ab konseyi başkanı herman van rompuy ve ab komisyonu başkanı jose manuel barroso yayımladıkları ortak bildiride, "muammer kaddafi'nin ölümünün açıklanmasının, libya halkının çok uzun bir süredir çektiği despotluk ve baskı döneminin sona erdiğine işaret ettiği, libya'nin bugün, tarihinde yeni bir sayfa açabileceği ve yeni bir demokratik geleceği kucaklayabileceği" açıklamıştır.
ab ve abd dayatmalarıyla yapılan değişimler, aslında esas itibariyle, bir anlamda cumhuriyetle kurulan " milli devleti " ve " türk milli kimliğini " yeniden tanımlamaya zorlamakta veya türk milli kimliğini ortadan kaldırmaya ve devletin üniter yapısını yıkmaya yönelik olmaktadır. türkiye'ye dayatılan eknik ve dini kamplaştırma, ekonomik büyüme adı altında yürütülen ve tüm bu dayatmalar sonucunda oluşabilecek ekonomik ve sosyal patlamalar ile birlikte adım adım bir kargaşaya ve bölünmeye giden türkiye gerçeği görülmemekte, siyasal getirim uğruna ülkenin milli bütünlüğü ve üniter yapısı tehlikeli bir boyuta taşınmaktadır. akp'nin iktidar olduğu günden bugüne türkiye, ekonomik, sosyal, siyasal ve sermaye devleti oluşturma yönünde, siasi olarak bir dezenformasyona, sanal bir ekonomik ivme dahilinde ekonomik bir çöküşe, mevcut yazılı ve görsel mütareke basını ile kitlesel hipnoza, kültürel dezenformasyonla halk içinde sosyal algılama farklılıklarına ve dışarıdan dayatılan bir psikolojik harekat ile sermaye devletine dönüştürülmek için çok yönlü bir dönüşüme tabi tutulmuştur.
siyasi-sosyal-ekonomik açıdan, ne karşımızda olan ve girmeye-girmemeye çalıştığımız oluşumu görebiliyoruz-anlayabiliyoruz ne de kendimizi.
din-izm ve var olan cehalet ile kendi kısır döngümüzde saçmalıyoruz.
90'lardan itibaren üyeleri arasında ekonomik birlikteliği sağlamak adına kendi içinde yaptığı düzenlemelerin hepsi bugünlerde tek tek içinde patlayan topluluk.
vakti zamanında ekonomik olarak güçlü olan avrupa birliği üyesi ülkelerin bu güçlerini kullanarak tüm avrupa birliğini siyasi olarak domine etmesi hedeflenirken yaşanabilecek dünya çapında ekonomik krizler hesaba katılmamıştı tabi.
şimdi yunanistan gibi ekonomik enkazlarla uğraşsınlar bakalım.
bölgesel anlamdaki yeryüzünde faal olan en başarılı organizasyondur. nitekim türkiye'nin yıllardır girmeye çalışması da ciddi sıkıntılı bir durumdur. uzun bir açıklama olacağından şimdiden okuyan dostlardan özür diliyorum efenim.
öncelikle türkiye şu şartlarda asla avrupa birliği'ne giremez. ilk başta kriterleri gerçek anlamda uygulamıyor. ha uygulamadan giren adaylar var mıydı ? olmaz olur mu. italya bile henüz tamamını uygulamadığı halde yıllar önce aday olmuştur. nitekim kabul edilmemesi için somut bir unsur vardır yani.
bunun yanı sıra avrupa birliği bir hıristiyan kulübü falan değildir; fakat bir kültürel örgüttür. bu kültürel örgütün de bütün üyeleri hıristiyanlardan oluştuğundan ötürü türkiye'ye karşı bir önyargı mevcuttur ki bu da doğaldır aslında. bu önyargı zamanla mutlaka yıkılacaktır; çünkü avrupa birliği buna muhtaçtır.
türkiye dış politikada bu dönem de dahil olmak üzere rezil olmuştur. neden ? çünkü avrupa birliği'ne gerçek anlamda resti hala çekememiştir; çünkü 50 yıllık dış politikadan vazgeçmek gerçekten evlat acısı gibi bir durumdur. bunu yapabilecek olmak ciddi bir iradeyi ve kararlılığı ihtiva etmek anlamına gelecektir. bu da günümüz siyasal ve ekonomik konjonktüründe zordur; çünkü yapıları alt üst edecektir.
türkiye'nin imzaladığı gümrük birliği antlaşması ile zaten avrupa ile çoğu açıdan ekonomik işbirliği sağlanmıştır. avrupa birliği'nin bugün bize en büyük getirisi vizesiz dolaşım hakkı olacaktır, ki bu da kolay kolay türkiye'ye verilmeyecektir. bunun olabilmesi için avrupa'daki içgücünün ciddi anlamda sıkıntıda olması gerekiyor.
ne olursa olsun türkiye ilk başta hata yapmıştır; çünkü uyum yasalarını ve projelerini avrupa birliği'ne girmek için gerçekleştirmiştir. bu yasalar ve projeler avrupa birliği için değil, bu topraklarda yaşayan insanların fiziki, ekonomik, sosyo-kültürel durumlarını iyileştirmek için yapılmalıydı ve ilk öncelik bu olmalıydı. böylece topluma daha rahat kabul ettirilebilir ve entegrasyonu zor olmazdı. bunlar dahilinde de uyum sürecinde sıkıntılar yaşanmaz idi.
norveç ve isviçre gibi iki avrupa ülkesi defalarca avrupa birliği'ni reddetmişken, türkiye'nin yıllarca girmek için kendisini yırtmış olması ciddi bir prestij kaybıdır. nitekim avrupa birliği olmadan da büyük bir ekonomi, kalkınmış bir ülke, gelişmiş bir ulus olunabilir.
kısacası avrupa birliği'ni gözümüzde bu kadar büyütmemiz en başından hataydı ve suçu oraya buraya atmamak gerekir. kimse türkiye'yi davet etmedi ve süreci hep türkiye yürüttü. bu yüzden olumsuzluklar da, olumlu durumlar da bize aittir.
bütün bunların yanında avrupa'da da bir rant vardır. avrupa birliği'ne üye olan ülkeler avrupa parlamentosunda temsil edilir. avrupa parlamentosundaki temsiliyetin ve sandalye dağılımının dayanağı ise ülke nüfuslarıdır. bu şartlar altında türkiye'nin avrupa birliği'ne girmesi demek parlamentodaki en fazla parlamenter sayısına sahip olması demek. bugün almanya ve fransa'nın en fazla parlamentere sahip iki ülke olduğunu düşünürsek ve türkiye'nin üyeliğine karşı olan yegane iki ülkenin de bunlar olduğunu düşünürsek durum açık biçimde ortaya çıkıyor.
hiç bir zaman alınmayacağımız bir topluluktur. çünkü türkiye nin bu topluluğa girerse lider ülke konumuna geçeceğini bütün ülkeler bilir yani bu tehlikenin farkındadır. avrupanın yaşlı nufusuna oranla türkiyedeki genç nufusun fazla olması lider ülke konumuna geçmesindeki en önemli unsur olacaktır. ve fransa her zaman türkiyenin karşısında olacaktır. çünkü fransa nufusunun belli bir yüzdesini oluşturan ermenilere karşı seçim politikalarıdır.
afyon kocatepe üniversitesi, fen/edebiyat fakültesi, coğrafya bölümü 4. sınıfında ders müfredatında zorunlu dersler arasında bulunmaktadır. istenmediğimiz bir düzlem olan bu oluşumun dersini görüyor olmamız bile kendi başına trajikomik iken öğretim vermesi için sorumlu tutulan öğretim görevlisinin hali yaşadığımız ülkenin, sistemin ne derece içler acısı bir hal aldığını, kimlerle yönetildiğini, kimler tarafından talan edildiğini görmek açısından somut bir örneklem olmuştu benim için. kendisinin koyu bir akp yanlısı olduğu anlamak için özel çaba sarfetmeye gerek kalmamıştı. daha ilk dersten içine girdiği tutumlar, iyimserliğin tavan yaptığı bakış açısıyla hükümet politikalarına yağdırdığı övgüler fazla yağlı bir yemeği yemek zorunda kalan bir misafir gibi miğdemizi bulandırmaya başlamıştı. resmi tarih safsatalarına kendisinin de inandığını düşünmüyorum fakat bize anlatış şekli, avrupa birliğini yere göğe sığdıramayışı, hükümetin yaptığı atılımların doğruluğu yönündeki açıklamaları inandırıcılıkta sınırları epey zorlamıştı ve zorlamaya devam ediyor. her hafta zorunlu bir işkence resmen. sınıftaki öğrencilerin soruları ve karşı çıkışlarına cevap veremeyişi veya demogojiye başvurması adeta hükümet yetkililerinin tatmin edicilikten uzak cevapları gibi. ve ne kadar fikirlerimizi söylesek, itiraz etsekte sınav kağıdına kendisinin istediği cevapları, inandıklarını yazmak zorundayız. çalışamamız için verdiği ve sorumlu tuttuğu makaleler de cabası.
uzun lafın kısası; üniversitelerimiz gerçekten özgürlükler diyarı...