bugün

hayat

bir günü yirmi dört saat olduğu halde hiçbir anını istediğimiz gibi yaşayamadığımız şey. sorumluluklar arasında sevdiklerimize bir türlü vakit ayıramadığımız şey. yarın yanımızda olup olmayacağından emin olamadığımız insanlar için vakit yaratmaya uğraştığımız, bunu yapmanın bile sorumluluktan kaçmak olarak görüldüğü azap veren zaman dilimi. oysa ne vardı insan gibi geçirebilsek hayatı. sevdiğimiz insanlarla anı biriktirebilsek, yanlarındayken bile onları özlemesek, on üç yaşında çocuğun intiharına sebep olacak kadar sorumluluklar yüklemesek el kadar bebelere. biraz özgür olsak, biraz daha mutlu, daha çok gülerdik belki, daha neşeli olurduk, daha yaşanılası olurdu hayatımız. bir düşünsenize, hepimiz her gün hiç sevmediğimiz, görmeye bile dayanamadığımız insanlarla sekiz belki on saat geçiriyoruz. bunu haftanın beş ya da altı günü tekrarlıyoruz. minicik bir vakit ailemize, eşimize, dostumuza kalan. ufacık. define aramak gibi bir şey hayat, hep beklemek, hep koşturmak, hep başı su üstünde tutmaya çalışmak. halbuki sırt üstü uzanıp sulara götürdüğü yere gitmek de güzel, koşmaktansa ağır ağır yürümek de güzel, yokuş yukarı çıkmaktansa düz bir yolda yürümek de öyle. sürekli koşmak çok sık düşmek demek. dizlerde hep yara demek. hayat dediğinin yaşamaya değer kısmı çok uzaklarda, belki bir ihtimal hala. ama cidden çok uzakta.