir şeyler başarmışçasına gururlanabilme özgürlüğü, ergenlikten kaynaklanan "ben bunu yaparım hacı" özgüveni, hayallerin uca bucağa sığmayacak kadar büyük olması, hiçbir şeyin imkansız gelmemesi,