nasıl oluyor da ben değil başkası sol frameye getiriyor şaşırdım. gerçek bir şairdir siyasi görüşü zerre miktarı kadar beni ilgilendirmiyor. imzaladığı "bağbozumu şarkıları" en kıymetli kitaplarımdan biri. şairimle birlikte fotoğrafımız bile var. çok seviyorum.
şu an ilk aklıma gelen dizeleri:
"ey gönül haresi keder
insan kendinden ne kadar uzağa gider"
politik görüşlerini benimsemesem de "köylüleri niçin öldürmeliyiz?" şiirinde tanıdığım ve nefret attığım birçok fesat insanın karikatürize edildiği, kendimden de bir parça bulduğumu söylemek zorunda kaldığım yazar. anadolu insanının toksik yönlerini biraz agresif bir üslup ile de olsa müthiş yansıtmıştır.
Sevmeyi özledim biliyor musunuz? Kayıtsız şartsız bir gülüşü. Olur olmaz yerde ağzıma bir öpücüğün konmasını. Bir doğruya sevinmekten çok bir saçmalığa gülümseyebilen hoşgörüyü. 'Nerde kaldın' ayazını değil, 'hoş geldin' iyiliğini. Hiçbir şeyle yatışmayan yürek telaşını. Kapı zilleriyle telefonlar arasında tükenmeyi. Geceyi bir hayal hazinesine çeviren uykusuzluğu. Bir gövdenin önünde diz çökmeyi. Kendimi severek yürümeyi kalabalıkta. 'Göğe bakma duraklarını' özledim. Yağmuru kirpiklerden içmeyi. Yumruk kadar bir yüreğe dünyayı sığdırma hünerini. 'Sana sevinç verdiğim sürece ben buradayım' zenginliğini özledim. Otobüs terminallerinin ayrılıkla dönüş karışımı kokusunu özledim. Otel odalarınin insanı bir yaprak gibi incelten kederini. Başka kentlere vuran rengini güneşin. Başka sokakların telaşıyla çoğalmayı. Dünyayı yudum yudum aşka çeviren yalnızlığı.
" Hiçbir meydana açılmayan bir sokakta, akşamların geç, sabahların hemen olduğu evlerin birinde tanıdım dünyayı. Çocukların hiçbiri kendiliğinden uyanmazdı uykulardan. Zamanın ağırlığını duymak için öyle yılların geçmesi gerekmiyordu. Susmaktan yontulmuş kara kuru birer heykeldi herkes. "
al götür ne varsa gelirken getirdiğin
yarama bastığın tuz, gözümdeki meneviş
ağzımda esen serinlik, göğsüme akan ırmak
beni kuyulardan alıp sokaklara salan
ucunda yedi renkli çıngıraklar sallanan yaşama sevinci denilen o zincir
boğazıma oturdu darala darala
al götür, al götür ağır bağışını
beni dünyalar dolu yalnızlığım ışıtır.
Ne olurdu kokunun da fotoğrafı olsaydı.
Sesin fotoğrafı,
Boşluğun fotoğrafı,
Parmak uçlarındaki karıncanın,
Ruhtaki üşümenin fotoğrafı.
Ölüm kimseyi bu kadar yalnız bırakmazdı…
..kırk cümle kuruyorsun, ağzını açmadan vazgeçiyorsun.
incinme değil bu, insana olan inancını yitirme. Yaranı evde bırakıp çıkıyorsun sokağa. Öyle bir uzaklık ki, şikayetin sularını çoktan geçtin. Hiçbir şeye öfke duymuyorsun. insan boylu boyunca bir hastalık. insan korku. insan yıkım. ihtiraslarının külü insan. inanmıyorsun artık. Anlamamak değil, inanmıyorsun! Can sıkıntısı değil, inanmıyorsun! Yaşamak korkusu değil, inanmıyorsun!
https://galeri.uludagsozluk.com/r/2003814/+
...
Asfaltın bulantısını, denizlerin köpüklü uykularını
Kocaman bir cam kavanoza benzeyen şehirleri
ışıkları, ışıklar içinde gölge masalı insanları
Gürültü makinelerini, dünyadan öteye giden yolları
Yoksul evlerin eşiklerine düğümlü darağaçlarını
insanın insanı sevmesindeki mucizeyi
Korkunun, ölümün ilk harfi olduğunu
Dünyanın bütün türkülerinin bizi söylediğini
Acılarımızın başka acılarla güneşe çıktığını
Yeryüzü sofrasının küçücük ellerimizde kurulduğunu..
“insanın acısını insan alır” sözüne inanıyordu bütün yüreğiyle.
(...)içimdeki iyilik zayıf düşmüştü. Yanıma geldiğinde gülümseyen kötülüktü artık. Onca mavi, onca yeşil, onca ışığa karşın simsiyahtı. Diliyle öldürdüğü varlık sebebini gözyaşıyla diriltmeye çalışıyordu. Dibe doğru yuvarlandığı uçurumdan geliyordu sesi acılar içinde “insan bağışlayarak yener yanlışı. insanın acısını insan alır. iyilik böyle kolay yenilemez.”