bugün

yedinci yüzyıldan kalma bir dine inanmak

‘yarım inanmak’ şekline evrilmiştir. dinin modern dünyaya uymayan yönleri, tarihin tozlu sayfalarında kalmış durumda. çağımızda karşılık bulamayan hükümler ya yok sayılıyor ya da kişinin nasıl işine geliyorsa o yönde yontuluyor.

dünya üzerindeki dinler toplumların gelenekleriyle harmanlanmış, artık gelenek halini almış, tarihsel süreçte eğilip bükülmüş, yozlaşmış olan toplulukları bir nebze de olsa kontrol altında tutmaya yarayan yaptırımlar konumuna gelmiş.

içerisinde bulunduğumuz çağda ortaya çıkacak herhangi bir yeni din toplumlarda karşılık bulamaz. ortaya atılan somut fikirlerin dahi kabul görmediği, internetten anlık olarak bilgi edinilen, her şeyin sanal ortamda karşılık bulduğu ve yine dakikalar hatta saniyeler içerisinde tüketilip çöpe atıldığı bir çağda yeni bir dinin kabul edilmesi söz konusu bile olamaz.

yenisi gelmiyor da eskiler neden hala varlığını koruyor? dinlerin ortaya çıkış sebebi olan insan ihtiyaçları, 5 bin yıl öncesinde ne ise şimdi de o. insanın kendi yaşamını, içinde bulunduğu dünyayı ve evreni anlamlandırma ihtiyacı her daim kendisini koruyacak. bunun yanında ölümü bir son olarak kabul edememe, sonsuz yaşama duyulan hasret ve istek yine insanın karşı koymakta güçlük çektiği ihtiyaçlar olarak bugün dahi karşımıza çıkıyor.

varlığın nereden geldiği, evrenin oluşmasındaki itici gücün ne olduğu vb felsefe konusu sorunlar, insanoğlunu düşünen bir canlı olduğu zamanlardan başlayarak tüm çağlarda meşgul ettiğinden ve bir türlü kesin cevaplar bulunamadığından, bu konulara en kestirme yoldan ‘tanrı yarattı’ demek de bu sorular cevap bulduğu zaman bile popülerliğini koruyacaktır. çünkü evinizden dışarı baktığınız pencereyi değiştirmediğiniz sürece dışarıda göreceğiniz manzara ya ‘aynı’ ya da ‘aşağı yukarı aynı’ olur.

bu pencerenin değişmemesinin en önemli sebebi ise insanın bilinçaltına gizlenmiş olan ve mantığının bile önüne set oluşturan korku. bu korkuyu aşmak ve farklı bir açıyla konuya yaklaşmak da sanıldığından çok daha güç.