Sana rağmen yaptıklarına rağmen özledim seni.. bitmek bilmeyen bir özlemle kavruluyorum her gün ,her saat.. Sana küsmeyi sırt çevirmeyi istediğimde özlemin dikiliyor karşıma..En derine attım diyorum herkese , en derine.. Ama bilmiyorlarki onun 2 sözüne bakıyor derinliğin boyutu.. Bir umut verdiğinde derinlerdeki sevgin çıkıyor günyüzüne..Başaramıyorum işte olmuyor bu özlemle yaşanmıyor .. ne yapmak istediğini bilmesemde sana karşı koyamadığımı biliyorum.Yüzüne bakmamaya çalışıyorum gnülerdir. ASlında başardım bakmadım yüzüne ama olmadı yanından geçerken kalbim delicesine çarptı kafam yere bakıyordu yada başka yöne dönmüştüm belki ama senin orda yanıkımda bir yerde olduğunu bildiğim için oluyor hepsi .Zor be sevdiğim özleminle yaşamak zor.
Ne garip bir duygu özlem. En az aşk kadar garip en az gülmek kadar normal ve en az onun kadar çok. Bazen neyi , kimi özlediğini bilmez insan içinde bir burukluk vardır için de kaybettiği boşluk vardır. Ne için kim için bilmez belki de en kötüsüdür bu özlemlerin. Bir çok şeye sebepsiz bağlanabilir bir insan bir çok şeyi de sebepsiz özleyebilir. Bir şehri, bir çiçeği bazen ummadığınız kadar küçük bir ayrıntıyı. insan özler çok özler ve özlediği şeye kavuştukdan sonra 2 dakika içinde geçer tüm özlem duygusu. Başka şeyleri özlemeye başlar .
için yana yana istemek. huzurunu altüst eden masum görünümlü yakıcı istek. en mutlu olduğun anda, en huzursuzluğun da, en büyük kahkahaların da, en güzel sohbetlerin de, ta derinlerden gelen sızlamayla dudaklarını büktürüp ağlatan, karnını buran ağrılar saplayan amansız istek. çaresiz yapar, huzrunu yıkar. en yakıcısı boynunu büker.
o son hoşçakal, bir toplu iğne olup batar gövdenizin sol yanlarında bir yere sinsice. hissedemezsiniz bile ilk başta. inceden bir sızı duyarsınız sadece. sonra iş, güç, hayat telaşı derken, o da kaybolur gün içinde. unutursunuz bile, bir yaranız olduğunu gövdenizde.
sonra akşam olur eve gidersiniz... odanızda hüzünlü bir koku karşılar sizi ilkin... tanıdık gelir hemen... ve sonra üstünüzü değişirken görürsünüz ki; giysileriniz kan içindedir... yeni kıyafetler giyip yatarsınız sonra...
ve bu her gün tekrarlanır... taa ki bir gün biri gelip, o iğneyi çıkarana, ya da çıkardığını sanana dek.
durduk yerde hatirlamaktir ve hatirlandigi an insanin bogazinda bir dugum olusmasi ve bazen burun diregini sizlatmasidir. insanda belirli belirsiz bir sersemlik durumu yaratir.
özlemek, beklemek, anıları hatırlamak yorucu şeyler... ama o kadar değerliki... yüzünüze yayılan o minik gülümsemeyi cama yansıyan suratınızda gördüğünüzde ne kadar da güzel olduğunuzu görmek, gözlerden kelimeleri rahatlıkla çekebilmek... kuşkusuz insanı insanlaştıran şeyler...
özlemek yalnızlığı getirdi bana. kapalı bir kutu gibi sadece gözlediklerimle bildiklerimi pekiştiren biri oldum ben. sende ne varsa bana geçti bir hastalık gibi. sen de benim hastalığımsın diyebiliyorum uzun zamandır. boş geçen zamana acır gözlerle bakıyordun; artık ben bakıyorum... tahammülün yoktu beyni ufak olanlara, artık ben de edemiyorum.
ne zaman yalandan gemilerimi kaldıracağım limanından?
ne zaman sen gibi olmayana bakmamaktan vazgeçeceğim?
ne zaman gideceksin benden? hiç özletmeden.
ilk önce evden çıkarken ne zaman çıkacağım sorulmadı, kimseye mesaj atmadım. otobüste camdan dışarıya bakarken silmedim buğusunu bu sefer, seni görebileceğim yerler yoktu çünkü. bu gün durağı kaçırmaktan korkmadım, bir zamandır yaptığım gibi. uyuyakalsam da sorun olmuyordu. adımlarım hızla sana değildi bu sefer, sadece kendimle oturmaya gidiyordum hızlı hızlı.
yiğit özgür'e bile tek başıma kahkaha atarken buluyordum kendimi, durup bakıyordum sana etrafımdamısın diye, yoksun. kızıyorum insanlara, belki de onlar da bana. susyorum. bardağın içindeki noktalara takılıyorum sonra. onlara şeker demeye ısrar ederken sen, ben onların kivi tozu olduğunu savunuyordum. bu gün ne kivinin havası var ne de benim karşılıklı susup, yudumlaşıyoruz.
sigaramı çakmağın yakmıyor bu gün, dumanı çarpmıyor sana bu akşam. sinirleniyorum kendime kalkıyorum masadan, param olsa devirirdim belki de onu bu gün. durağa yürüyorum bu sefer şemsiyem yok, sen yoksun. yağmurla yalnızım bu akşam. öpmüyorsun bile otobüse binerken. kendime sarılıyorum sonra. eve nasıl geldiğimi bile bilmeden telefona bakmıyorum. çalmıyor, çalsada sen değilsin. çünkü artık yanımda değilsin. tenimde değilsin.
gecenin bir yarısında zaman, belki de yarın başladı artık. yarın da gece olacak ve o gece de yeni bir yarın. hiç birinde olmadığın kadar varsın, olduğun kadar da yok. düşündüğüm kadar benimle olmanı dilerdim. düşünmemek, yaşamak seni. özlememek hatta yanımda hissetmek her istediğimde.
özlemek gecelere ait saatlerin sabaha döndüğünde aklımda seninle uykulara dalmak rüyalarda görülenin sen olmasını dilememe rağmen, sıradan insanlarla boğuşmak zihnimin derinliklerinde. çalar saatime küfrederken sabahın olduğunu fark etmek diş macununu senin sıktığını hayal etmek, havludaki nemi senin bıraktığını varsaymak, tarağın yerinde olmamasının sebebinin sen olduğunu düşünmek, küçük akıl oyunları oynamak kendime.
hepsi hepsi seni düşünmek aslında. otobüsteki insanlarda senin suretini aramak. kulaklıktaki şarkılarda seni bulmak özlemek işte. yaşanamayan her şeyi özlüyor olmak. ıslak yollarda yalnız yürürken gözlerimi kapatıp yanımda olduğunu hayal etmek. radyoda çalacak şarkıyı tutmak hiçbir zaman biz olmayan bizim için. başka insanlarla ilgilenirken şuan senin ne yaptığını düşünmek.
akşam eve dönerken kapıyı senin açacağını hayal etmek. kapıyı açının sen olmadığını görünce uyanmak tekrardan. sana merhaba diyebilmek ne kadar güzel olurdu hâlbuki. gün içinde yaşadıklarımı bu gün ne oldu biliyor musun diye başlayıp memleketin en büyük meseleleriymiş gibi sana anlatmak dakikalarca. yemek yerken de zihnimde seninle olmak aslında. sana yemek yapıp, iştahla yediğini düşünmek. gece kuşağındaki filmleri seninle izlemek. yatağa uzanmak en sonunda.
yeni gecenin bir yarısında zaman ve biten günü düşünmek. yine yaşadığım her anda seni bulmak. sen nerelerdesin, kim bilir neyin telaşındasındır o saatlerde, düşüncelerinde neler vardır? ben seninleyken hala, gecenin saatleri sabaha kaçmaya başlamıştır yine ve gözlerim dayanamaz daha fazla uykusuzluğa. rüyamda seni görmeyi dileyerek kapanır gözlerim.
hepsi hepsi seni özlemek işte, büsbütün korkaklığımla, yalnızlıklarımda seni bulmak, hayal etmek, dilemek, olmayışına küfretmek çalan saate değil belki de. cesaretsizliğimin ortasında seni bırakmak, etrafını dikenli tellerle çevirmek. beynimin her hücresini sana meyletmek ve en acısı seni kalbime işlemek.
kafamın içinden çık!
kafamın içinden çık!
kafamın içinden çık!
kafamın içinden çık!
...
çıkmak bilmez. özlemek böyle de psikopat bişeydir. odaklanamazsın bişeye. neyi özlediğini bilemezken, ne çok şey özlediğini farkedersin.bir de platonik özlem ise (bkz: platonik özlem) yıkıcı bir etkisi olur. hükmeder size sizin yerinize. istemediğiniz şeyleri yaptırır, yapamaz olursunuz yapmak istediklerinizi. sence neden bu başlığa entry giriyorum?!
kafamın içinden çık!
kafamın içinden çık!
kafamın içinden çık!
kafamın içinden çık!
özlenenin uzakta olması demek değildir özlemek...bazen yanındadır özlersin, o kadar özlersin ki anlatamazsın bile, çünkü anlayamayacağını bilirsin. hatta kendi kendine sorarsın bunun anlamını; yanındaki de özlenir mi diye? tuhaf bir duygudur, onun eski saflığını, masumluğunu, içtenliğini, eski sıcaklığını özlersin. çaren yoktur, cevabını bulamazsın soruların, tıkanırsın. *
eğer onu hatırladıkça başı göğe ermişcesine ya da asansör boşluğuna düşmüşcesine ürperiyorsa yüreğiniz,
mütemadi bir sarhoşluk içinde her çalan telefona o diye atlıyorsanız,
o her durduğunuz yerde duruyor her baktığınız yerden size bakıyor siz keyiflendikçe gülüp hüzünlendikçe ağlıyorsa,
bir anlık ayrılık bir ömür gibi geliyor ve o gider gitmez birşey saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa işte bu ''özlem''dir. güzeldir özlemek. hele ki özleyeni özlemek...