tgrt spikeri deprem bölgesinden yayin yapiyordu. o an kurtarici ekip enkaz'in altindan bir ceset cikarir, spiker cesede bakar ve gözlerine inanamaz.
"bu bizim tarik ya! arkadaslar bu bizim tarik! yasiyor mu? nereye götürüyorsunuz o'nu?!" diye hickira hickira aglayarak haberi devam sunar. tarik enkaz altinda can vermistir.
o an bogazimda olusan dügüm hala yerinde durmaktadir.
raflardan düşen kitaplar, kırılan bardaklar, sallanan lambalar, devrilen birkaç eşya ve depremi izleyen arabada geçmiş korku dolu birkaç gün ile kurtarmıştım ben, aslında bunlar bile küçük ben için oldukça korkutucu ve etkili olmuşken, binlerce insan yakınlarını, her şeylerini kaybetti. şüphesiz bir cehennem yaşandı 17 ağustos sabahı, ve o sabahı yaşayanlar hayatları boyunca bunun izlerini taşıyacaklar, kimisi sığ, kimisi derin...
büyük acılar yaşatan gölcük depreminin olduğu gündür.
ayrıca bugün ve bu dakika o içler sonuçlara yol açan acısı doğal afetin yaşandığı günün yıl dönümüdür. ölenleri hüzün, sevgi ve rahmetle anıyoruz. mekanları cennet olsun. bu acıyı yaşamış bütün insanlarımızın acılarının en çok hatırlandığı bu gün ve dakikada bu insanlara allah'tan sabır diliyoruz.
(bkz: deprem öldürmez bina öldürür) sloganının en geçerli olduğu olaydır. çok acı bir yaşam tecrübesidir. bende bu tecrübeyi tadan kişilerden olarak söylüyorum ki, tedbirli bir şekilde bulunulursa bir sonraki felakette hasar, kayıp vb. oranlar azalır.
aradan on yıl geçmesine rağmen hala çok katlı binalarda uyuyamama, her sese kulak verme, her kıpırtı karşısında paniğe kapılma sebebim olan depremdir...
birçok akraba, komşu, arkadaş ve ilkokul öğretmenimi bir daha göremeyecek olmamın sebebi olan depremdir demek daha kolay ama, asıl sebebin çürük binalar yapan ve ceplerini doldurup hala yan gelip yatmakta olan müteahhitlerde olduğunu bilerek yaşamak zorunda bırakılma sebebimiz olan depremdir.
o gün ve sonrasında yaşananları unutturmama uğruna, saplantılı bir insan olarak görülme riskini göze alarak; bunları yaşamayanlara veya yaşadığı halde unutanlara sürekli anlatmama sebep olan depremdir.
Kuran-ı Kerim 7. sure 4. ayet 7.4;
'Biz nice ülkeleri yıkıma uğrattık. Geceleri uyurlarken ya da gündüzün dinlenirlerken Bizim zorlu azabımız onlara geliverdi.'
bu yukarıda yazdığımı 'aptal' yerine koyan yazarlara ithafen alıntıladım. şahsımca yazacak olursam; 10 sene önce bir ergen olarak saat 03 gibi uyuyordum. sabah kalktığımda elektirikler kesikti pilli radyodan öğrenmiştik ailecek. o zaman tam kavrayamamıştım olayı ama yıllar geçtikçe daha iyi anlar oldum. evsiz, barksız kalan ve yakınlarını yitiren onca aile. içler acısı bir durum. Allah (c.c) bizlere bir daha böyle felaketler vermesin. *
10 yılın üzerinden silindir gibi geçtiği kıyamet gecesi.
o gün israfil sur üfledi sanki..
şu an bulunduğum odadaydım. uyuyordum.
birden bir gürültü, uyanmak istemiyordum. ama uyandırdı, merak ettim.
yatağın karşısındaki koca kitaplık ve dolap.. yahu nasıl anlatılır?
iki koskoca eşya nasıl yaprak gibi zangır zangır titrer? titrerken birbirlerine çarpışları.
hiç bir zaman unutamam o titreyişi.
sanki tahtadan değil de kağıttandı her şey.
dolaplar, duvarlar, tavan, yer, pencere, kapı, hepsi kağıttandı.
"kıyamet" dedim içimden, hala devam ederken sarsıntı.
ayağa kalkamadım, kağıttan tavan beni taşıyamıyordu.
neyse ki babam beni yerden alıp eşiğe koştu, annemi görüyodum karşımda, sanki çok uzakta gibi.
seneler sonra betonarme binalarda deprem sırasında eşikte durmanın en büyük tehlike olduğunu öğrenecektim.
sonra uğultu bitti.
"baba noldu?" dedim. 80ler istanbul neslinin ilk depremiydi bu, deprem aklıma bile gelmemişti.
"deprem oldu" dedi.
dede babanne bayramoğlunda. deprem kocaeli diyorlar. kesin gitti dedim.
binanın altı kuyuydu zaten. sonra haber aldık, sorun yok.
telefonlar kilit.
dışarı çıktık, sabah ezanı vakti geri döndük. evde sallana sallana uyuduk.
ama çok acaip bişey. tam kafanı koyacaksın, yine her şey kağıt gibi titriyordu.
bu arada kartal sahildeyiz biz.
telefonlar çalışmıyor hala.
hani o yüzliralar döküp bir anda meşhur ettiğimiz "cep"ler, meğer iyi gün dostuymuş.
elektrik geldi. televizyona baktık.
helikopter canlı yayın.
"bütün yalova dümdüz sayın seyirciler! yaşam belirtisi göremiyoruz!"
annem koyuveriyor.
şerefsiz muhabir, bu olaydan bile reyting almak için, yalovada tek yaşam belirtisi yok diyor.
stadyumu görüyorum. daha yakın zamanda gittiğimiz annemin lise arkadaşı nursen teyzenin evinin ordaki stadyuma benzetiyorum. yok canım, değildir. inşallah değildir, bilmiyorum.
sonra, ilk deniz otobüsüyle yalova'da yaşayan annemin akrabalarının durumunu öğrenmeye gittik yalova'ya.
17 ağustos 2009, yalova. saat 8.30 civarı.
kıyamet bu değilse ahali, hiç bir şey kıyamet olamaz.. sabah kıyameti.
güneş doğudan doğmuştu ama kimse doğuya bakmamıştı bile. umurlarında değildi.
önce zafer sitesinin 1 sokak gerisinde annemin babannesinin oturduğu eve bakmaya yola koyulduk.
yolda, tadım balım dondurmacılarının yan binasında oturan teyzemlere de bakcaktık.
sahil.
çay bahçeleri. biçare sokağa fırlayan insanların belinde çay bahçesi örtüleri.
sokaklarda oturanlar. ağlayanlar. herkese birilerini soranlar.
ağlayanlar. haykıran, sükun eden. bir kalabalık. insan değiller sanki. duygu yok gibi.
bir eksiklik var havadaki kokuda.
yine seneler sonra düşündüğümde, o eksikliğin "umut" olduğunu anlayacaktım.
havada umudun kokusu yoktu. bir sürü insan, sersefil. sokakta.
teyzemin ev duruyor. ama teyzemler yok. en azından sağ çıkmışlardır.
fatih caddesi.
bir minarenin ortasından geçtim.
birsürü yıkık binanın, kağıt olmadan önce beğendiğimiz ahşap evin yıkıntısının yanından.
1 ay sonra içinden 7 ölü çıktığını öğrendiğimiz şu ahşap evin kağıt yıkıntısından geçtik.
istikbal! yok? meşhur istikbal yok?
sokak tarif ederken telaffuz ettiğimiz, "istikbalden 2 sokak sonra"nın istikbali yok?
havadaki umutsuzluk kokusu bulaşıcı. şaşırsak da şaşırmış tepkisi veremiyoruz.
büyük anneminizin evi, zafer sitesi yanı. zafer sitesi, yok?
adresi tarif ederken söylediğimiz zafer sitesi yok? bişiler var ama zafer sitesine benzemiyor?
kum ocakları gibi bissürü kum yığıntısı var?
ama büyük annenin evi duruyo.
sonra meteoroloji tarafına bi paşka eve bakmaya gittik, ordan dörtyola.
4-5 saatlik ağır tabanvay yolculuğumda, 13 yaşıma kadar yaşadığım her acının çok salakça olduğuna kanaat ettim.
bütün evler duruyodu bizimkilerin. ama bizim olmayıp da yıkılan o kadar çok ev vardı ki.
sokak başlarından sesler çalınıyor kulaklara. sokağa dönüp bakmaya korkuyoruz.
birileri çığlıklarda. gözüm ambulans arıyor, o bile yok.
o televizyolardaki arama kurtarma hedeleri, o ilk gün yoktu işte.
o gün komşu vardı belki yüzünü bile bilmedikleri, belki dükkan çırağı vardı adını bile bilmedikleri.
başka kimsecik yoktu. ne devlet, ne kızılay, ne akut, ne hastane, ne ilkyardım..
kağıtlar arasından "insan" kurtarmaya çalışıyorlardı "insan"lar.
insanlığın yegane gıdası "umut"tan yoksun, bezgin..
o gün hiç bi akrabamızı göremedik o kalabalık o hengamede.
o gün geri döndük, babannemin bayramoğlundaki yazlığına gittik.
çocukluğumuzun geçtiği plajda, çocukluğumuzun geçtiği kumlarda bi gece geçirdik.
deniz gelsin bizi yutsun diyeydi herhal, hangi akla hizmet..
cahillik işte, depremde nerde ne yapılcağını kimse söylemedi ki bu güne kadar bize?
uyumak ne mümkün. ay pasparlak. yandaki adam horluyo, acaba kim?
yerde, kumlar sanki elinle havaya atmışsın gibi hopluyordu.
kumlar da kıyamet oyunununa katılıp korkutmaca oynuyolardı.
o gece bayramoğlu plajı, hiç bir ağustos günü görmediği kalabalığı gördü.
halbuki konser de yoktu bu kez.
birkaç gün sonra telefonlar açıldığında sağ hallerinden haber aldık.
stadyumun orda oturan annemin arkadaşı ise..
doğru tanımışım televizyondan, o kağıt yıkıntısı, onun mezarıymış.
aylar geçti. bu sefer akrabaları çadırlarda ziyaret ettik.
sene geçti, bu sefer prefabrik dedikleri saçmasapan tenekelerde ziyaret ettik.
paramparça hayatları..
senede bir kaç kez gidip 10ar gün kalmak her seferinde, belki bir hayatı gözlemlemek için çok az.
ama oturup haline şükretmek için hiç de az değil.
sonra sonra hayatlar toparlandı.
sağlam durduğunu sandığımız evleri yıkıldı akrabalarımızın.
istikbalin enkazı süprüldü, sanki hiç olmadı.
istikbal'in sahibi ve ailesi kağıttan sağ çıkamamıştı, kızı hariç.
o da yeisine yenilip aklından olmuş..
o kağıt evler hep süprüldü, hep kalktı.
bomboş araziler vardı ara ara en kalabalık yerinde minik kentin.
iç burkan. kimbilir kaç umuda mezar olan.
10 sene geçmiş ha? geçti ya. silindir gibi geçti.
o boş araziler olmasa hala yer yer, depremi hatırlatacak hiçbir şey kalmadı yalova'da.
umutsuzluk kimilerini esir alırken, kimileri umutsuzluktan yıldı; umuda gene araladı kendini.
derinlerde kaldı acısı. görünen hiç bir şey yok.
bir yandan iyi, bir yandan kötü.
umudun bir yan etkisi vardır, sorumsuzluk.
bu bakımdan kötü.
insanların yüzlerinde ne olursa olsun bir gülümseme oldu hep.
bu bakımdan iyi.
şimdi o mermer taşlardan deprem anıtı var sahilde.
neden bilmem o kadar komik görünüyor ki..
aradan 10 yıl geçmesine rağmen zerre ders alınmadığı hala bazı ahmakların allah'ın takdiri sandığı ve araklayıcı mütehatitler yüzünden büyük can kayıplarının yaşadığı, ardından onlarca cin peri hikayesinin sıralandığı doğa olayı.
adının anılması bile tüm tüylerin ayağa dikilmesine yeten, benzerinin bir daha yaşanmaması dilenen olaydır. şimdi ben buraya ne yazsam, ne anlatsam yetersiz. bu entry de böylece kalsın o zaman bir köşede. bir daha benzerini göstermesin allah ve kimse bir daha çok büyük acılar yaşamasın dilekleri içinde...
kafası çalışmayan birçok ap ta lın hala ama hala ceza olarak nitelendirdiği afet.
sadece afetti; umutları, hayalleri ve yaşananları yok eden bir afetti.
ceza ise suçsuzlar niye öldü, kurunun yanında yaş da yanar edebiyatını yapanlar bsg!!!!!!!!!
resmi olarak 17.000 kişinin can verdiği 600.000 kişinin de evsiz kaldığı türkiyenin geçen yüzyılda yaşadığı facialardan biridir.allah ailelerini kaybedenlere sabır versin.
müthiş bir sallantı ile uyandım anneme baktım o da uyanmıştı ama sallantıdan birbirimize dokunamıyorduk bile bir süre sonra o korkuyla babamı evde unutup sokağa fırlamıştık geri dönüp uyandırmaya çalıştım baba, baba kalk deprem oldu biz parka indik, babam gözlerini açıp bana; siz gidin ben uyuyacağım dedi ve dönüp arkasını uyudu. babam ertesi yıl eylül ayında hayata gözlerini yumdu, benim için çok buruk hatıralardan biridir bu deprem. bütün mahalle parkta toplanmıştı neler olup bittiğini bilmeden fısıldaşıp duruyorlardı çok sonra radyosu olan bir komşunun akrabası arabası ile gelipte depremin büyüklüğünden yalovanın yıkıldığından bahsedince o an dehşete kapıldım çünkü kardeşim esenköy de tatildeydi ve biz ondan o geceden sonra ki üç gün boyunca haber alamadık annem televizyonda gördüğü her yıkıntıdan çıkanların ardından oğlum oğlum diye ağladı durdu. ertesi gün işe gitmeye kalktığımda ise taksim de ambulanslar, askerler ve parklar da sabahlamış insanlar vardı şaşkındım, teşvikiye dolmuşları da yerinde yoktu aslında hiç bir şey yerinde yoktu bende çalıştığım ajansa ulaşıp gelmesem olur mu dedim patronum delimisin sen yer yerinden oynadı sen hala işe mi gelmeye çalışıyorsun diye azarladı eve döndüm. ertesi gece evimiz tek katlı ve bahçeli diye hatırı sayılır kadar konu komşu bizim eve yerleşti bir kısmı evin içinde bir kısmı bahçede iki üç gece birlikte yaşadık neyseki fazla uzun sürmedi. sonuç olarak korkunçtu allah bir daha yaşatmasın.
10 sene önce bu saatlerde, belki bir iki dakika geç veya erken, ağlayarak uyanıp anneme bu gece çok kötü bir şey olacağını,kötüye uyanacağımızı söylemiştim. ve çok zaman sonra değil, 2 saat sonrasında olan oldu. izmit diye adlandırıyorum fakat sayamadığım her yer çok kötü bir güne uyandı...
izmir'deydim. babamsa işi gereği istanbul'daydı. uzaktaydım. elimden bir şey gelmiyordu. sabaha tüm haberleri ağlayarak izliyorduk. acaba babam da ölmüş müydü? binlerce şüphe... akşama doğru bir telefon. arayan babamdı. bir şeyi yoktu. kaldığı bina yan yatmıştı.
ya diğerleri? onca acılı yürek geride kaldı. allah geride kalanlar sabır versin...
10 sene önce bu saatlerde yataklarında uyuyan insanlar başına geleceklerden habersizdi, düşündükçe insanların tüyleri diken diken oluyor, gözleri doluyor... allah ölenlerin hepsine rahmet eylesin, arkasında bıraktıklarına da bol sabır versin. zor kardeşim zor kendimi koyuyorum yerlerine yakınlarımı kaybettiğimi düşünüyorum çok zor.
unutulmasın, ders alınsın diye ümit edilirken bile her an kalpteki hakkındaki tüm duyguları silmek, aklı yitirme yoluyla dahi olsa tüm anıları yoketmek istenen felakettir.
ne yazık ki hatırlıyorum. ne yazık ki hissediyorum. 'keşke olmasaydı'ları geçtim artık. delirmek istiyorum. unutmak istiyorum.
ama birilerinin birşeyleri öğrenmesi, sonradan da olsa hatırlaması ve ders alması gerekli.
zaten bu ikilimde kaldıkça delireceğim sanırım. delirince de iki kişi fazladan da olsa hatırlayamayacak. yani yine aynı ikileme düşeceğim, yani delireceğim, yani....
açıkcası üstünden bir hayli zamanın geçmesi ve o zamanlar algılama seviyemin düşük olduğu yaşlar olduğu için pek hatırlamadığım olaydır.
bugün gazatelerdeki gördüğüm haber beni hayli şaşırttı ve depremle ilgili hatırladıklarımı canlandırdı. hala çocukları kayıp, bulunamayan aileler varmış.
vay be 10 yıl olmuş olayı. daha 11 yaşındaydım, benden küçük yaşta ölenler vardı tabii. hasta olduğum için uyumuyordum, uykusunda ölenler de vardı tabii. yine yaşıcaz bunlardan. en kötüsü de bu biliyo musunuz. bi felaket olcak ama ne zaman?
(bkz: beklenen istanbul depremi)