$arkı yazdıran duydugur. elbet bir gün yok olacaktır. fakat hissedildiği o an insan bir $eyler olu$turmadan, yaratmadan, ortaya çıkarmadan duramaz. mesaj atmak ister, $arkı yazmak ister, $iir yazmak ister, arayıp seni seviyorum diye bağırmak ister. sonu dü$ünmeden hareket eder. duygusalla$ır, her ayrıntıya dikkat etmeye ba$lar. sadece sevgilisiyle değil, arkada$larıyla bile konu$urken $akala$ırken dü$ünmeden hareket eder.
a$k duygusunu hissettiği zaman ki$i her zamankinden daha çok yalnız kalır. en basiti ve en genelinden, metallica dinlerken, anathema dinleyeme ba$lar. athena' dan, emre aydın' a geçer. * yalnız kaldığı zamanlarda daha çok dü$ünmeye ba$lar. acaba burda hata mı yaptım, o lafı söyleyince alınmı$mıdır ya da o lafıma kırılmı$tır da belli etmemi$midir acaba diye. paranoya' ya ba$lar ki$i..
sonun geleceğini, güzel $eylerin elbet bir gün biteceğini hiç dü$ünmez. elindeki fırsatları sonuna kadar harcamaya çalı$ır. sonuna kadar kullanır da.. eline geçen $eylerin elbet bir gün anı olarak tekrar döneceğini, elbet bir gün o anıların canını acıtacağını bilmez. her $eyin sonsuza kadar güzel olacağını, her $eyin, kendi istediği gibi ya da hem kendisinin hem onun istediği gibi olacağını dü$ünür.
ayrılık, a$kın demir ba$ı gibi, hatta ilk günden beri korkulan, her zaman ki$inin kafasının bir yerlerinde olan durumdur. elindekini kaybetmek.. kendinden o kadar $ey vermi$ken, hatta cinsel ili$ki olmasa bile sadece sevdiğin için birlikte olsan bile elbet bir gün elinden kaçıracağını bilmek.. aslında bunu mantıklı dü$ünen herkesin bilmesi gerekirken, ki$i a$ık olduğu zaman bunu dü$ünmez..
hakkında binlerce yazı yazılmak istenir. hatta bunları kimsenin görmemesi istenir. en çirkin kıza a$ık olunsa bile, o dünyanın en güzel kızıdır. söz konusu duyguyu hisseden ki$iden, bu dü$ünceleri feri$tahı gelse yok edemez.
he birde $arkılar sürekli loop' a alınır. romantik olanları..
bazı bazı bir şiir kadar edebi, zaman zaman eller kadar zarif ve masum, zaman zaman tırnaklar kadar keskin, bazen de yürek kadar yumuşak ve affedici olan yüce duygudur.
yıllardır, hatta yüzyıllardır yaşamın anlamına varmaya çalışan düşünürler, yazarlar, şairler kendilerine özgü deyişlerle, aşkı anlattılar ve bir mesaj verdiler hep; "Ânı yaşayın!". içsel olarak bunun doğruluğunu hepimiz hissettik ama hayata geçirmekte daima zorlandık. zihnimiz bize engel oldu. ne geçmişin birikimlerini, ağırlığını atabildik üzerimizden ne de gelecekle ilgili kaygılarımızdan, beklentilerimizden sıyrılabildik. "Ânı" ya da "şimdi"yi düşüncelerin gölgelerinden kurtarıp, sadece olan haliyle yaşayıp hissetmeyi bir türlü beceremedik. bunu başardıklarını söyleyenler bile kendilerini kandırdılar; anı yaşama fikri hoşlarına gittiği için zoraki bir çabayla kendilerini anların içine sıkıştırmaya çalıştılar ve zoraki olan her şey gibi bu çaba da sahtelik yaratmaktan başka bir işe yaramadı.
bir tek aşıklar ânı hakkıyla yaşar bana göre. Ânı yaşama şuuru yalnızca aşıklarda vardır çünkü. dudaklarından dökülen her sözcük o ânın duygusuyla dökülür. ellerinin nemli sıcaklığı o ânın heyecanındandır. gözlerindeki çocuksu pırıltılar o ânın sevinciyle doludur. alıp verdikleri nefeslerde o ânın enerjisi vardır. ve bu enerjidir ânı an yapan, şimdiyi diğer zamanlardan ayıran, geçmişi ve geleceği unutturan.
oysa bizler, sancılar çekerek dolanıp duruyoruz hayatın kıyılarında. işığa üşüşen pervaneler gibi bilinçsizce dönüyoruz ânın ve aşkın etrafında. an geçti, aşk tükendi. boşlukta, yapayalnız buluveriyoruz kendimizi. Âna ve aşka olan inancımızı da yitiriyoruz. haftaların, ayların ve yılların bir akbaba gibi bizi didiklemesine göz yumuyoruz. eski aşkların açtığı yaraları sarmaya çalışırken yeni aşkların acılarıyla karşılaşıyoruz. aşktan da korkar olduk artık. sınırları koyan bizdik oysa. Ânı da, aşkı da indirgeyerek yaşadık, anlamlarını daralttık. Ânı uzatmayı bilemedik, aşkı genişletmeyi. bir âna geçmişin ve geleceğin sığabileceği hiç aklımıza gelmedi. o anda geçmişin temizlenip geleceğin ışıldayabileceğini düşünmedik bile. aşkı tek bir kişiyle sınırladık, aynı duyguyu gördüğümüz her şeye karşı hissedebileceğimiz gerçeğini bir ihtimal olarak dahi görmedik. bencilce saplandık kaldık anların ve aşkların bizi tutsak eden dar alanlarına. an, gündüzden geceye, haftalardan aylara, aylardan yıllara kadar uzanan geniş bir "şimdi" olabilecek kadar uzun olabilirdi aslında. ayaklarımızın altından gelip geçen anlara farkındalıkla serptiğimiz her güzel duyguyu arkamızda bıraktığımızı sanırken yeniden karşımıza çıktığını görebilirdik bir süre sonra. Ânı yaşarken geçmişi arındırdığımızı ve aynı zamanda geleceği de hazırladığımızı fark edebilirdik.
ve katıksız haliyle yaşadığımızda aşkı; yükselir ve yücelirdik.
"katıksız" diyorum üstüne basa basa, akıl aşkın gücünü keser kimi zaman; mantık, sevincini yok eder; hesap, saflığını götürür; zaman, büyüsünü inişli çıkışlı yapar. bu durumda an, aşkın koruyucu meleğidir; gerçek aşıklar, derinlik sarhoşluğu içinde âna hak ettiği değeri verirler. kurmak ile hayal kurmak, düzüşmek ile sevişmek, oyalanmak ile yaşamak arasındaki fark gibi, büyük bir fark yaratır bu. saniyeleri kalp atışlarında hissetmenin, bir saat zili yerine heyecanla uyanmanın ne demek olduğunu ancak gerçek aşkı paylaşanlar anlarlar. diğerleri ise, sarkaça tutunup bıkkın bir halde oradan oraya gidip gelmeyi sürdürürler. gerçek aşk aramak değil, bulmak; susmak değil, bağırmaktır. bir eriyip bir donmaktır. acı ve hazdır. ayrılmak ve barışmaktır. ağlamak ve gülmektir. öfkelenmek ve yatışmaktır. anlaşmak değil, belki de hiçbir konuda anlaşamayıp yine de ölümüne yakın olabilmek ve şairin dediği gibi, bir öpücük için hayatının kavgasını verebilmektir. gerçek aşk, her türlü duyguya karşın doyumsuz kalmak ve durmadan yaratmak, üretmektir. nihayetinde de karşısındakiyle birlikte kendini de sever hale gelmektir.
aşk, bir başkasının bizimkinden farklı ve ona karşıt bir tarzda yasadığını, etkin olduğunu ve duyumsadığını anlamaktan ve buna sevinmekten baska nedir ki? *
bencilce birşeydir, insanın mutlu olma çabasından kaynaklanır. karşılıksız, ömür boyu sürebilirse belki şimdiye kadar duyduğumuz tanımlara uyar. zira kimse kendisini sevmeyen, asla da sevmeyeceğini bildiği bi organizmayı sevemez. ya da ben görmedim. *
tanımlar ancak şıpsevdi sakızlarının içinden çıkanlar kadar başarılı olabilir.*
yaratığı, dr frankestein e, dayanamadığı yalnızlığına son versin diye, kendisi için bir eş yaparsa(!) eğer, intikamını sonlandırıp uzaklara gideceğini söyler.
kaypaklık eder dr yine,
ve gelir adı olmayan oğul, düğün gecesi..
o nun biricik sevgilisinin göğsüne daldırıp elini, yüreğini söker kadının.
Gecenin bir yarısı, duyduğun bi cümle için tüm benliğinin tarifsiz bir mutlulukla anlatılmaz bir hisle dolmasına neden olan duygu..
Gecelerin uzamasını hatta onunla birlikteyken, konuşurken zamanıın durmasını, akreple yelkovanın donmasını ve ömürlerinin sonlarına kadar kavuşamamalarını isteten duygu..
Ağzından çıkan hiçbir söze değer biçilemez olması, hepsini yapmak isteme duygusu, ne kadar anlamsız ve komik olsa da bazen,sırf onun ağzından çıktığı için..
Başka kimseyi görememe duygusu..yanındayken de, değilken de..delicesine kör olabilmek.
Aşksa eğer, büyüler insanı... öyle bir kere değil, defalarca, sonra bir daha, bir kere daha ve sonra bir kere daha. Aynı insanda üstelik, bir dolunay gecesi gibi, onlarca büyüleyici gecenin içinde başka bir güzellik her defasında. Empresyonist bir üslupla seyretmek onu, sabahın ilk ışıklarında, fincanındaki çayı yudumlarken, yağmurlu bir öğleden sonra, inerken merdivenleri elleri kayarak tırabzandan, bir sinema çıkışı gözlerindeki yaşları gizlemeye çalışarak ve ılık bir duştan sonra seyrederken kendini aynanın karşısında. Her mevsimde resmetmek gibi ıhlamur ağaçlarını ve ceviz ağaçlarını bir parkın içinde, yeşil, sarı, kırmızı, lacivert ve buruk, ılımlı, değişken tonlarında. Bütün komikliklerinde saatlerce gülüp, bütün hüzünlerinde daralıp sıkışmak iki duvar arasında. *