“Derd-i aşkı gayrıdan sorma ne bilsin çekmeyen
Anı yine aşık-ı nalana söylen söylesin.”
(Aşk derdini başkalarından sormayın. Aşkı çekmeyen onun ne olduğunu ne bilsin? Siz onu yine inleyen aşığa sorun ki, size hepsini bir bir anlatıversin.)
Dedemin bir hikayesi vardı. Vakti zamanında süriye'ye gitmiş şam'ın şam olduğu zamanlar. Işlek bir cadde de bir adam var bir kapı da ve o adam şöyle bağırıyormuş "odaya giren de pişman girmeyen de" dedem durup izlemiş gerçekten insanlar içeri giriyor mu? Giriyorsa pişman oluyor mu diye. Bir süre bekledikten sonra bakmış gerçekten insanlar içeri giriyor ve giren pişman çıkıyor. Girmeyen de merak ediyor ve girmediği için pişman.
Dedem merak edip girenlerden olmuş ve oda içerisi pislik dolu bir oda imiş ve leş gibi kokuyormuş. Dedem de içeri girip pişman olanlardan olmuş.
işte aşk bu oda gibi içine girende pişman girmeyende.
Yunan mitolojisine göre insanlar dört kol, dört bacak ve iki yüzü olan bir kafa ile yaratılmıştır. Güçlerinden korkan Zeus onları ikiye ayırır ve onları hayatları boyunca diğer yarılarını aramaya mahkum eder. Diğer yarını bulduğunda “aşk” sizi birlikte tutar, birbirinizi tamamlarsınız.
Gördüğümde küçük bir tebessüme maruz bırakan başlık. lakin gülerken bi anda boğazında bir ağırlık hissedip surat ifadende geçmişin çizgilerinin belirmesi ve gözlerinin buğulanmasına sebep olduğu için çok sevemiyorum aşk şeysini.
eskiden severdik aşık olmayı, aşk oyunları oynamayı. şimdilerde taklit yapıyoruz.