bugün

psycho adlı şaheserinde, duş sahnesi sırasında bıçağın iniş şiddetini bile özenle, ölçüyle sunmuş büyük sinema ustası. cameo sahnelerine de bayılırdı.
frenzy adlı filmi kimliği hala bilinmeyen seri katil jack the stripper’ dan esinlenilmiş meşhur yönetmen. Cameo performansları ile ünlüdür.
filmlerinin hastasıyız . sizi bilmem ama bana eski filmler inanılmaz keyif seyri veriyor. daha samimi sanki o yıllarda yaşıyormuşcasına.
Sapık filmini izledikten sonra kendisine aşık olduğum adam.
görsel

Ünlü korku filmi yönetmeni Alfred Hitchcock, Thame nehrinin yanında uzanmış, ilham gelmesini beklerken, 1948.
Tip olarak donald trump'ın peruksuz hali gibidir.
görsel

'Sinema, sıkıcı yerleri makaslanmış hayattır' demiş yönetmen.
Sinema bilgisi en yüksek yönetmen desem, yanlış olmaz sanırım. aynı zamanda, nickimin esin kaynağı olur kendileri. Sette genelde 'mr. hiçkok' derlermiş kendisine, bir belgeselden sonra bu nicki almaya karar vermiştim.

'Sinema, sıkıcı yerleri makaslanmış hayattır' demiştir kendileri. bazen görüyorum, sinema'yi anlamak için onlarca kitap okuyan insan var, (ki ben de bunlardan biriydim) buna gerek yok. bay hiçkok'un şu lafı, aslında sinema üstüne söylenebilecek her şeyi tek cümle ile özetler.

öylesine özel bir yönetmendir ki, filmleri zamana direnir, her döneme ait filmler yapar çünkü. Sadece duş sahnesi ilgisini çekti diye sapık filmini yapmıştır mesela.

sinema üstüne okumalar yapan, sinema'yı öğrenmek isteyenlere tek tavsiyem, plan plan bay hitchcock'un filmlerini izlemeleri, incelemeleri olacaktır.

Ayrıca, 'yumurtalardan korkuyorum. O hiçbir deliği olmayan, yuvarlak beyaz şeyler' lafı ile de her zaman gülümsetir. (bkz: swh)
seyirci merakını onun kadar gıcıklayan az yönetmen vardır; ilk olarak kiracı filminde sahne doldurmak için gözüken hitchcock, sonradan çektiği neredeyse bütün meşhur filmlerinin sadece tek bir sahnesinde fakat anlık olarak gözükmeye başlar; bu durum bazı zamanlar öyle bir merak saiki uyandırır ki, sinemalara akın eden kalabalıklar onun sadece tek, bir kare içinde kimi zaman anlık olarak gözüktüğü yeri bulmak için biribirleri ile yarışırlar. bu hadise adeta hitchcock ile seyirciler arasında bir köşe kapmacaya dönüşür. evet, seyircideki keşif merakını kışkırtmak tam da budur diyebiliriz.

hitchcock bu işi adeta bir bulmacaya dönüştürür ve uzun zaman boyunca her filminde bu mevzu başlı başına bir hâdise olur; mesela cinayet var isimli filminde, bu tek kare, iki aktörün elinde tuttuğu bir parti fotoğrafındaki “şampanya içen şişman adam”a kadar ilerler. vesair...
'sinema, sıkıcı yerleri makaslanmış hayattır' diyerek, bir kitap dolusu bilgiyi tek bir cümleye sığdırmıştır.
Yönetmenliğini yaptığı birçok filmin de başına Alfred Hitchcock'un kelimeleri getiriliyor.

Hitchcock'un ip'i ya da arka penceresi gibi.

Tabii bu diğer bazı yönetmenlerin de yaptığı bir şey ama şüphesiz ki Hitchcock birçok diğer yönetmene fark atabilecek biri.

Öylesine eski filmleri böyle sürükleyici bulmamıza neden olan bu yönetmene hayran kalmamak pek olası değil.
meşhur film yönetmenlerinin bazılarını anlatırken ismini bu isimlerin önüne ekletecek derecede gerilim sinemasına mührünü vurmuş yönetmendir;

fransız hitchcock henri-georges clouzot,
italyan hitchcock dario argento,
amerikalı hitchcock brian de palma gibi...

fransız yeni dalga’sının önderlerinden claude chabrol’da ona duyduğu hayranlığı saklamaz.
çekilmesinin ardından sinemadaki kamera çekim tekniğine yeni bir tarz getirmiş olan film:
rope (1948; ölüm kararı), hitchcock’un ilk renkli filmi.
bir apartman dairesinde geçer ve bazılarının süresi on dakikaya varan toplam onbir çekimden oluşan film...
çekimler arasındaki ustaca geçişlerle, kesintisiz tek bir çekimden oluşuyor hissini verir. çok dikkatli değilseniz seyrederken farkedilmez ve sanki bir tiyatro seyreder gibi kesintisiz devam eder.
sevdiğim yönetmenim. mim konulan hemen her filmini izledim. ayrıca 1920'lerden itibaren başlayan kariyerinde çektiği bütün filmler de arşivimde bekliyor.

uygun bir zaman geldiğinde 49 filmin hepsini sırayla izleyip bu yönetmenimiz hakkında çok detaylı ve doyurucu bir inceleme yazısı yazmayı planlıyorum.

tabii ki ulu sözlük çöplüğünde yapmayacağım bunu. büyük ihtimalle ekşide yazacağım. günün birinde ekşi sözlükte alfred hitchcock başlığında aşırı uzun bir inceleme yazısı görürseniz bilin ki onu yazan kişi benimdir.
hitchcock ciddi şekilde alman ekspresyonizminden etkilenmiştir. bunda gençliğinde almanya'da çalışmasının etkisi olmuştur muhakkak.
alman ekspresyonizmi nedir derseniz,
dial m for murder'ı izleyin. polisin, demir parmaklığı olduğu için katilin kaçmasının olanaksız olduğu bir pencereden söz ettiği bir sahne vardır. pencere gösterilmez. parmaklıkların gölgesi duvara yansıtılır.
ahanda bu alman ekspresyonizminin tipik bir göstermeden anlatma tarzıdır.
filmlerinde özellikle katili seyirciye önceden gösterirken, iyi kahramanın bilmemesi yüzünden yaşadığı stresi yansıtmayı seven film yönetmeni. Genel olarak filmleri aynı çizgide ilerlerken; Kuşlar ve Sapık gibi bu çizginin dışında kalan filmleri de mevcuttur.
söylediği pek çok söz 'sinema nedir?' Sorusunun cevabı olacak niteliktedir.

'Sinema, sıkıcı yerleri makaslanmış hayattır.' demiş mesela.
(bkz: rear window), (bkz: rope) gibi filmlerini izlediğim dönemi düşünülünce ayakta alkışlanması gerek psikolojik tahlilleri ve unsurları muazzam biçimde işleyen ve barındıran filmlere imza atan yönetmen.
hitchcock:

“ailem tiyatroyu pek severdi. son derece farklı bir aile olduğumuzu düşünüyorum. ‘uslu’ çocuklar vardır ya, işte ben onlardan biriydim. aile toplantılarında bir köşeye çekilir, saatlerce uslu uslu otururdum. olup bitenleri izlerdim. bu sayede iyi bir gözlemci oldum. hayâl gücü geniş ama yalnız bir çocuktum. oyun oynamak için tek bir arkadaş bile bulamadığımı hatırlıyorum. ben de kendi oyunlarımı keşfederek tek başıma oynardım.”
Hitchcock:

“Kiracı ilk gerçek Hitchcock filmiydi. Teknik bilgimin kökü, ‘Kiracı’daki çalışmama kadar uzanır. işin doğrusu, o zamanlarda ögrendiğim teknikler ve kamera kuralları, daha sonra da bana hizmet etmeye devam ettiler.”
paramount famous players lasky’nin londra şubesinin açılacağı ilanını gazetede okuyunca hemen başvurmuş ve kabul edilmiştir. sessiz sinema yılları... hiçkok’un çizimleri beğenilir, başlıklar bölümünde hızla yükselip çoktan yazarlar bölümüne geçmiştir.

londra üniversitesi resim branş’ında okuduğu bu sıralar o günkü sineme tekniğine dâir temel bütün bilgilere pratik olarak da vâkıftır artık; 23 yaşında, ağzına tek kadeh içki dahî koymayacak bir disiplin içindedir. ona göre “kız arkadaş” kavramı yoktur, sevdiği ve seveceği evleneceği kadın olacaktır ki (1926’da alma reville evlenmiş, bütün hayatını onunla geçirmiştir.) daha başka birçok tarafıyla hiçkok teklerin adamıdır:

filmlerinin kesinlikle tek bir konusu, tek bir kahramanı vardır ve senelerce bu kahramanları, başrol oyuncularını bile aynı aktör ve aktristlerden seçmiştir. mesela, cary grant ve james stewart; ilginçtir, tipleri kadar aktörlükleri de birbirine benzeyen bu iki aktör neredeyse hiçkok’un mühim bütün filmlerinin aktörüdürler. aktristler için de aynı hiçkok prensibi geçerlidir ki, kim novak, greysi keli, ingrid bergman; “soğuk sarışın” diye nitelen gözde aktristleridir -ve en çok keli ile çalışmıştır zaten- ilginçtir bu hanımlar farklı yüz hatlarına rağmen bize yine hiçkok’un tek’e ve teferruata tutkunluğunu anımsatır... ve bütün önemli filmlerinin hepsinin sadece tek bir karesinde, bir kere gözükmüş ve hatta bu tek anlık gözükme sansasyonel bir hadise olmuştur. -ileride değineceğim-

arayazı süsleyici olarak girdiği sektörde kısa bir süre içinde beş filmin yardımcı yönetmenliğini yapmıştır bile ve ardından yönetmenlik teklifi alarak sessiz sinema döneminde tam dokuz filme imza atar. 25 ve 29 yılları arasındaki beş öne çıkan filmi arasında birisi vardır ki, işte hiçkok’un asıl üslubunu bulduğu ve yakaladığı, sonraki dönemde ise artık bütün işlerini bu üslub üzerine binâ ettiği bir film: kiracı...

-devam edeceğimi-
Çocukken arkadaşları ona “cocky-burnu havada” yani “kendini beğenmiş” mânâsına bir lakap takmışlardır; evet bu ego sahibi çocuğun arkadaşları ve kendisi, EGO’sunun neye yataklık ettiğini o günlerde bilmeselerde, zamanın çarkları, ancak böylesi büyük bir yönetmene has olabilecek ve yine ancak böylesi büyük adamlarda sırıtmayacak, aksine yakışacak bir EGO’yu beslemektedir...

Diğer bir lakabı da “zorba”; anlaşılan o ki, korku ile yüzleşmek için küçük hiçkok en sert şakaları yapmakta, âdeta, ruhunda faaliyete geçmeyi arzulayan, bir protoplazma hâlinde bulunan bazı hissiyatları oyunlarda tecrübe etmektedir. işte “zorba” hiçkok’a ait bir hikaye: Bir gün oyun oynarken kendisinden küçük bir çocuğu rehin alarak bağlar ve pantolonunun içine çatapat atar...

Papaz okulu’nun ardından Londra Üniversitesi’nde mühendislik eğitimi...genç hiçkok prensipli, düzenli olmaya aşırı önem veren yani titiz ve aşırı teferruatçıdır;
Film karakterlerine bakınız hepsi iyi giyinir, iyi konuşur, meraklıdır. Bütün karakterleri kültürlü, titiz ve teferruatçıdır...
Hakkında pek bahsedilmeyen bir mesele; bu kendisindeki ve karakterlerindeki hususiyetlerin hepsi esasen büyük hayranlık duyduğu, Şarlok holms’un yazarı arthur conan doyle’a dayanmaktadır. Evet teferruatçılığı dehâ çapındaki dünyaca meşhur holms’ün mucidi doyl’un büyük hayranlarından birisi de hiçkoktur.

Ara not: -sultan 2. Abdülhamid’de doyl hayranlarındandır; her gece yatmazdan evvel uzun bir süre doyle’un kitaplarını okutur ve dinlermiş, onu onore için kendisini istanbul’a davet etmiş ve hediye olarak Mecidiye nişanı göndermiştir. Holmes serilerinin Türkçe’ye ilk tercümeleri bizzat Abdülhamid emriyle yapılmıştır. Yıldız kütüphanesindeki onbin kitaptan yaklaşık 2000’i hafiye romanlarından oluşurdu.-

Hiçkok’un hayâl dünyası doyl’un teferruatçılığı ile öyle örtüşüyor ve onun teferruatçılığına öyle Tutkundur ki, onu taklide düşmeden ve kendi orijinal tarzı ile yani üslubunu ortaya koyarak tarzını sinemaya yansıtır:
Aşırı merak, tahassüs, teferruat düşkünlüğü, kara mizah, kategorize etme, aynı giysileri giyme, aynı karakterleri kullanma -ileride buna değineceğim- vb. Nüanslar; ve birçok filminde film kahramanlarının ağzından arthur conan doyle’dan replikler, nakiller ile ona selam göndermiş, atıfta bulunmuştur.

Hafiye romanında, Edebiyatta doyle nasıl bir çap ise, hiçkok’ta sinemada aynı çapı taklide düşmeden orijinal blr üslup ile yakalamış denilebilir zannımca. ...

-devam edecek-
kendisinin pyscho filmi bir çok yönden korku sinemasının en iyisidir. Neredeyse her filminde farklı bir sey deneyen hitchcock, bu filmde de garip bir sey denemiş.

Filmin henüz 50. Dakikasında ana karakter ölüyor. Ki, bu o güne dek pek gördüğümüz bir şey değil. büyük cesaret ister.

Öyle anlatırlar, sırf bu yüzden film başladıktan sonra içeriye seyirci alınmazmış.
korku ve gerilim türünün kendinden sonraki sinema dili ve tekniklerinde çığır açmış yönetmen.
Sayısız gerilim ve korku filmi onun tekrarı ve yine bir o kadarı da onun tekniklerini kullanmış, yine, birçok mühim yönetmen, onu, filmlerindeki sahnelere atıfta bulunarak selamlamışlardır...
13 Ağustos 1889'da Doğu Londra, Leytonstone’da ingiltere’de doğdu. Gerilim ve korku türünün bu en büyük ustası, 19 Nisan 1980’de -ABD- öldü...
Çocukluk yılları ailesinin bakkal dükkanında geçti. Ailesi onu Londra’daki Ignatius College adlı Cizvit okuluna yolladı ve eğitimini burada görecek koyu bir katolik olarak yetişecekti.
Hiçkok’un niçin gerilim ve korku’yu seçtiği, şuurunun niçin hep bu mesele ile alakalandığının ipuçlarını -ip demişken rope isimli filmini mutlaka seyredin- işte bu katolik okul günlerine dayandırabiliriz. Zira, kendisi bu hususta şöyle demiştir:

“-Ailem koyu Katolik’ti. Sadece bu özellik bile, ingiltere gibi Protestan bir ülkede sıradışı olmak için yeterlidir. Muhtemelen Cizvitlerin yanında kaldığım bu dönemde bende bir tür korku kökleşti. Günah olan bir şeyi yapma endişesi şeklinde ortaya çıkan ahlâkî kökenli bir korku. Cizvitler çok sert lastikten yapılmış bir sopa kullanırlardı. Ceza, öyle olur olmaz uygulanmazdı. Dersten sonra başrahibi görmeye gitmemiz söylenir, o da ciddi bir yüz ifadesiyle isminizi, çarptırıldığnız cezanın niteliğini deftere yazardı. Ondan sonra koca bir gün, çarptırıldığınız cezanın infaz edilmesini beklemekle geçerdi.”

Evet, böylesi blr atmosfer altında hayâl kuvveti zengin hiçkok’un ne türlü bir ruh haletine girdiğini sezebiliriz; cezanın kendisinden çok o infaz anlarının beklentisinin gerginliğinden doğan müthiş bir ürperti içinde kalmanın hissi. “bu korku yok mu bu korku, korkunun kendisinden de beter” diyen fikir adamı bize hiçkok’un nasıl bir hâleti ruhiye içinde olduğunu hissettirir...

Ve, onun bütün filmlerinin, gerilim sekanslarının ana prensibini buna dayandırmakta bir mahzur yoktur; ki zaten kendisi de bunu dolaylı yoldan aynı şekilde ifâde etmektedir.

-devam edeceğim-
sinemanın dâhilerindendir. bütün filmlerini seyretmiş ve çoğunun üzerinden bir kaç defa geçmiş birisi olarak şöyle bir şerh düşeyim:
picasso’yu taklit edenler o kadar çoktur ki onlar için söylenen “dünya her gün yeni picasso tablolarıyla doluyor” sözünü sinemaya uyarlarsak, hiçkok hakkında, büsbütün denilemezse de kısmen geçerli bir husustur, gerilim dalında ise bu söz rahatlıkla söylenebilir...

devam edeceğim...