17 ağustos 1999 marmara depremi

    6.
  1. kardeşin dışarıda olduğu için gece 02:30ye kadar onu beklemişsindir. geldiğinde kızarsın "bu saate kadar bilardo mu oynanır" diye. o da sana kızar "bana karışma" diye. sonra herkes yatağına gider. uykuya dalarsın ve korkunç bir sarsıntıyla uyanırsın. annenin dua ettiğini duyarsın, yataktan düşmemen için seni tutuyordur. sen kardeşlerinin seslerini duymaya çalışıyorsundur, evde herkes birbirinin iyi olduğunu anlamaya çalışıyordur. ev sağlamdır ama içindekiler parçalanmıştır. korkuyla dışarı çıkarsın karşındaki bina yıkılmıştır, her taraf toz duman, yardım etmek istersin, o koca kolonları kaldırmanın insan işi olmadığını anlarsın. insanların "yardım edin" seslerini duyarsın, birşey yapamazsın. ambulanslar geldiğinde siren sesiyle gitsinler diye dua edersin çünkü ancak kurtarılan beden hayatta ise siren çalar. ama o siren sesini de çok duyamazsın.
    tüm bu acılar yaşanırken öğrenirsin ki, o gece kardeşinin bilardo oynadığı bina da yıkılmıştır. şükredersin 1 saat daha kalmadığı için, iyi ki kızmışım dersin. kendin kurtulduğun acıyı yaşayan insanlara bakar ağlarsın.

    sonra herşeyi unuttuğun gibi bunu da unutursun. bir sabah kalkarsın tarihi farkeder herşeyi en baştan hatırlar sözlüğe yazmak istersin, ağlarsın...
    121 ...
  2. 92.
  3. 45 saniyenin yaptıklarını koca bir ömür boyunca bana, sana, ona, bize taşıtacak depremdir.

    10. yılına yaklaştığımız her dakika hatırlayarak yalnız başıma gözlerimden yaşlar döktüğümdür ağustos 17.
    koca bir hayatı değiştirmiş ve şu an yaşananların, şu an düşünülenlerin, şu an hissedilen ve şu an sevilenlerin böyle olmasını sağlayandır ağustos 17.
    koca hayatları, yılların emeklerini, en büyük aşkları, en derin sevgileri söküp almış olandır ağustos 17.

    üzerinden on sene geçti. koskoca on sene. koskoca denilse de, bir solukta. aslında birkaç salise hesabında, o 45 saniyenin götürdükleri yanında.
    yıllarca uğraşıp didinip kurulmuş bir iş, mutlu bir yuva, geniş bir ev ve araba vardı. aile mutluydu. etrafta herkes birbirini tanırdı ve kardeş gibiydi. mutlu ve huzurlu bir hayat olabilirdi. yalova' da kalıp sonra üniversite için istanbul' a gitmek, sonra da hayatı kurup kendi ailene sahip olmaktı düşünülen ve hesaplanan.

    ta ki...

    bir gece sallandı herkes. bir gece sallandı planlar, bir gece sallandı hayaller, bir gece sallandı aşklar.. sonunda birçoğu enkaz altında can çekişerek öldü. can çekişti evet, kurulması için onca şey yapılanlar, tek seferde çekildi alındı insanların elinden çünkü.

    45 basit saniye olarak anıldı. kimileri bu 45 saniyeyi ufak bir sarsıntıda apartmanın merdivenlerinden veya asansör ile inip sokakta sabahlamak olarak değerlendirdi.

    değildi, allah kahretsin, değildi. ne inecek merdiven vardı ne çalışan bir asansör. beraber koşan komşular yoktu. can pazarının ortasında kurtulmak isteyen yaralıların üstüne atlayıp intihar edenler vardı. bir komşumuz vardı yeni evliydi. eşini kollarında tutuyordu. gözleri kan kırmızıydı. beyaz yok gibiydi. bağırmıyordu. bağıramıyordu. dişleri kırılmıştı sıkmaktan. damarları çatlayacak gibi çıkmaktaydı alnından. durdu. uzun uzun durdu. kırmızı ışıkların altında, toz bulutunun gölgesinde durdu, durdu, durdu. sevdiğine baktı. o kadar uğraştan sonra kurduğu ailesine, bir anda elinden kayıp gitmiş olan ailesine.. ve durmaya devam etti. gözlerine bakıyordu onun. baktı, baktı, baktı.. ve sonra zar zor şunları dedi haykırabilme ve bağırabilme imkanı bulabildiğinde ben biraz uzağında oturur ve hiçliği beklerken ailemle: 'bizim hakettiğimiz bu muydu esma? bizim aşkımız bu kadar mıydı? tüm yaptıklarımız, hayallerimiz bunlar mıydı?' ve sonra sustu. sustu, sustu, sustu, sustu ve sustu.. sonunda başını dikti ve 'bu ayrılık bu kadar çabuk olmamalıydı.' belindeki silahını çıkardı, bir ona, bir eşine baktı. 'olmamalıydı' dedi, 'olmamalıydı', 'olmamalıydı'.. etraftan sakinleştirmek isteyenler vardı, kurtulma şansı bulabilmiş birini daha kaybetmek istemeyenler vardı.. oysa o ailesini kaybetmişti, yıllarının sonunda hayatında anlam bulabildiği kişiyi kaybetmişti, duymuyordu, sadece bağırıyordu. sonunda baktı eşine ve 'seni seviyorum. geliyorum.' dedi. ardından....

    iki kardeş vardı. karşı binadaki koca oyuncakçıda çalışıyorlardı. yolun ortasında yatmışlardı ve saatlerce ağlayışlarını izledim. tüm aileleri yok olmuştu. bir gece içinde varlıkları yok olmuştu, dayanakları yok olmuştu. oysa hep derdi, 'zengin olup sizi buralardan götüreceğim' diye annesine.

    bunun gibi çok şey oldu o gün, gece, saat, dakika, saniye. inanın şu an düşünürken ve hatırlarken o zamanı ifade edebilecek bir kavram bulamıyorum.

    eğer o deprem olmasaydı onca hayal yıkılmayacaktı. onca saf duygular, onca aşklar, onca planlar yıkılmayacaktı. hiçbiri o enkazların altında ağlamayacaktı. tüm bu kayıpların sebebi olarak insanların yanlış yollara girmesini gösteren ve 'iyi ki de oldu' diyenler var ya hani, onlara hep lanet etmiştim, hep demiştim umarım öyle bir şeyi yaşarlar diye. artık istemiyorum. onuncu yılında anar, ağlar ve hatırlarken, istemiyorum ulan, kimse yaşamasın böyle birşeyi. çocukluğumu siken o geceyi, tüm anıların amına koyan o geceyi, tüm yalova' dan soğutan ve korkutan o geceyi. siz bile yaşamayın. varın hakettiler deyin, varın siz iyi ki de oldu deyip mutlu olun. yaşamayın yeter ki. benim yaşadıklarımı siktir etmenin bende yarattığı sinir ve nefretten çok daha önemlidir hayaller, çok daha önemlidir insanlar, çok daha önemlidir çocuklar.... anlamanızı beklemiyorum ama ben bunu 'biliyorum'.

    ve eğer o deprem olmasaydı hayatım böyle olmayacaktı belki de. tüm mal varlığını kaybetmiş bir aile olarak oradan oraya savrulmayacaktık. tüm herşeyini terkedip gitmiş, sıfırdan hayata başlamaya çalışan bir adam olmayacaktı babam. bizim için bu kadar boku çeken birisi olmayacaktı. ve ben bugün burada olmayacaktım. belki bu sözlüğü tanımayacaktım. bu bilgisayara sahip olmayacak, bu müzikleri dinlemeyecektim. hayatımda en çok değer verdiğim kişiyle hiç karşılaşmayacaktım belki de. aşklarımın hiçbirisi olmayacaktı belki de. bu kadar yaşadığım ve bu kadar acısı kalan olmayacaktı.

    sonuçta oldu ve şu an buradayım. bundan mutluluk duymayı şerefsizlik olarak görüyorum kendi açımdan, bu benim görüşüm. gözümün önünde eriyip giden yıllar, çocuklar, analar, babalar, aşklar varken hala hatıramda gayet net, ben iyi ki kurtuldum diyemiyorum. ama teşekkür ediyorum tanrı' ya, isyan da değil.

    hayatımda yaşadığım en kötü şeydi sanırım. sanırım diyorum çünkü ne değer, ne acı, ne zaman kavramlarını değerlendirebildiğim bir gün ağustos 17.

    hayatıma ve nice hayatlara birden dalan, kiminin canını alıp kimini komaya sokan, kimini delirten, kiminin hayatını darmadağın edendi ağustos 17. oldu ve bitti, az önceki hayattan hiçbir iz yoktu. o bahsettiğim aile yoktu artık. sadece eniştemi bekleyen bir aile vardı. bir an önce o cehennemden çıkmaya çalışan bir aile. hiçbir varlığı olmayan, herşeyin koca bir sıfır oluverdiği bir aile.

    on yıl oldu ve hala hatırlıyorum. dün gibi bile değil, tıpkı şu an kadar net olanlar aklımda. şu an hayatımda sahip olduklarım için uğraşılmasının, sıfırdan hayatlar yazılmasının sebebi oldu.

    ama sonuç olarak oldu. sonucu bu. bir insanın yaşayabileceği en büyük canlı kabus olarak aklımda kazılı. bir hayata sahibim, kimisine göre iyi, kimisine göre kötü. ve bunun bu şekilde olması 17 ağustos' un suçu veya sonucu, ne derseniz. bir gün hayatımızda birşey oluverir, önem verdiğimiz herşey silinir, acınmaz, sökülür atılır ve hatta hayatımız diye birşey kalmaz. herşey sıfıra iner ve alırsınız daha hiçbir şeye doyamadan kalemi elinize, yazmaya başlarsınız hayatınızı anı anı, gün gün, dakika dakika.

    bir gün hepimizin hayatları yok olacak elbette. bir gün hepimizi koyuverecekler bir toprağın altına elbette. ama bunun zamanıdır önemli olan. birdenbire yok oluvermesi kadar acısı yoktur. yıllarca emek verirsin, yıllarca uğraşırsın, her türlü şeyle karşılaşırsın ve sonunda 45 saniye oluverir, gelir alır hayatınla birlikte, bilemezsin bile. hissedemezsin bile.

    on yıl sonra, ben ve benim gibi hayatları değişmiş, veya bir şekilde etkisi kalmış, sevdiklerini kaybetmiş tüm depremzedelere yeniden 'geçmiş olsun' diyor ve şu anda bunu derken bile utanıyorum, yüz bulamıyorum bunu bile demeye. çünkü geri getirmeyecek biliyorum, benim o eski hayatımı da geri getirmeyecek çünkü biliyorum. hiçbirşey diyemiyorum, sadece susuyor ve ağlıyorum. evet, erkekler de ağlar. yine de demek istiyorum hepinize, geçmiş olsun diyebilmek istiyorum, umarım kabul edersiniz. emin olun, acınızı paylaşıyorum, çünkü onun acısı ne biliyorum.

    isterdim ki anlatabileyim daha saatlerce, kurabileyim cümleler milyonlarca bunun için, anlatabileyim, içimi dökeyim. ama yapamadım affedin, anlatabildiğim kadarını anlattım ve şimdi sürmekte olan hayatımın ortasında o geceyi hatırlayarak sadece susabildim, parmaklarımı bile hareket ettiremedim.

    kimsenin başına bir daha böyle birşey gelmez umarım. bir daha bu kadar acımasızca silinmez hiçbir hayat, hiçbir değer umarım.

    ve sadece sormak istiyorum, tüm o insanların hakettiği ölüm müydü? o çiftin hakettiği o muydu? bu çocukların hakettiği asla devam ettirilememiş hayaller miydi? çocukluk olarak hakettikleri çabuk büyümek miydi? ölümü görmek miydi?

    evet diyorsanız, hiçbirşey diyemem. zaten cümle kuracak halde değilim içimden gelenleri yazmaktayım dalmış, gözüm kapalı bir şekilde, bu şekilde bir insanlığa, bu şekilde bir duygusuzluğa diyebilecek hiçbirşeyim yok üzgünüm.

    hiçbir acı çekmeden, hiçbirşey kaybetmeden doya doya top oynamayı isterdim ben de. doya doya bir yerde tutunabilmek isterdim, daha iyi bir hayat için oradan oraya sürüklenmek değil.

    hakettiğimiz bu muydu peki? yüreklerimiz cevap versin.

    on sene sonra yeniden türkiye sorsun ve yürekler cevap versin: 'hakedilen bu muydu?'
    46 ...
  4. 115.
  5. Yan yatmış binaların yanından arabayla geçerken arabanın sarsıntısından üzerimize yıkılacak korkusunu,

    Enkazlardan gelen çığlık seslerini,

    Kötü kokuyu, ölü kokusunu,

    Tozu dumanı birbirine katan binaların yıkılışlarını,

    Depremin üzerinden günler geçmesine rağmen belki babam çıkar diye sürekli enkazın yanında bekleyen çocuğu,

    Anneleriyle koyun koyuna ölü olarak enkaz altından çıkartılan bebekleri,

    Gökyüzünün adeta yere indiğini, yıldız yağmurunun başladığını,

    Şoka, ağlama krizlerine giren insanları,

    Dili tutulan çocukları,

    Eşinden akrabasından haber alamayan insanların telaşını,

    Enkazdan her sağ çıkan insanın mahalle halkının alkışlarıyla sedyeye alınışını,

    Her şeye rağmen insanların kalbinden bir an olsun kaybolmayan umudu,

    Mucize bekleyişi,

    Günlerdir bulunamayan insanların sağ çıkması için yapılan ölesiye duaları,

    Bekleyişi, bekleyişi, bekleyişi...

    Günlerce haftalarca aylarca tedirgin yaşayışı

    Ve 10 yıl sonra bile saatin gece yarısını geçtiğini görünce korkunun tavan yapışını,

    Biz tüm izmitliler, istanbullular, Yalovalılar veee diğerleri... Çok derinden yaşadık.

    Allah tekrar yaşatmasın.
    Amin.
    45 ...
  6. 157.
  7. sevdiklerimi benden alıp götüren deprem. birer birer, ellerimden kaya kaya...

    daha ilk gün gibi hatırlarım, gecenin zifiri karanlığında yüzüme çarpan el fenerinin ışığıyla göz bebeklerimin büyümesini...

    hatta babam o akşam belki de o maçı izlemese hepimiz ölecektik...
    tuhaf belki ama bir maç bizim hayatımızı kurtardı...

    çocukluk ya, simsiyah gökyüzüne bakmaya çalışmak için kafamı kaldırdığımda kendimi bir boşlukta sıkışmış olarak hissetmiştim...

    o kadar insanın anlamsız şekilde bağırması, telaşlı koşuşlarındaki belirgin nefes alış-verişleri insanın suratına büyüdükçe tokat gibi çarpıyormuş meğer...

    evet itiraf ediyorum, o depremde göcük altında çişim geldiğinde babamın tepkisi "yap kızım" olmuştu.

    peki soruyorum hayat sana, her şey bu 2 kelimeyi ağzımıza alacak kadar basit mi?
    36 ...
  8. 126.
  9. uzun bir müddet geceleri uyuyamama, psikolojik tedavi görme sebebi. dönüp baktığımda aklıma ilk gelenler; enkazdan çıkardığımız vücudundaki tüm kanı boşalmış, kağıt gibi olmuş insanlar, kolonun altında kalan bacağını kasaturayla kesip kurtulmaya çalışanlar ve sırf pintilikten duvara monte edilmemiş allah'ın belası bir dolap yüzünden uçup giden bir peri kızı... ha, unutmadan benim beyaz camda ilk görünüşüm de o zamana rastlar. sanki şimdi çok medyatikmişim gibi kurdum cümleyi ama idare ediverin. inegöldeki abilerim bana bir türlü ulaşamayınca öldüğümü düşünmüşler, 'ne olurdu ısrar etseydik kalması için? 16 ağustos'ta gitti 17 ağustos'ta depreme yakalandı' diye üzülürlermiş. hatta o derece ki; bıraktığım tişörtü dükkanın duvarına asmışlar. sonra bir gün tv izlerken bir moloz yığınının üstünde oturmuş sigara içen uzun saçlı bir yiğit görmüşler. valla haberim yoktu, bilsem öyle plajdaymış gibi uzanıp sigaramı tüttüreceğime başımı ellerimin arasına alıp acılı pozlar verirdim. sanmayın sakın birilerinin ölüsü üzerinde keyif çatmayı seviyorum, sadece ufak bir mola vermiştik.

    adapazarı'na gelen yardımların gönüllüler ve görevliler tarafından iç edilmesine de şahit olduk, evinde en ufak bir hasar, can ve mal kaybı olmamasına, ocağı tütmesine rağmen sırf 'domuzdan kıl koparmak' düşüncesiyle gelip çadırlarda yemek yiyen, dağıtılan giyecekleri kapış kapış alan bencil, karaktersiz insanlar da. hatta bazıları o kadar alçaklaşmıştı ki, buralardan topladığı ayakkabı, elbise vb. eşyayı götürüp köyündeki çocuklara dağıtıyor ve sevaba giriyordu güya. 'bunda ne var'demeyin, ordaki kimsenin ihtiyacı yoktu buna. depremde kimsenin burnu kanamamıştı. fakat oranın uyanıkları devletten yardım alabilmek için viran durumdaki evlerini bu doğal afet sebebiyle kaybettiklerini beyan ediyor, hatta bununla yetinmeyip evin kirişlerine, kolonlarına balyozla saldırıyorlardı. ikinci derece hasar yetmedi, üç beş balyoz salla tazminat kabarsın.

    sırf halk izleyip de 'ah canıım ne kadar duyarlılar' desin diye numaradan arama çalışmalarına katılan fakat tırnağı kırılacak diye taşları özenle yavaş yavaş kaldıran medyatik şahsiyetler de gördük. zaten kameralarla birlikte onlar da kaybolup giderlerdi. tam donanımlı akut gönüllüsünün girmediği enkaza üstünü çıkarıp dalan, yaralıyı çıkarttıktan sonra oturup elindeki kuru ekmeği gözyaşları içinde yiyen yağız anadolu delikanlısı o asker var bir de. cahil, köylü, bağnaz, yobaz dedikleri bu samimi çocukların insanlığı aklıma geldikçe hala tüylerim diken diken olur. neredeyse tüm cemaatler, sedat peker gibi babalar yemek çadırları açarken bizim stk'lar neredeydi düşünürüm hala. gel de kız şimdi sakarya halkına oylarını akp'ye veriyor diye!

    ve politikacılar, ve çifte standart... rahmetli ecevit, bakanlar, milletvekilleri bir sürü siyasi geldi ifadesiz yüzleriyle. sadece başbakanın hüngür hüngür ağladığını 'lütfen adapazarı'na yardım edin, burada durum çok fena' diye yalvardığını hatırlıyorum. kalanları ise süslü festival öküzleri gibi salındılar ortada yalancı bir keder yapıştırılmış suratlarıyla. sonra devlet yardımları başladı, yalova bakan memleketi olmanın avantajıyla kısa sürede toparlanırken, zırnık koklatılmayan adapazarı halkı ankara'ya kadar yürüme eylemi yaptı. yetmiş civarında binası yıkılmış, altmışsekiz ölü vermiş karasu ilçesi afet bölgesi kapsamı dışında tutulurken kahramanmaraş'ın bilmem ne belediyesine yardım yapıldı. e haklılar tabii, belediye binasının sıvaları dökülmüş. yoksa birinin belediye başkanının fazilet partili, diğerinin ise mhp'li olmasıyla yakından uzaktan alakası yok.

    hep gam hep kasavet nereye kadar değil mi? bir komik anı sıkıştıralım bari araya:
    fransız kurtarma ekibi bir enkazdan ses geldiği duyumunu alır. uzun uğraşlar sonucu adama ulaşırlar. yukarı çekerlerken 'iyi misin, bir yerin acıyor mu' diye sorarlar ama bunlar asil adam bilirsiniz, kolay kolay fransızca'dan başka dil konuşmazlar. tam bir çark caddesi hafızı olan depremzede bunlara doğru kocaman olmuş gözleriyle bakarak ' eeh amına koyim ne depremmiş! ta fransa'dan çıktık' der.

    neydi tüm bu yaşananlar? kimilerinin dediği gibi hizaya gelmemiz adına gönderilmiş bir felaket mi yoksa normal bir doğa olayı mı? kader nedir diye soruyorum çoğu zaman kendime. acaba o gün bir arkadaşta kalmış olsaydım ben de ölecek miydim?

    peki ya o deprem sadece bir gün önce olsaydı şimdi yine gökyüzünden el sallıyor olur muydun bana? yoksa o kahrolası moloz yığınının altından beni de seninle birlikte mi çıkarırlardı?

    soruları bir yana bırakıp, öldüğümü düşünen çok sevgili bir abimin şiirini ondan izinsiz buraya yapıştırarak kaçızlarım. allah tekrarını yaşatmasın.

    ''saat gecenin üçü be halil
    saat gecenin tam üçü...
    sen yoksun.
    ekmeğim var,tuzum da ve hatta soğanım da
    bir sen yoksun yanımda
    bir sen yoksun be halil.

    saat gecenin üçü be halil
    saat gecenin tam üçü...
    bir bekçi düdüğü böler sessizliğini gecenin,
    bir de köpek havlamaları.
    saat gecenin üçü be halil,
    saat gecenin tam üçü
    bir de benim ağlamalarım.

    saat gecenin üçü be halil,
    saat gecenin tam üçü...
    neyleyeyim?
    ben üstü açılmış bebelerin,
    üstünü örtmek için nöbetlerdeyim.

    saat gecenin üçü be halil
    saat gecenin tam üçü.
    dördü hiç olmayacak
    dördü hiç olmayacak''
    31 ...
  10. 498.
  11. siyah fona beyazlarla yazsak bile;

    unutulmuştur.

    performans testinden geçemeyecek yüz binlerce ev, koca koca ailelere ev sahipliği yapmaktadır.

    ailemin evini değiştiremiyorum mesela. neden? para yok!

    bu durumda unutmamış mı oluyoruz.

    üzgünüm, "yepeşlemeyelim" birbirimizi. devlet de vatandaş da unutmuştur bal gibi! allah korusun.
    20 ...
  12. 1.
  13. 45 saniye'de hayatlarımızın,hayata bakışlarımızın sonsuza dek değiştiği,çok büyük yaralar açmış,kollektif bir acı dalgası yaratmış izleri yeni yeni silinmeye başlanan,ama acısı asla unutulmayacak olan korkunç deprem.
    22 ...
  14. 22.
  15. (bkz: #1670440)

    =
    http://www.youtube.com/wa...;mode=related&search=
    http://www.youtube.com/wa...;mode=related&search=
    http://www.youtube.com/wa...;mode=related&search=
    http://www.youtube.com/wa...;mode=related&search=
    http://www.youtube.com/wa...;mode=related&search=
    http://www.youtube.com/wa...;mode=related&search=
    http://www.youtube.com/wa...;mode=related&search=

    yıllardır uyuttular bizleri, unutturmaya çalıştılar hepimize..

    istanbulluların depremden korkmasına gerek yok! Çünkü binalar depreme gerek olmadan da yıkılıyor. Şirinevler'deki sekiz katlı Jale Apartmanı gibi.

    Zeytinburnu'nda çöken beş katlı bina gibi..

    Beyoğlu Hasköy'de çöken bina gibi..

    izmir`de, 2 katlı bir binanın üst katının çökmesi gibi..

    (bkz: 17 agustos 1999 marmara depremi)

    17480 ölüyü..
    43953 yaraliyi..
    (bkz: unuttun)
    (bkz: unuttuk)
    (bkz: unuttular)
    (bkz: sesimi duyan var mı?)

    ---------------------------

    7 n bitirdin bizi

    Sevgili Babacığım,

    Hatırlıyor musun yarın tam 2741 gün olacak, hani 17.Ağustos.1999 da o betonların altında ezilerek can verdiğimiz günden bu yana, yani hukuksal terimle açılan davaların zaman aşımına uğrayacağı gün olan 17.Şubat.2007 den tam 7,5 sene önce. Yani tam benim doğum günüm.

    O günden beri seni izliyorum baba, ama senin yanlışlarını görünce bu gün sana mektup yazmaya karar verdim. Sakın bana küçüksün deme, burada çok daha çabuk olgunlaşıyor ve büyüyor insan.

    Şu an 7+7 yaşındayım baba.


    Tam 2677 gün önce açtığın davalarla, yaşadığın ülkede yani Türkiye de hukuk mücadelesi vermeye, sesini duyurmaya, suçluları cezalandırmaya çalışıyorsun. Az çok bir şeyler yaptığını sanıyorsun ama kendini yıpratmaktan başka hiçbir şey yapmıyorsun inan.


    Düşünüyorum da sen biraz farklı ve safsın babacığım,

    Çünkü, yaşadığın ülkede demokrasi ve hukuk olduğunu sanıyorsun,

    Çünkü, yaşadığın ülkede siyasetin ticaret olarak yapıldığını anlamıyorsun,

    Çünkü, yaşadığın ülkede hiçbir felakette bir şey değişmediğini görmüyorsun,

    Çünkü, yaşadığın ülkede olan hukukunda özgürce yürütülebildiğini düşünüyorsun,

    Çünkü, yaşadığın ülkede duyarlı insan sayısının nüfusa oranının %10 olduğunu bilmiyorsun,

    Sen böyle düşündükçe ne yapabilirsin ki baba?

    Unutma ki senin ülkende para ve rüşvet için her şeyi yapacak insanlar var,

    Unutma ki senin ülkende partisini gelecek kaza göre seçenler var,

    Unutma ki senin ülkende ailesinin altında kaldığı evleri sıvayıp kiraya verenler var,

    Unutma ki senin ülkende kalemini patronunun şerefi (!) için kullanan gazeteciler var,

    Şu anki mekânımızda zaten bizi kurtlar yiyor babacığım,

    Bedenimizi topraktakiler, ruhumuzu aranızdakiler,

    Yapma baba 7 'n bitirdin bizi, hepimizi.

    Senin devletin her zaman haklı, bunu aklından çıkarma ve ona uy.

    Uymazsan burada bizlere de karşı gelmiş olursun.

    Çünkü bizlerde burada onlar gibi yeni depremler için tüm önlemleri alıyoruz.

    Yani cennette yer ayırdık yeni geleceklere, ama yalnızca hak edenlere.

    Doğum günüm kutlu olsun, ama yalnızca zaman aşımı hediyesini bana verenlere.



    Yasemin Koparal
    17.02.1993-17.08.1999

    http://www.17agustos.net
    17 ...
  16. 4.
  17. 10.
  18. tesadüf ki o gece babamla beraber yatmışım. yer gök sanki yer değiştiriyordu sanki ama baban yanında olduğu zaman hiç korkmuyosun. ilk defa yaşayanların ne olduğunu anlamadığı bir duygudur bu. sanki boşluktasın. boş boş bakıyosun etrafına. deprem biter ve elektrikler kesilir. işte o an korkmaya başlıyosun. karanlıkta kaldığın an. dışarı çıkar herkes. herkes yarı çıplak. ama o gece cadde de kız dikizleyen bizler o an da o kadar aciziz ki hiçbirşey düşünemiyoruz. sabah olmaya başlamıştı artık. kimseden nefes alma sesi dahi çıkmıyordu. artık açlık, susuzluk, hiçbir ihtiyaç veya duygu hissetmiyosunuz. 2 hafta banka yatarsınız. ama sadece yatarsınız. rüzgar esse deprem oluyo sanırsınız. 2 hafta geçer ama hala evinize girmeye korkarsınız. hele o televizyoların reklam vermeden gölcüğü göstermesi ilginç gelir insana. sanki insanlar üzerinde psikolojik baskı yapmaya çalışıyolardı. aradan aylar geçti uyuyamıyosunuz. 1 yıl geçti uyuyamıyosunuz. 2 yıl geçti uyuyamıyosunuz. bunlar sadece kadıköy de olan bizlerin yaşadıklarıydı. bir de gölcük de olanların hikayesi var. işte bunun adı da 03:02 17 ağustos 1999 marmara depremidir.
    14 ...
© 2025 uludağ sözlük