her gün bir yeni çalıntı eser kapsamında, gerçekten her gün yeni bir çalıntı eserini keşfettiğim türk grubu.
önce in flames'dan cloud connected klibi yüzde yüz araklanmış, farkettim.
sonra running wild den chamber of lies, ışığa doğruya esin, pardon çalma fırsatı olmuş. nays.
şimdi de dön bak aynaya şarkısı, boney m (bunların olmayadabilir, aynanın olmadığı kesin. den rasputin şarkısından arak. bunu gördüm.
gayet neşeli başlayan bu gece beni benden alıp karamsarlık fırtınasında kaybeden grup.
her şarkıda eski hatıralar, izler, acılar... aynı hatıralara neşeli şarkılarla baktığında mutlu olmana rağmen ayna nedense acı hissetmene neden oluyor.
(bkz: buda öyle bir gruptu)
güneşin sembolüdür. onun ışınlarını yansıttığıdan ötürü, ay'da ayna olmaktadır. japon mitolojisinde güneş aynası deyimi vardır; buna göre ayna, ilahi ışığı mağaradan çıkarır ve onu dünyanın üzerine yansıtır.
gecenin sessizliği o kadar doruktaydı ki; kanalizasyondan akan su sesleri ıssız yolların altından duyuluyordu. oysa genç kadının beynindeki gürültüleri bastırabilecek bir ses yoktu, henüz öyle bir ses yaratılmamıştı. hayat boyunca aklından geçen bütün düşünceler çok sesli koro gibi aynı anda birikmişti aklında. çocukluğu, gençliği, yaşadıklarına pişmanlıkları, yaşayamadıklarına keşkeleri... büyük bir ustalıkla her bir sesi diğerlerinden ayırıp dinleyebiliyordu, ama bir tane iyi düşünce yoktu kafasında o an. hepsi olumsuz düşüncelerdi. zincirleme bir düşünce kazası oluşmuştu beyninde. bir kötü his diğerlerini de tetiklemişti.
oysa hiç böyle hayal etmemişti. şu an olması gereken yer burası değildi. olması gereken kişi bu değildi. gölgesine bile yabancıydı, oysa o hep gölgelerin uzun olduğu zamanlarda gezerdi, alışık olmalıydı gölgesine. düşündü, bir özlü söz geldi aklına: "eğer bir yerde küçük insanların gölgeleri büyük gözüküyorsa, o yerde güneş batıyor demektir." küçük bir insanım demekki dedi, çünkü güneşin battığı yerlerde yaşıyordu. güçlü gözükmek, mutlu gözükmek için bütün enerjisini harcıyordu, bütün dünyayı da inandırmıştı buna. bir kişi hariç... aynasına inandıramamıştı. aynası biliyordu akan gözyaşlarını nasıl usulca sildiğini ve üstüne ağır bir makyaj yapıp, en sahte, en pembe, en kırmızı gülümsemesini sürdükten sonra, zoraki bir şekilde dişlerini göstere göstere gülümseyip, sahneye çıktığını. her dalda oscar'a adaydı oyunculuğu, kostüm ve makyaj da dahil. ama yok, ayna biliyordu, ayna tanıyordu onu. i̇şte bu yüzden, komşulara karşı takındığı maske de düşmesin diye anahtarı sessizce çevirip içeri parmak uçlarıyla girdikten sonra karşısına çıkan portmanto aynasına hiddetle baktı. yaklaştı. korkmadığını belli ederek iyice yaklaştı. ellerini portmantonun üstüne dayadı, tehditkar bakışlar attı düşmanına. gördükleri karşısında hiddeti git gide artıyordu. "eskisi kadar genç ve güzel değilsin" diyordu ayna ona. ayna da az değildi hani, hiç alttan almıyordu. genç kadın dayanamadı, aynaya okkalı bir yumruk indirdi. daha da çok yükselmişti aynanın sesi "bak! yamuk yumuksun! daha da çirkinsin şimdi! bak, bak... eskisinden de çirkinsin şimdi..."
genç kadın saate aldırmadan evdeki tüm aynaları balkondan aşağı fırlattı. komşular çıkan sesleri duyup uyanmış olacaklar ki; teker teker yandı ışıklar. herkes camlara, balkonlara çıktı. son ayna parçası da kanlı ellerinden çıkıp aşağı doğru düştüğünde kadın bu kez komşulara seslendi: "oyun bitti! dağılın hadi, dağılın!