öncelikle çok sinir bozucu bir kadın... yani daha bir kitabını bile okumadan onun hakkında böyle bir izlenime kapılabilirsiniz; kitaplarının üzerinde klişe bir kan lekesi olan, çirkin yaşlı bir ingiliz kadınının seksen küsur polisiye romanına sahip olduğunu bilmek ve bir çok ortamda tartışmasız en iyi polisiye yazarı olarak anılması insanın sinirini fazlaca bozuyor...
--kişiseldir--
bayan yazarlara karşı saplantı derecesinde bir önyargım olduğunu söyleyemem, ama eğer konu polisiye ise sherlock holmes ü tek geçerim, ne onun kadar iyi bir karakter gördüm, ne de conan doyle kadar usta bir yazar... yüz yılı aşkın öykülerin olması da beğenimi etkileyen bir etken... evet, ne diyordum; fred vargas da fena değildir, -gerçi iki kitabını okuduktan sonra ancak kadın olduğunu öğrendim kendisinin, takma isim kullanıyormuş- kurgular çok zekice olmasa da, komiser adamsberg in kişiliği ve iç dünyası bütün kitaplarını okuyucu kılıyor.. maj sjöwall ve per wahlöönün martin beck karakteri ise tam bir fiyasko, ben hayatımda bu kadar sıkıcı bir anlatım, bu kadar kötü polisiye dizisi görmedim... sherlock holmes ü conan doyle dan sonra canlandırmaya çalışan taklitçi vasat yazarlar da cabası...
"beklenmeyen misafir" adlı romanıyla tanıdım kendisini, okuyacak başka bir şey olmadığından katlandım kendisine ve sonunda tiyatro gösterisi tarzında yazılmış kitabı bitirdiğimde sonundaki zekice kurgudan hiç hoşlanmadım; nasıl bulamazdım katilin kim olduğunu? nasıl hata yapardım? muhakkak işin içinde bir iş vardı... sonra "16:50 treni" adlı kitabına başladım bir solukta, bir şekilde yazarın fiyaskosunu ortaya çıkaracaktım ve miss marple ile ilk kez tanıştım -hayatım da hiç bu kadar kadınca bir kitap okumamıştım- ve yazar yine beni şaşırtmayı başarmıştı kitabın sonunda; yine tahminlerimde yanılmıştım ve hiç ummadığım birisi çıkmıştı katil, fakat bu kez yaptığı hileyi farkettim, beni nasıl şaşırttığı anlamıştım ve bir daha ki sefer aynı tuzağa düşmeyecektim...
fakat yazarı alt etmeyi düşündüğüm romanı hiç akıllıca seçmediğimi farkettim, "sıfıra doğru" adlı kitabını bitirdiğimde, beni yine büyük bir şaşkınlığa uğratmıştı, tam da sonuca çok yaklaştığımı düşünürken; kesinlikle hile yapıyordu ve okurunu nasıl şaşırtacağını biliyordu...
hırsımdan hemen bir başka kitabını edindim; "roger ackroyd cinayeti"... kitabı ilk kez bir karakter -dr. sheppard- ağzından anlatıyordu ve kitabın ilerleyen sayfalarında işin içine hercule poirot girince, öykü tam bir "sherlock holmes ve dr. watson macerası"na dönüştü. evet, conan doyle dan esinlendiği kesindi, fakat conan doyle un onlarca taklitçisinden çok daha iyi bir anlatıma sahip olması beğenimi kazandı. bu kez kararlıydım, kitabın başından itibaren hiç bir ayrıntıyı kaçırmamaya dikkat ettim ve hesaplarımı tutarlıca yapmaya özen gösterdim; kitabın başlarında katili tahminde bulundum, biraz ilerleyince tahmini ikiye çıkardım ve ortalarını henüz geçtiğimde ilk tahmini eleyip ikincisinde yoğunlaştım, sonuna kadar nafesimi tutarak bu kez de yanılmamış olmayı diliyordum; yazar yine klişe taktiklerini kullanarak beni ilk tahminime yöneltiyordu fakat bu kez tuzağa düşmedim... kitabın sonunda müthiş bir ego tatmini yaşadığımı söyleyebilirim, sonunda katili tahminimde yanılmamıştım, ama garip bir şey oldu... katilin sırıttığı ve çabuk tahmin edildiği polisiyeler berbattır, fakat bu kez kitabı bitirdiğimde agatha christie nin kitaplarını sevdiğimi farkettim, ben farkında olmadan yazıları beni bağlamıştı ve iki haftada dört kitabını okumama neden olmuştu...
sonuç olarak, kendisi conan doyle öykülerinden sonra okuduğum en iyi polisiye romanlarının yazarıdır...
--kişiseldir--
iyi bir polisiye yazarıdır kendileri, kendisine has bir anlatıma, zekice kurgulara sahiptir ve romanlarındaki karakterleri çok iyi analiz eder... okuyunuz ve de okutturunuz; seksene kadar yolu var...