bugün

katya

yıkımın kapısını kesik kesik bir kaç kere çaldığım zamanlardı sanki;

odamda ölüm sessizliği mevcut. sadece kalemimin kağıt üzerindeki hışırtısını duyabiliyorum. önümde; mat kalbimi içinde boğabileceğim bir mürekkep kutusu, boğazımı kesmeye alışabileceğim bir makas ve kendimi temize çıkarmamı sağlayacak olan müsvedde kağıtlar var.

telefondan zaman zaman bir ses geliyor. suskunluğunda huzur bulduğum, ara sıra görüştüğümde ise geçici normal hayatımı unutturan bir görüntü.

hadi görmek istediklerinizi görüp duymak istediklerinizi duyun! ütopik bir dünyadan mı?

eskiden şişman ve güçlü bir rahiptim. o ise doktor. beni kısa zamanda zayıflatıp güçsüzmü düşürüyor ki acaba. ( duygusal boşluk mu? duygusal bağlılık mı?)

korkmuyorum boşluklardan
gecenin dipsiz karanlığından
ve sensiz kalmaktan
yinede düşünmeden olmuyor
geceler mat ve yorgun
matlığa düşen bir gölge
ve yine o ses...

bu ses tıpkı yeni açılmış yıllandırılmış şarap gibi; içimi hoş fakat belki biraz tehlikeli. ruhunu inançlardan gün be gün arındırıyor. o toplum dışı kuralları benimsemiyi amaç edinmişti.

acaba yıldız kaymasını seyretmek gibi mi? başladığı gibi bitiyor. izlediği yolun feneri olup bir anda sönüyor mu? dersiniz, ya da benim göremediğim yerleremi kayıp gidiyor. geriye kalan dilek tutmaktan ibaret.

bir gün sadece benim görebildiğim sabit parıltılı kuzey yıldızım olması ütopyasıyla elveda katya.