bugün

denemeler

21.03.2017 tarihli nobetimden. 23.30-01.45 arasindaki darlanmanin mahsulü.

hayat komik değil, çoğuna bir şaka ve bir espri gibi gelse de aslında o kadar da bir numarası yok. yıllar geçtikçe düze çıkacağımızı düşünerek yaşadık, her seferinde tek tesellimiz bu oldu. ilkokuldayken "ortaokula geçine..." ortaokuldayken "liseye geçelim neler olacak..." lisedeyken "oh be üniversite..." üniversitedeyken "bitse de kurtulsak amına kodumunun okulu..." okul bitince ise çalışma hayatının getirdiği sıkıntılar veya mevcut diğer olaylar. herkesin en büyük derdi para, ne kadar inkar edilse de şu an hangi birinize 5000 tl verilse reddeder? karizmatik olmakla dürüst olmak farklı şeyler. lafla karizmatik olunmuyor, yaşamlarımız hep tek düze. aynı şeyleri yapıyor ve aynı şeyleri yaşıyoruz. her geçirdiğimiz gün, bir önceki günden daha kötü olarak yaşıyor ve geleceğe karamsar bakıyoruz. halbuki her günü aynı olan rutin insanlar bile belkide bizden mutludurlar. bilemeyiz, belki de öyledirler.

salak adam iyidir, dünyanın nazını ve kahrını o çekmez. önemli olan sabah uyanıp işe gitmesi, akşam işten geldiğinde sofrada bir tas yemeğin olması. karısının bir güler yüz göstermesi, belki de sevişmesi. çocuğuyla vakit geçirip sonra da uyuması. kendine ait bu basit hayatında mutludur salak adam. devlet entrikaları, politik saçmalıklar, tarihi sırlar, onlar-bunlar onu hiç mi hiç alakadar etmez. belki yılda 1-2 defa içki içer ve arkadaşlarıyla buluşur, birkaç defa futbol maçlarını seyreder. ama mutludur, hayat onundur çünkü. hepimizin aslında çok basit ve hor gördüğü o basit şeyleri salak adam yapabilmektedir. bu devirde güvenip anlaşabileceğin bir eşi buldun, onu sevdin, o da karşılık gözetmeksizin seni sevdi ve evlendin. mutlu bir yuvan oldu. kavgasız gürültüsüz götürdün. üstüne bir de çocuk yaptın. hayatın muhteşem gidiyor, zeki insanlar bunu yapamıyorlar artık. bu bir paranoya, belki de trajedi. ağır bir dram içindeyiz. yıllar geçtikçe daha mutlu olacağımızı zannederken yıllar sonra daha yalnız kaldığımızı fark etmek zor olmasa gerek. gençlikte yaşananlar, atılan kazıklar, aşklar, entrikalar, sahte dostluklar ve bunların getirisi ; kavgalar, ayrılıklar, üzüntüler ve yol ayrımlar. nihai sonucu, yalnızlık. insan en kötü bu tür durumlarda kalıyor. belki güvenebileceği 1-2 arkadaşı ve onlarla da aydan aya görüşebilme durumları. aşk ve sevgi gibi olgular sadece kitapları sattırır, filmlere gişe yaptırır. gerçekçi değil. artık öyle ki, kimse aşk acısı çekmediğinden çıkan şarkılar da bir sikime benzemiyor açıkçası. halbuki eskiden öyle miydi?

her şeyin basit ve sıradanlaştığı, yapay bir dünyada yaşam mücadelesi veriyoruz. çoğumuz sistemin ana adamı oldu bile. hatta tanıdığım büyük komünist arkadaşlarım 4. levent'te bruker olarak çalışıyorlar. parası kadar komünist herkes, kapitalizm her şeyi mahfetti. fight club izleyip sistem karşıtı olup 2 dakika sonra her şeyi unutuyorlar. tıpkı şehit haberlerinde milliyetçilik duygusu kabaranların birkaç dakika sonra normal hayatlarına devam etmeleri gibi. bizi bu hale getiren teknoloji miydi? bizi böylesine yozlaştıran kendimiz miydik? buna asla cevap bulamadım. çoğunun tek derdi kendi hayatları, ben merkeziyetli düşünce yapısı yüzünden egoistlik had safhaya ulaştı. insanlar o kadar yarraktan yaşıyorlar ki yaşadıklarından bile bir tat alamaz oldular. birçoğu yaşlanınca bahçeli sikko bir yazlık edinip, bahçeye domates, biber ekerek öyle tatmin oluyor. emekliliğinin ikramiyesi organik sebze yetiştiriliciği. işin en komik yanı 365 günlük dönemin hasatı sadece 1 haftalık yetecek kadar malzeme. sonra yine manavdan almak zorunda kalacak. hatta manav mı kaldı, kapitalizm onları da yok etti. süpermarketten alacak domates ve biberini. muhtemelen aynı kişi çocuklarını ve torunlarını da senede 1-2 defa görecek. yalnız iyice çökecek bedenine.

gerçek özgürlüğü birçok insan yaşayamadan ölüyor. bahçelere dalmamış adamlara adam gözüyle bakamam ben, adrenalinden de değil hayatı yaşamayı bilme açısından. bisiklete binip, masum olduğumuz zamanlarda hiçbir çıkar ve menfaat göz etmediğimiz arkadaşlarımızla mahallelerimizden uzaklaşıp, henüz kirlenmemiş bir deniz kenarına oturup, henüz otopark yapılmamış plaj üzerinde hem denize bakıp, arada dalıp hem de piknik yapabildiğimiz zamanlarda özgürdük. akşam ezanına kadar da olsa özgürdük. besin zincirinin en tepesinde oluyor olmamız bize bu dünyanın amına koyma hakkını vermiyor. bizim çocukken yapabildiklerimizi bizim çocuklarımızın yapamayacak olması bile üzüyor. zaten öyle bir kısır döngü ki benim babam da bana "bizim zamanımızda şöyle yapardık..." diye başlayan cümleler kurardı. her yeni jenerasyon tamamen bir eskisinin eziği olarak doğuyor. insanlar kıymet nedir bilmiyor, yaşıyor ancak neden yaşadığını da bilmiyor. araştırmıyor, görmüyor. dertleri basit ve normal. aşk acısı, şehir hayatının zorlukları, geçim sıkıntısı, ot ve bok. o kadar. basit problemler, aynı klişeler ve hep aynı hayatlar. ofiste fazla mesaiye kalmış adam iş hayatının zorluklarından bahsediyor. ancak meyve sebze halindeki hamalların halini görmek istemiyor. sorsan "bana ne kardeşim herkesin kendi hayatı, okusaymış..." diyebiliyor. kendince kendini haklı bile bulabiliyor. halkı görmezden geliyor haklı, parası olan hep haklı ve işin garibi hep de halkçı.

oynadığı bir dizinin, bir bölümünden 20-30 bin lira gibi ütopik ücret alan ünlüler gibi aynı onlar da. 1 mayıs yürüyüşüne en ön kortejde katılırlar. halkın yanında olduklarını belirtirler. sosyal medya'daki mecralarından bunun imasını da yaparlar, halkçı görünüşlerinin altında doyumsuz bir kapitalist yatar. daha fazla para, daha fazla fors, daha fazla ev, daha fazla araba. derdi 1 mayıs ve halkları desteklemek değil. "sinema emektarı" gibi bir kavram zaten yok ama onlara göre var. "zaten halkımız sanatçı hep sürünsün istiyor." diye de taşak geçip işin içinden çıkıyorlar. sanatçı sürünmesin de sanatçı, halkın ancak need for speed serilerinde görüp, oyunda bile zor alabildiği araçlardan kendine oyuncak galerisi gibi galeri açmasın. ben çocukken benim 2-3 tane oyuncak arabam vardı. hani şu geriye doğru çektiğinde arka lastikleri kurulan ve bıraktığında giden. ancak gel gör, onların 30-40 tane araçları var ve hepsi gerçek. bu adam halk eşitliğinden ve gariban savunuculuğunu bir zahmet artık bıraksın. mazlum edebiyatı, mağrur tripleri bir yana hepsinin samimiyetini sikeyim. olmayan bir şeyi sikemezsin tabi. ancak şu bir gerçek ki, çağımızın vebası sadece para. bir de zeka. hepsi bu. ülkenin en temel sorunu ise bunlara bağlı. zeka olmadığı için para yok, para olmadığı için çıkar çatışmaları ve kavgalar çok.

zeybek ve çiftetelli oynadığında kıro, vals ve tango yaptığında entel olduğun bir dünyada cengiz kurtoğlu dinleyince öküz ancak leonard cohen dinleyince üstat, fiskobirlik yediğinde banal ama nutella yediğinde ise ağzının tadını bilir olarak nitelendiriliyorsun. en çok satan hep serdar ortaç, akp ise 11 yıldır iktidar partisi. hiç kimse serdar ortaç'ın albümünü almıyor, hiç kimse akp'ye de oy vermiyor. sahi, herkes cennet gitmek istiyor ama kimse ölmek istemiyor ve en önemlisi herkes yalan söylüyor ve kimse yalancıları sevmiyor. kısır döngü mü? hayatınız yalan mı? düşünebilenlere bu dünyada yer yok, asmalı mescit'te mojito keyfi yaparken bir zümre bari eve geldiklerinde edebiyatçı kesilmese...