bugün

bosna hersek

Güneşin kemiklerimi ısıttığı, sıcak rüzgarın yüzümü yaladığı bir öğle üzerinde pervaneli uçakla indim Saraybosna'ya. Saat farkı -1. inişe geçmeden önce, bir yılan gibi kıvrılarak geçen irili ufaklı nehirlerin, çatıları kar tutmasın diye üçgen olan az katlı evlerin ve yeşilin binbir çeşidine bakıp; yeşile doyarak, ruhumu, gözümü dinlendirmiş olarak döneceğim buradan. Havadan sevdim, karadan daha çok severim, dedim. Otelim, Saraybosna merkezden tramvayla 30 dk. uzaklıkta, Zeljeznica nehri kıyısında, Ilıca mevkiinde kaplıca tesisiydi. Eşyaları otele bırakıp, yeni bir ülke, yeni bir şehir, yeni yüzler ve yeni tatlar peşine düştüm. yukarıda ne yediğim içtiğim yazılı olmakla birlikte, içime dolan hüzün asla kelimelere dökülemeyecek kadar fazlaydı. bir hafta oradaydım ve bu süre boyunca gözümde nemle dolaştım. Aliye izzetbegoviç'in türbesinin olduğu şehitlikte 1992de 29 yaşında şehit olan oğlunun mezarını temizleyen baba ve mezara bakıp ağlayan annenin yanında ne hissederseniz işte onlarla doluydu içim. anne ağladı, ben ağladım, sularla mezar ıslanırken, yaşlardan benim göğsüm ıslandı. fotoğraf çekip, yazmaya giden ben, pulitzer ödülü alacağımı bilsem o kareyi çekemezdim. ne türbe ne de şehitlik fotosu çekmeden ayrıldım bu yeşilin binlerce tonunu, suların en berrağını içine almış, hüzünlü, boncuk gözlü, bizden insanların ülkesinden. Mostar ve Travnikte de aynı duyguları yaşadım. Havadan sevmiştim ya, karadan da sevdim. Gidin ve siz de sevin.