Anlam veremiyorum, gözyaşı döküyorum aklıma geldikçe. Gülmeyi bile beceremeyen şu saf, temiz çocuğun nasıl canını alırsınız... Annesine "Keşke vurarak öldürseydiniz de, canı bu kadar yanmasaydı Ali'min" dedirtecek kadar nasıl insanlıktan çıktınız?
''Söz ağlamayacağım artık. Bir kere rüyama gelsen."
diyen bir anne bıraktınız...
// Gecenin bir körü başlayan şiddetli baş ağrısı ve çarpıntıyla, ev halkını uyandırıp dedim ki "bana bir şey oluyor, acile götürün". dünyanın en dayanılmaz baş ağrısını çekmekten uyuşmuş haldeyim, konuşmakta zorlanıyorum. "heralde beyin kanaması" diyorum içimden, "şuurum kapanmadan hastaneye yetişsek bari". annemle yolda vedalaşıyorum falan hatta, 'saçmalama' diyor. can havli. belki de şu yeryüzündeki son saatim diye geçiyor aklımdan, bir sürü yarım kalan, eksik şey geçiyor. beynim patlayacak çünkü, bu ağrının başka bir sonucu olamaz sanıyorum o an.
acilde iki genç kadın doktor nöbetçi. muayene ediyorlar, "görünürde beyin kanaması yok" diyor, önlem olarak yine de tomografiye yolluyorlar, ona da 'temiz' diyorlar, iğne verip, bir saat kadar daha oralarda durmamı istiyorlar.
beklerken acilin kapısına hava almaya çıkıyoruz. tekerlekli sandalyede ben, çocuk gibi ağlamaya başlıyorum; kafamda ali ismail korkmaz marşı çalıyor. ağrımla hıncım birbirine karışıyor o dakika.
iki dakika bile değil çünkü ön muayene ile şüpheli durumdaki hastanın beyin kanaması geçirip geçirmediğinin bulgulanması. 2 dakika! 5 dakika bile sürmüyor tomografi çekilmesi ve sonuçlarına bakılması, 5 dakika lan! bir hastanenin acil servisine gittiğinizde, hadi bilemedin 15 dakika olsun toplamda beyin kanamanız var mı yok mu bulgulanması. normal olan bu. görevinin gereğini yapacak her acil servis doktorunun sizi getireceği nokta aşağı yukarı bu. lütuf değil, normali, olması gerekeni böyle.
mesela ne suçu vardı ali ismail'in görevini yapan normal bir doktor yerine hasan gülcü gibi bir şerefsize rastlamakta? iki dakikalık muayeneden, basit bir tomografiden mahrum bırakılmakta?
mesela aklından neler geçti, o can havliyle o hastanenin önünde bankta sabahlarken? neden o kadar yalnız, o kadar çaresiz bırakılmayı haketmiş olsun ağrılar içinde?
insan çaresiz hissediyor. en çok o kadar çaresiz hissettirilmiş olmasını affedemiyorum. böylesine, iyi, güzel, doğru herşeyden intikam alınırcasına muayene bile edilmemiş olmasını, zamanında tedavi alamamış olmasını affedemiyorum. hasan gülcü gibi mahlukatların bu dünya üzerinde var olmasını affedemiyorum, hazmedemiyorum.
ömrümüzce yanağımızdaki bir damla gözyaşı olacak hep ali ismail korkmaz.
hıncımız geçmeyecek...
bir sevdiği vardı finallerden sonra konuşacaktı.
şu sıralar not peşinde koşuyor olacaktı.
yarın fenerbahçe kazansın diye şu anda stres oluyor olacaktı.
yani şu an hemen hemen hepimizin yaptığı şeylerden birisini yapıyor olacaktı. fakat onun yerine şu an annesi resmine bakıp göz yaşı döküyor.
sadece şerefini kaybetmiş ibnelerin yaftalayacağı masum çocuk. Berkin'den, abdullah'tan herkesten masum. Sivil orospu çocukları tarafından öldürüldü. Aynı zihniyet şimdi net ortamında bu adamı eleştiriyor. Alayı potansiyel katil.
nefret dolu bir adamınn, adamlarına verdiği emir ve bu emri bilinçsizce yerine getirenler tarafından öldürülen güzeller güzeli çocuk.
Aramızdan ayrıldı gün geçen bir dialoğu paylaşacağım.
projenin teslim günü ve ben yine haldır huldur telefonda doktorlarla görüşüyorum. bir ara doktorlardan biriyle şöyle bir dialog yaşadım.
- iyi günler dr. x ile görüşüyorum değil mi, ben y'den arıyorum. görüşmeyeli nasılsınız?
- ah merhaba kızım proje için aradın ama ben şu an hiç iyi değilim
- problem nedir doktor bey, bir sorun mu var?
- kızım ben bu gün doktor da değilim.
- anlayamadım. istifa mı ettiniz, hasta mısınız yoksa?
- yok kızım ben ali ismail korkmaz'ım
(dedi ve o ağlamaklı ses daha da hüzünlü çıktı. benim ise sabahtan beri takip ettiğim haberlerin üzerine bu ses allak bullak olmama sebep oldu.)
- ben de ali ismail korkmaz'ım...
dedikten sonra iyi günler vs diyip kapattık. normalde böyle bir konuşmaya şahit olsa bir yönetici kızabilirdi ama herkes o gün pür dikkat haberleri karıştırır haldeydi ve benim telefonda dediğim cümleyi ne kimse sorguladı ne de etti...
saat 11.30 civarlarında dersten çıkıp birkaç işimi hallettikten sonra güzel havayı fırsat bilerek odtü stadyumuna geçtim bugün arkadaşlarımla. laf lafı açtı, muhabbet ettik ondan bundan. çimlerde bir grup dikkatimizi çekti. şerit çekiyorlardı çime. anladım ki akşam mumlarla bir isim yazıp söz konusu şahsı anacaklar. usul böyledir, ben de birkaç tanesine katıldığım için biliyorum. hugo chavez öldüğünde gruba bizzat yardım edenlerden biri de bendim mesela. her ne ise. aramızdan bir arkadaşı gönüllü olarak seçip gruba kimin anılacağını sormak üzere gönderdik. ali ismail korkmaz anılacakmış. sebebi de arkadaşlarımdan birinin söylediği üzere bugün ali'nin doğum günü olması imiş.
günün geri kalanının büyük kısmını uykuyla geçirdiğim için aklımdan çıkmış tabii. yoksa ben de gitmeyi düşünüyordum aklıma gelseydi. aklım tamamen bulanık, pek az şey düşünür halde uyandım, kendime yiyecek bir şeyler hazırlamak üzere kat mutfağına geçtim. ocak başında biraz vakit geçirince sıkıldım. çalan şarkı tam da kiss in taksim square idi, gezi parkı döneminde yapılan ve sağlam bir eleştiri olarak değerlendirilebilecek bir şarkı. gâvur, gâvur diyorlar ya dış devletlere; bizim hırsızlar dilsiz şeytanı oynarken gâvur susmuyor işte. her ne ise, konumuz bu değil. tam da şarkının ortalarında iken, -yani, tam da rte'ye edilen küfürleri dinlerken- sıkılmış olmanın verdiği başıboşlukla kafamı çevirdim pencereden dışarı. 5. kattayım ben. devrim stadyumu görünür bizim yurdun 5. katından. çok güzel de bir manzarası vardır. tesadüf eseri çalan gezi parkı şarkısı eşliğinde gördüğüm şey, tamamen aklımdan çıkmış olan "ali" yazısıydı. mumların yaydığı ışıklar eşliğinde yazılmış kocaman ali yazısı karşısında yer eden, stadın tribün kısmındaki kalabalık da tepkisiz izliyordu manzarayı, tıpkı benim gibi. çalan şarkının da etkisiyle o anda cız etti içim, kalbim sıkıştı, gözlerim yaşardı, ağlamaklı oldum 19'unda gözünün yaşına bakmadan öldürülen ali'yi düşünerek.
doğum günün kutlu olsun çocuk, hep yaşın 19 kalacak senin.. ışıklar içinde yat.
bir yazarın dediği gibi birileri öldüğünde mezarına tükürülecek, sen gibi yiğitlerin, şu kısacık yaşamda bir amaca sahip genç fidanların adı sonsuza kadar yaşayacak. mekanın cennet olsun olsun. kimse sizlerin ölümünü kabul etmiyor o yüzden ölüm yıl dönümünüzle beraber doğum gününüzde her zaman kutlanacaktır.
Yarıda kalmış aşklarının hesapları içinde
Denizlere açıldı içimizden biri
Niçin gittiğini söylemeden.
Doyulmamış arzularla doluydu yelkenleri.
Yıpranmış kelimelerin verdiği güvenden.
Bulacak sanıyordu yenilikleri.
Her an bir yeni su vardı,
Her yeni suda bir yeni an.
Deniz, dalgalarıyla gösteriyordu dışından
Yaşananla düşünülenler arasındaki farkı.
Bitmiyordu köpüklerle renkler
Bir başka damlada, bir başka ışıkta başlamadan.
Gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Dışında ne varsa yeni, ne varsa gerçek.
Yeni manzaralarla gelen yeni duygular
Hani, eski kelimelerle olmasa
insanın ömrünce devam edecek.
Gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Anladı, ölmekle yaşamanın birleştiği noktada
Yeni rüzgarlarla esen yeni korkulara
Yeniliklerini bağışlamayan kelimelerin
Nasıl düşman sığınaklar halinde direndiğini.
Anladı, bütün olmuşlarla olanların
Ve bütün olacakların
O kelimelerin içinde
Kendisine varmadan eskidiğini *