ntv, 2005 yılında kendisiyle ilgili bir çok soru işaretinin giderilebileceği bir belgesel yayınladı "Einstein's Big Idea" diye.
yayınladığı makaleler zamanın en önemli fizikçilerinden olan Max Planck'i etkilemesiyle einstein, dünya çapında büyük bir üne kavuşmasının ardından zor zamanlarında hep yanında olan eşini vefasızca terk etmiş ve kuzeniyle evlenmiştir; üstelik 6 defa da aldatmış. yuh!
Bir üniversite profesörü öğrencilerine su soruyu sorar;
- Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?
Bir öğrenci ayağa kalkar ve cevaplar.
- Evet, her şeyi Tanrı yarattı!
Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine 'Evet efendim' diye cevaplar.
Profesör devam eder.
- Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur. Çalışmalarımızda uyguladığımız kesinleştirme prensibine göre de Tanrı şeytandır.
Öğrenci böyle bir önerme karşısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör öğrencilerine bir kez daha Tanrı'nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur.
Bu arada başka bir öğrenci ayağa kalkar ve 'Bir soru sorabilir miyim profesör' der. Profesör sorabileceğini söyler.
Öğrenci 'Soğuk var mıdır' diye sorar.
Profesör; 'Nasıl bir soru bu böyle, tabii ki vardır' di ye cevaplar. 'Sen hiç soğuktan üşümedin mi?'
Öğrenci 'Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur; yaşamda/ gerçekte biz soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Örneğin, Absolute 0 (273 derece C) sıcaklığın kesin yokluğudur. Soğuk yoktur, o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıkları mızı tarif etmek için yarattığımız bir kelimedir' der ve devam eder.
- Profesör, karanlık var mıdır?
- Tabii ki vardır.
- Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü karanlık da yoktur. Yasamda/ gerçekte karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte, biz Newton'un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz. Bir basit ışık karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kırmış olur yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekânın/uzayın ne kadar karanlık old uğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçerek! Bu doğrudur değil mi? Karanlık insanlık tarafından, ışığın olmadığı yer/ mekân için kullanılan bir kelimedir. O zaman size son bir soru daha sormak isterim, efendim. Şeytan var mıdır?
Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte cevaplar..
- Tabii vardır. Açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde görürüz. O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şey de değildir.
Öğrenci itiraz eder.
- Şeytan yoktur efendim. Yani o kendi başına yoktur. Şeytan basit olarak Tanrı'nın yokluğudur. O aynen karanlık ve soğukta olduğu gibi insanın Tanrı'nın yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir. Tanrı şeytanı yaratmadı. Şeytan/ kötülük insanın tanrısal sevgiyi yüreğinde hissetmediği zaman yaptıklarının bir sonucudur. O, aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk, ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.
Profesör kürsüdeki yerine çöker ..
Genç öğrencinin adı Albert Einstein'dir.
'Do not worry about your difficulties in Mathematics. I can assure you mine are still greater.'
'I have no special talent. I am only passionately curious.' gibi sözlerin sahibi,azmin sembolü Almanya doğumlu ünlü bilim adamı.
eger ilerde arastirmalarim dogru cikarsa almanlar alman oldugumu fransizlarsa dunya vatandasi oldugumu soyliyecek, eger yanlis cikarsa almanlar yahudi oldugumu fransizlarsa alman oldugumu soyliyecekler.
''Bir kum tanesinin sırrını çözmeyi başarsaydık, bütün dünyanın sırrını öğrenmiş olurduk.'' diyen bilim adamı.
en önemli olayı özel görelilik kuramı(izafiyet teoremi)'ni 1905'de yayınlamıştır. 2004'de nasa bu teoremin kesinlikle doğru olduğunu yayınlamıştır. ileri görüşlü olmak buna deniyo heralde.
izafiyet teoremini 1 yıldır araştırıyorum, araştırdıkça da adamın dehasına olan saygım artıyor. bişeyleri değiştirmek için farklı düşünmek ve diğer açılardan bakmanız gerektiğinin en büyük kanıtlarından. zaman kavramını o da diğerleri gibi sabit kabül etseydi bugün hala newton fiziği geçerliliğini koruyacaktı.
Özel sermaye, kısmen kapitalistler arasındaki rekabet, kısmen de teknolojik gelişme ve emeğin giderek gelişen işbölümünün, küçük olanlar aleyhine daha büyük üretim birimlerinin oluşumunu teşvik etmesi nedeniyle, az sayıda elde yoğunlaşma eğilimindedir. Bu gelişmelerin sonucu ise bir özel sermaye oligarşisidir; bu sermayenin olağanüstü gücü, demokratik yoldan örgütlenmiş siyasi bir toplumda bile denetim altında tutulamaz. Yasama organı üyeleri siyasi partiler tarafından seçilmektedir; bu partiler ise büyük oranda özel kapitalistler tarafından finanse edilmekte ya da onlardan etkilenmektedir. Yani özel kapitalistler, seçmenler ile seçilenleri birbirinden ayırır. Sonuçta halkın temsilcileri, nüfusun olanakları kısıtlı bölümünün çıkarlarını yeterince korumazlar. Ayrıca, özel kapitalistler, mevcut koşullar altında, temel enformasyon kaynaklarını doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol ederler: Basın, radyo, eğitim. Bu nedenle, birey-vatandaş için nesnel sonuçlara ulaşmak ve siyasi haklarını zekice kullanmak son derece zor, hatta genellikle neredeyse olanaksızdır.
Demek ki, sermayenin özel mülkiyetine dayanan bir ekonominin baskın niteliği iki ana ilke tarafından belirlenir: Birincisi; üretim araçları (sermaye) özel mülk sahiplerinin elindedir ve sahipleri bunları istedikleri gibi kullanırlar. ikincisi, iş akdi serbesttir. Elbette, bu bağlamda, saf bir kapitalist toplum yoktur. Altını çizmek gerekir ki, işçiler, uzun ve şiddetli bir siyasi mücadele sonucunda, belli işçi kategorileri için daha gelişmiş bir serbest iş akdi elde etmeyi başarmıştır. Fakat bir bütün olarak ele alındığında, günümüz ekonomisi saf kapitalizmden pek de farklı değildir. Üretim fayda için değil, kâr için sürdürülür. Çalışabilecek durumda olan ve bunu isteyen herkesin her zaman iş bulabilmesi mümkün değildir; hemen her zaman bir işsizler ordusuvardır. işçi devamlı işini kaybetme korkusu içindedir. işsiz ve düşük ücretli işçiler kârlı bir piyasa oluşturmadıkları için, tüketim mallarının üretimi düşer ve sonuçta büyük bir sıkıntı doğar. Teknolojik ilerleme, genellikle, herkesin çalışma yükünü hafifletmeden çok, daha fazla işsizlikle sonuçlanır. Kapitalistler arasındaki rekabetle bağlantılı olarak, kâr dürtüsü, sermaye birikimi ve kullanımında dengesizliğe yol açar ki, giderek daha da şiddetlenen bunalımların nedeni budur. Sınırsız rekabet, büyük ölçüde emek israfına ve daha önce belirttiğim gibi, bireylerde toplumsal bilinç tahribine neden olur.
Ben, bireylerdeki bu tahribatı kapitalizmin en korkunç kötülüğü olarak görüyorum. Tüm eğitim sistemimiz bu kötülükten zarar görüyor. Aşırı abartılmış bir rekabetçi tutum aşılanan öğrenci, gelecekteki meslek yaşamına hazırlık olarak, açgözlüce başarıya tapacak bir biçimde eğitiliyor. Bu büyük kötülükleri saf dışı edecek sadece tek bir yol olduğuna inanıyorum. Bu yol, toplumsal hedeflere yöneltilmiş bir eğitim sisteminin eşlik edeceği sosyalist bir ekonominin kurulmasıdır. Böyle bir ekonomide, üretim araçları topluma aittir ve planlı bir tarzda kullanılır. Üretimi toplumun ihtiyaçlarına göre düzenleyen planlı bir ekonomi, yapılacak işi, bunu yapabilecek herkesin arasında eşit olarak dağıtacak ve her erkek, kadın ve çocuğun geçinmesini garanti edecektir. Bireyin eğitimi ise, günümüz toplumundaki gibi güç ve başarının yüceltilmesi yerine, onun doğuştan yeteneklerini geliştirmesine yardımcı olmanın yanı sıra, onu diğer insanlara karşı sorumluluk duygusu içinde yetiştirmeye çalışacaktır.
Bununla birlikte, planlı bir ekonominin henüz sosyalizm olmadığının hatırlanması gerekir. Planlı bir ekonomiye, bireyin tümüyle köleleştirilmesi de eşlik edebilir. Sosyalizmin kuruluşu, son derece zor bazı sosyo-ekonomik sorunların çözümünü gerektiriyor: Siyasi ve ekonomik gücün tam olarak merkezileştiği bir durumda, bürokrasinin tüm gücü elinde toplamasına ve kendini beğenmiş bir hale gelmesine nasıl engel olunur? Bireyin hakları nasıl korunur ve böylece, bürokrasinin gücüne karşı, demokratik bir denge nasıl sağlanır? içinde bulunduğumuz bu geçiş çağında, sosyalizmin amaç ve sorunları hakkında net tutum almak son derece önem taşımaktadır.
ABD'de yayınlanan Monthly Review adlı aylık derginin Mayıs 1998 tarihli 50. cilt, 1. sayısından alınmıştır. Yazı, ilk olarak aynı derginin ilk sayısında ilk yazı olarak, 1949'da yayınlanmıştı.
aslında bugün türkan saylan'ın vefatı üzerine sözleri tam olarak anlamlı olacak dahi bilim adamıdır.
kendisi tanrıya inanıyordu. ama türkiye'de çoğu insanın inandığı gibi değil. o tanrıyı bir gizem olarak görüyordu. tanrıyı biz insanların anlayamayacağını ancak evreni anlamaya çalışarak tanrıya yaklaşacağımızı düşünüyordu. şimdi bazı insanların türkan saylan hakkında söylediklerini görüyorum da, einstein gibi bir dahi bile tanrıya anlaşılamayan bir gizem olarak bakarken bazı akılsızların kimin cennete kimin cehenneme gideceğine kendi kendine karar vermesi komiktir. türkçe'de bir söz vardır, bu sözü severim gerçekten. "orasını allah bilir". gerçekten biz bu kısıtlı algımızla neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü olduğuna dair yargılarımız çoğu zaman farklı olabiliyor. herkes sadece kendi iç dünyasını bilebilir. türkan saylan'ın iç dünyasını da sadece kendisi bilebilir.
e=mc2 dedi, dünya değişti. Artık zaman ivmeye bağlı diye bağırıp durdu. ivmesi az olanın zamanıda az dır diyerek gençlere; "hızlı yaşa genç öl" teorisinin yanlış olduğunu öğreten kişi.
kendisinin (bkz: #1142450)'ö şeklinde düşüncelerini belirtmiş olmasına rağmen,
halen onun için "atom bombasının mucidi, insanlığın katili!" diyenler,
şu sese kulak versinler;
"Atom bombası yüzünden einstein'ı suçlamak,
kütleçekimi yüzünden düşen uçaklar için newton'u suçlamakla aynı şeydir."
Stephen Hawking
kütleçekimi kuramının kanıtlanmasından sonra, asistanıyla yapmış olduğu şu konuşmadan sonra beni bir kez daha kendisine hayran bırakan yüce insan.
asistan rosenthal-schneider gözlemlerin sonuçlarının onun hesaplarıyla örtüşmesine ne kadar sevindiğini dile getirir, buna karşı einstein'ın tepkisi son derece sakindir:
a.e: ama ben kuramın doğru olduğunu zaten biliyordum!
r.s: peki ya tahminleriniz doğrulanmamış olsaydı!
a.e: o zaman sevgili tanrı için üzülürdüm, çünkü kuram doğru!!!
1896'nın başında, 3 alman markı karşılığında alman vatandaşı olmadığını onaylayan belgeleri alan ve isviçre vatandaşlığına geçtiği tarih olan 1901 yılına kadar vatansız olarak, resmiyette hiçbir ülkenin vatandaşı olmadan kalan bilim insanı.
1933'te "yahudi nüfusu koruma grupları birliği'nin onursal başkanı" olmasına rağmen reşit olur olmaz yahudilikten nasıl çıktığı merak konusu olan bilim adamı.
yahudilik'in çıkış kapısını bilen varsa bana da göstersin lütfen. *
"savaşsız bir dünyanın mimarları askerlik görevini yapmayı reddeden gençler olacaktır" sözüyle belki de farkında olmadan vicdani red'in temelini atmış olan bilim adamı.