bugün

dua

çagın tefsiri risale-i nurlarda bir kısmı asagıdaki gibi açıklanmış olan yaratıcı ile irtibat kurma halidir.

Mü'minin mü'mine en iyi duası nasıl olmalıdır?

Elcevap: Esbab-ı kabul* dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit* dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimaı* nispetinde makbuliyeti ziyadeleşir.

Ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra, makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.

Hem bizahri'l-gayb, yani gıyaben ona dua etmek,

Hem hadiste ve Kur'ân'da gelen me'sur dualarla dua etmek; meselâ,

Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble dua etmek,

Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,

Hem mevâki-i mübarekede*, hususan mescidlerde,

Hem Cumada, hususan saat-i icabede,

Hem şuhur-u selâsede*, hususan leyâli-i meşhurede*,

Hem Ramazan'da, hususan Leyle-i Kadirde* dua etmek, kabule karin* olması rahmet-i ilâhiyeden kaviyen* me'muldür*.

O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez, belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.

Mektubat | Yirmi Üçüncü Mektup | 270

http://www.risaleara.com/...&ep=&s=10&l=2

***

Eğer desen: Bazen kati* olacak işler için dua edilir: meselâ husuf ve küsuf namazındaki dua gibi. Hem Bazen hiç olmayacak şeyler için dua edilir.

Elcevap: Başka Sözlerde izah edildiği gibi, dua bir ibadettir. Abd, kendi aczini ve fakrını dua ile ilân eder. Zâhirî* maksatlar ise, o duanın ve o ibadet-i duaiyenin* vakitleridir; hakikî faydaları değil. ibadetin faydası âhirete bakar. Dünyevî maksatlar hâsıl olmazsa*, "O dua kabul olmadı" denilmez. Belki "Daha duanın vakti bitmedi" denilir.

Hem hiç mümkün müdür ki, bütün ehl-i imanın bütün zamanlarda mütemadiyen* kemâl-i hulûs* ve iştiyak* ve dua ile istedikleri saadet-i ebediye* onlara verilmesin ve bütün kâinatın şehadetiyle hadsiz rahmeti bulunan o Kerîm-i Mutlak*, o Rahîm-i Mutlak*, bütün onların o duasını kabul etmesin ve saadet-i ebediye vücut bulmasın?

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

Duâ-i kavlî-i ihtiyarînin* makbuliyeti, iki cihetledir: Ya ayn-ı matlubu* ile makbul olur; veyahut daha evlâsı* verilir.

Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. "Duası kabul olunmadı" denilmez. "Daha evlâ bir surette kabul edildi" denilir. Hem Bazen kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. "Duası reddedildi" denilmez. Belki, "Daha evlâ bir surette kabul edildi" denilir, ve hâkezâ...

Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir*. Biz Ondan isteriz, O da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık*, sıtması için sulfato verir. "Tabip beni dinlemedi" denilmez. Belki âh ü fizârını* dinledi, işitti, cevap da verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

Duanın en güzel, en lâtîf, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:
Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm* Zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyâcâtını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah* duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp "Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. (Fatiha Sûresi: 2.)" der.

Mektubat | Yirmi Dördüncü Mektup | 291

http://www.risaleara.com/...&b=1&k=2&p=17