27 Mayıs ihtilali'nin ünlü 14'ler grubu üyelerinden Orhan Erkanlı'nın 1972 yılında çıkardığı anı-fikir kitabı.
Bu kitaba "1960 sonrası istanbul'u anlatıyor" demek kitabı okumamış olmak demektir. Zira 400 küsur sayfalık kitapta istanbul dışında herşey var. Pek istanbul yok.
Esas olarak bu kitap, 27 mayıs 1960 ihtilalini, Milli Birlik Komitesini, Yassıada yargılamalarını, 14'lerin çalışmalarını ve yurt dışına sürgününü, 22 şubat ve 21 mayıs ayaklanma girişimleri, Orhan Erkanlı'nın CHP'deki milletvekilliği dönemini (O dönemden bu yana siyasette pek bir şeyin değişmediğini!), Cemal Gürsel'i, ismet inönü'yü, Celal Bayar'ı, Adnan Menderes'i, Süleyman Demirel'i ve Orhan Erkanlı'nın Türkiye'nin çeşitli sorunlarına ilişkin fikirlerini anlatıyor.
Öyle zannediyorum ki bu kitap 1980 askeri darbesini planlayan aklın da okuduğu kitaplardan biriydi.
Şimdi size kitaptan seçtiğim bazı bölümleri alıntılamak istiyorum:
Bir gün elbette normal düzen işlemeye başlıyacak, yayın özgürlüğü tam manasıyla yürürlükte olacak. Bir Millet, bir Devlet bu günkü ortam içinde yaşamaya, var olmaya devam edemez, ya bütün hak ve hürriyetlerimizi kaybedeceğiz, belirsiz bir süre için kitapları kapatıp, kalemleri bir kenara atacağız, veya istediğimizi yazıp söyliyeceğiz. (dördüncü baskı için bir kaç söz, 1 temmuz 1973)
(...)Memleket bir gün mutlaka bu köprülerden geçecektir. Kaybolan zaman ve boşa giden emeklere acımamak mümkün değildir. Ve maalesef normal siyasi iktidarların yapmaya güçleri yetmeyecek, bu hareketler yeni darbelerin, kuvvet yoluyla iktidar değişikliklerinin gerekçeleri arasında yer alacaktır. (Sayfa 40)
Gürsel bahsinde kısmen temas ettiğim gibi, komite'deki bazı arkadaşlarımızın genel politik plânları arasında, Yassıada mahkûmlarının durumları da ele alınmıştı. Yargılamalara hiç bir şekilde müdahale etmemek, tesirde bulunmamak, kararlar çıktıktan sonra verilmiş olan cezaları kendi takdirlerimize göre uygulamak niyetindeydik. Hiçbir ölüm cezası infaz edilmeyecekti. (...) (Sayfa 121)
Türkiye geri kalmış bir ülkedir. Bu memlekette gerçek demokratik rejim, hürriyet yoluyla kurulamaz. Çünkü halkın idareye iştirakini önleyen engeller vardır. Halk oyunu bilinçle kullanamaz, arada mutavassıtlar vardır. Bunlar aslında siyasi partilerin de asıl kadrolarını teşkil eden veya tesir altında tutan menfaat grupları, baskı gruplarıdır. mutlaka bir inkılâp dönemi yaşanarak, demokrasinin istinad edeceği müesseseler, organlar kurulmalı, gelenekler teşekkül etmelidir. Bu da ancak iktidarı uzatmakla mümkün olabilir. Demokrasinin yaşayabileceği ve işleyeceği ortam hazırlanmadıkça şekli demokrasiden ileri gidemez. (...)( Komitenin üyeleri arasındaki fikir ayrılığını konuşturma yoluyla anlatıyor, sayfa 140)
13 kasım'dan sonra asıl iktidar; o tarihte "Silahlı Kuvvetler Birliği" olarak isimlendirilen başka bir cuntaya geçti. Kurucu Meclis, Anayasa ve Seçim Kanununu yapan bir uzmanlar topluluğu idi; memleketin yönetiminde hiçbir zaman söz sahibi olmadı. Yeni Cunta perde arkasından, Türkiye'yi seçimlere getirdi. Bu Cunta'nın kilit noktalarında görev alanların bir kısmı, 22 şubat ve 21 mayıs ayaklanmalarını denediler, fakat büyük kısmı orduda kaldı; ordunun en yüksek kumanda kademelerinde görev aldılar ve nihayet onlar da 12 Mart darbesini yaptılar. ( Sayfa 144)
(...)Bugün Türk politikasına fiilen hakim olan sosyal güçler; basın, üniversite, ordu, siyasi partiler tam bir anarşi içindedirler, gemi azıya almışlardır. Hiçbir iktidar, yıpranmadan, güç kaybetmeden, hattâ erimeden bunları hizaya getirip, devlet otoritesini tesis edemez. Gelecek iktidar dönemi, kazansa dahi Halk Partisi için bir talihsizlik olacaktır. Bu dönemin sonunu beklemek lazımdır.(...) (sayfa 184)
(...) Rejimi çökertmek isteyenlerin ilk hedefi parlementodur. Parlemento dejenere edildikten ve halk nazarında itibardan, güvenden düşürüldükten sonra gerisi kolaydır. Ümid ederiz ki, parlementomuz bir daha bu durumlara düşmez, şahsiyetini ve değerini muhafaza eder... (Sayfa 282)
Eğer bir gün bu memlekette yeni bir kavga olacaksa, bu kavganın sebebi ve hedefi mazinin hesapları olmayacak, geleceğin ümitleri ve idealleri olacaktır. Daha açıkcası millet mezar taşları için birbirini kırmak niyetinde değildir. Gelecek kuşaklar sadece, inanışları, özgürlükleri ve Türkiye'nin tam bağımsızlığı için içte ve dışta dövüşeceklerdir. (...) (sayfa 285)
Sanıyorum ki Menderes Rejimi'nin en büyük hatası ve kendilerini ihtilale götüren davranış, hükümet adamlarının kendilerini kanunların üzerinde ve dışında saymaları ve icra unsurlarını, yani devlet memurlarını da buna alıştırmalarıdır. >> (sayfa 347)
Eğer Türkiye'de müdahale şartları giderilmez ve yeni askeri hareketler olursa, bu defa bilinmelidir ki gelenlerin siyasi yönleri, ideolojik hedefleri olacak ve daha ilk günden bunlar açıklanacaktır. Bizler gibi "Kardeş kavgasını, anarşiyi önleyip, anayasa ve seçim kanunu yapıp veya reform kanunlarını çıkarıp gideceğiz" demiyeceklerdir. (...) (Sayfa 380)
(...)Amerikan ordusunun ikmal ve eğitim ile ilgili bütün kitaplarını (talimatnameler) tercüme ettirerek aynen uygulamaya başladık; hattâ o kadar ki Amerikan idare talimatnamesindeki "PAPAZ" yazılan yere biz "ALAY iMAMI" koyacak kadar tercümeye sadık kaldık.(...) (Sayfa 394)
Bu arada ordu bünyesinde Amerikalılar'a uymayan usulleri, sınıfları kaldırdık. Meselâ suvari sınıfı lağvedildi ve bu sınıfın görevlerini zırhlı birliklerin yapması gerektiği fikri kabul edildi. Halbuki Doğu ve Güney Doğu Anadolu'nun arazi, alt yapı, teknik şartları suvari sınıfının muhafaza edilmesini icabettirmekte idi. Doğu isyanlarını süvari birliklerinin bastırdığını unuttuk ve bu bölgedeki muhtemel tehlikelerin yok olduğunu kabul ettik. Temenni ederiz ki, ilerde bir gün piyasadan at toplayıp ordu içindeki ve dışındaki eski süvari subaylarını seferber ederek yeniden süvari birlikleri kurmak mecburiyetinde kalmayalım. (...) (sayfa 395)