bugün

the great gatsby

scott fıtzgerald'ın en cok bilinen ve en guzel eseridir . eserde gatsby) hem amerikanın I. dünya savaşı sonrası yaşadığı düşkırıklığını, hem de para ve mevki tutkunu bir toplumdaki ahlak çöküntüsünü çarpıcı bir biçimde yansıtmakla kalmamış; belli bir zaman ve yerde geçen olayları anlatmakla yetinmemiş; gatsby'nin muhteşem rüyasının peşinden koşmasını adım adım takip ederken ( ki butun omrunu bunun icin harcar) hayal ve gerçek arasındaki büyük farklılığa da güzel bir örnek vermiştir.

roman, anlatıcı nick carrawayin şu sözleri ile son bulur :

bir zamanlar hollanda gemicilerinin canı
için hemen orda çiçeklenen o eski ada gözlerimin
önünde yavaş yavaş belirdi, yeni dünyanın o
körpe, o yemyeşil göğsü... insanoğlu, büyüsü
çabuk bozulan kısa bir an için, bu kıtanın
karşısında soluksuz kalmış, tarihte son defa
olarak hayranlık gücüne eş bir şeyle yüz yüze
gelip, ne anladığı, ne de dilediği bir güzelleme
tutkusuna kapılmış olmalı.

orda oturmuş o eski, o unutulmuş dünyayı
kara kara düşünürken, daisylerin rıhtımının
oradaki yeşil ışığı gatsbynin ilk defa gördüğünde
duyduğu o hayranlık düştü aklıma... onca zaman
ardından koştuğu düş, uzatsa hani elini, tutacak.
ne çare çare bilmiyordu o düşün çoktan gerilerde
kaldığını...

gatsby , her yıl önümüzde biraz daha gerileyen o
yeşil ışığa, o bel-getirici geleceğe inanıyordu.
kaçırdık o vakit elimizden onu , ama ziyanı yok,
yarın daha hızlı koşacak, kollarımızı daha ilerlere
uzatacağız... ve bir sabah, aydınlıklar içinde...

o ümitledir ki şimdi sefer etmekteyiz, biz bu
akıntıya karşı giden tekneler, durmadan geriye,
geçmişe çarpılıp atılsak da ne gam...
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar