kimsenin yazmadığı belki de yazamadığı bir tutku, zamanı boşvermişlik, hayattan maksimum zevk alma, sadece aşık olunanın gözlerine bakıldığında anlaşılabilecek tutku, vazgeçilmezlik...
--spoiler--
bakardım gözlerine ama sen anlamazdın o bakışların aşk dolu olduğunu...
--spoiler--
bir kurumu kendinizden fikri ve teknik baglamda ustun tutuyorsaniz, size olmamis kararin aslinda olmus oldugunu da kabul etmek durumundasiniz. zira ustunuz olan merci "olmamis ama en dogrusunu sen benden iyi bilirsin" dendiginde "olmus arkadasim, hakaten de senden iyi biliyorum" diyebilecektir. bu baglamda askin girdigi yerde "ses yoktur" anlayis vardir. aglasanda sizlasanda yalvarsanda gitmez bitiremezsin. satin aliamadiginiz tek sey. fevkalade enterasan bi duygu.
aşk bir yanıyla da yoksunlaşmadır, düşkünlük halidir.. sevenle sevilen arasındaki oyuna dönüşen boyutunda seven yanandır, daha çok acı çekendir. sevilenen beyenilmenin, kendisine aşık olmanın sırça köşkünde oturur. işin tuhaf yanı seven de sevilen de aşkta kendini düşünür hep. bu bakımdan aşk bencildir, görmez hiçbir şeyi.
dünya üzerinde tanımlanması imkansız olmasa da imkansıza yakın, yüce rabbimizin bize bağışladığı en asil, en büyük, en yüce duygu...
bu entryden önce bin küsür entry yazılmış. yazar kardeşlerimin affına sığınarak bu entrylerden bir kaç alıntı yapacağım...
kimi kavusamamaktır demiş...
kimi sabırdır, beklemektir demiş...
kimi yalandır, kimi şarkı sözünden ibarettir, imkansızlıktır demiş...
kimi mutluluktur demiş, kimi de acıdır demiş...
kimi karşılık beklememek, karşılıksız sevmek, neden aramamaktır demiş...
kimi tutsaklık, esaret demiş... bazısı da özgürlük demiş...
biri çıkmış, yaşam demiş öbürü de ölüm demiş...
hepiniz sağolun. ne güzel şeyler yazmışsınız.
peki şimdi diyeceksiniz. sana göre nedir aşk?
aşk, için cayır cayır yanarken, acı cekerken mutlu olmaktır, olabilmektir.
o na kavusamayacağını bildigin halde sabırla beklemektir.
aşk, esaretin özgürlüğüdür.
yaşarken ölebilmektir, ölebilmeyi göze alabilmektir...
aşk bütün bu duyguları içinde barındırır. ve bu yüce duyguyu, sadece bu yazdıklarımı göze alabilenler hak eder...
bir annenin kucağı kadar güvenilir ve sıcak,
bir giyotinin bıcağı kadar keskin ve soğuk olan,
gelsin mi, gitsin mi, uzak mı dursun sorularıyla baş döndüren ve ismi konulamayan şey.
korku, endişe ve soru işaretleriyle girilen bir sığınaktan hiç çıkmamaktır.
o sığınağın içerisinde kendince bir düzen kurabilmek, ateşi keşfetmektir.
sonra amerika'yı keşfetmiş gibi hissedilir. mevsimlerden de sonbahardır.
her şey güzeldir, alman saati gibi tıkır tıkır işlemektedir.
ardından o ana kucağından uyanılır mı, kalkılır mı ne olur.
delicesine, kör gözüne parmağam misali bir ine girilir.
o inin içinde kör topal bir şeyler düzenlenir, hepsi tiyatrodur.
ardından bir monotonluk maratonudur gider. mevsimler kışı gösterir.
her şey bok gibidir, ucuz çin saati gibi bir süre sonra durur.
kafanızı kaldırıp baktığınız da ise, o heybetli ve keskin bıcağın parıltısını görürsünüz.
sonrası zaten kumar gibidir.
kötü bir alışkanlıktır.
uzak dursundur.
Sen varken kötü diye bir şey bilmiyorduk
Mutsuzluklar,bu karalar yaşamda yoktu
Sensiz karanlığın çizgisine koymuşlar umudu
Sensiz esenliğimizin üstünü çizmişler
Nicedir bir pencereden deniz güzel değil
Nicedir ışımayan insanlığımız sensizliğimizden.
Sen gel bizi yeni vakitlere çıkar