bugün

kurtuluş savaşı nın bir senaryo olması

Efendim, bildiğiniz gibi(!), şu hain ingilizlerin ve onları yöneten Yahudilerin bir numaralı hedefi, islam dinini yeryüzünden silmektir (!). Her ne kadar, 1918’e gelindiğinde bağımsız tek bir islam ülkesi kalmadıysa da, ingilizler, Şerif Hüseyin, Ağa Han, Emir Ali, Molla Sait, Dürrizade, Mustafa Sabri vb. gibi dini liderleri satın almak suretiyle, egemenlikleri altındaki tüm dünya müslümanlarını koyun sürüsü gibi yönetiyorsa da, her imparatorluk gibi, satın aldıkları dini liderlerin halk üstündeki tahakkümüne göz yummak ve halkın ibadetlerine, kıyafetlerine karışmamak prensibine sadık kalarak, dini kökenli ayaklanma tehlikesini en aza indirebiliyor, üstelik bunlar aracılığıyla bağımsızlık isteyen “milliyetçi” denilen terbiyesizlere karşı iç cepheler oluşturma imkanına sahip oluyorlarsa da, Maysor gibi yerlerde çıkıntılık yapan bir iki dini lider çıkarsa, kenara kıstırdıkları islam Halifelerinin(!) nasihat heyetleri göndermesi sağlanarak olayın kontrol altına alınması sürecine katkı sağlamak mümkün oluyorsa da, bağımsız gibi görünen ama fiilen kontrolleri altında olan en büyük islam ülkesi, yine edepsiz milliyetçilerin marifetiyle, kendilerine cephe alma hatasına düştüğünde, üstelik, o pek güvendikleri “halifelik” kurumuna dayanarak, diğer islam ülkelerini ayaklandırmak gibi hayallere kapıldığında, yanıtı, o ülkeye en ağır darbelerden birini bizzat islam’ın kalbi, Hicaz’dan indirerek ve de tüm sömürgelerden %100 imanlı, kökünde gram Yahudilik olmayan askerleri toplayıp, Çanakkale, Irak, Kanal gibi cephelerde üstlerine sürmek yoluyla pek güzel verebiliyorken, velhasıl içindeki özbe öz ingiliz askerlerinin sayısı taş çatlasa bir kaç tümeni geçmeyen kuvvetle, tüm dünyayı kontrol altında tutabiliyor, sömürdükleri hammaddelerle sanayilerini doyasıya besleyebiliyorken…. dertleri islam’ı yıkmaktı! * * * (Lütfen cümlen neden bu kadar uzun diye sormayın * )

Ha, şimdi bazı ukalalar diyebilir ki “Efendim, dertleri buysa, islam dünyasının çoğunu yüzlerce yıl kontrol altında tuttular, öncelikle doğrudan kendi egemenlikleri altındaki islam topraklarında islam’ı yeryüzünden silmek için ciddi çalışmalar yapmaları gerekmez miydi? Camileri yıktıklarını, Kuran’ı, ibadetleri yasakladıklarını, kadınların çarşaflarını çıkardıklarını, sarık giyilmesini yasakladıklarını hiç duymadık. Maaşallah islam nüfusunda bir azalma da olmadı. Tam tersi sayıları arttıkça arttı?”. Böylelerine verilecek yanıt, müstehzi bir gülümseme ve çok bilmiş bir eda ile “Sizin gibi üstatların eserlerini okumamış, Yahudi’nin ne olduğunu bilmeyen cahillere bu konuları açıklamam çok zor” şeklinde olmalıdır. Üstatların eserlerini okumuşlarsa da anlamamışlardır muhtemelen.

Velhasıl, sonunda bağımsız gibi görünen son islam ülkesini de yere serdiler. Basit düşünceli insanlar, egemenliklerinin devamını sağlamak için, ingilizler’in, o ülkenin başında bulunan ve korkudan tir tir titreyen halifeyi makamında bırakmak, kukla gibi yönetmek suretiyle, o ülkedeki bir kaç çılgın din adamını ve hele o şeytan milliyetçileri kontrol altına almaya çalışmasının en makul yol olduğunu düşünebilir. Görünüşe göre öyle de yaparlar. Ama hayır! Hesaba katmadıkları bir faktör vardır. O ülkenin başındaki halife, her ne kadar sarayından ayrılmaya pek gönüllü değilse de, yiğidin önde gidenidir. Yani tam bir “Şark Aslanı”dır *

Niyeti, esaslı bir komutan görevlendirip, ingilizleri ve müttefiklerini ülkeden kovmaktır. Namazında niyazında o kadar komutan varken, içki içtiği bilinen, Çanakkale’de hiç bir varlık gösterememiş, Gazze cephesinde, ingilizlerle işbirliği halinde ihanet etmek suretiyle ancak bir kısmının komutanı olduğu 22.000 tüfeklik devasa ordunun, tam teçhizatlı 120.000 ingiliz askeri karşısında yenilmesini sağlamış komutanı bulur, bula bula. Onun ihanet ettiğinden, aynı cephede savaştığı askerler ve komutanlar haberdar olmadığı gibi, Şark Aslanı da haberdar değildir elbette. Bu korkunç gerçeği, “keşif” yoluyla ortaya çıkarmak, olaydan 40 yıl sonra Kadir Mısıroğlu gibi üstatlara(!) nasip olacaktır…

Nasıl ingilizler bu faktörü(!) hesaba katmadılarsa, Şark Aslanı’nın da hesaba katmadığı bir nokta vardır. Seçtiği komutan Yahudi asıllı bir Sabetayisttir. Diğer Sabetayistler gibi, Yahudilerin, ilahlara yakışır uzun vadeli planlarının bir sonucu olarak devlete sızmıştır. Gerçekte ingilizlerin (veya Yahudilerin) hesaba katmadıkları hiç bir faktör yoktur. Onlar aslında ülkeden çekilip gitmeyi düşünmektedirler. Ülkenin batısını Yunanlılara, güneyini Fransızlara ve italyanlara, kuzeyini Rumlara, doğusunu Ermenilere vermek gibi amaçları da yoktur. Her ne kadar o güne kadar işgal ettikleri tüm ülkelerdeki müslümanlar uslu uslu oturmakta, kendilerine ciddi bir sorun çıkaramamaktaysa da, yüzlerce yıl boyunca islam’ı yok etmek bir şey yapmadılarsa da, artık bir yerden başlamanın zamanı gelmiştir.

Meşum planlarını uygulamak için yeni işgal ettikleri ülkeyi seçerler. Planları, bu işi şikeli bir dövüş sonunda millete “kahraman” diye yutturacakları eski dostları, Sabetayist’e yaptırmaktır. Tabi basit düşünceli insanlar şöyle diyebilir: “Bu planı ülkeden çekilerek mi uygulayacaklardı? Ne güzel, görünüşteki planlarını aynen uygulasalar, yani, şurasını Ruma, burasını Ermeni’ye, orasını Yunan’a verseler, kendilerinin de desteğiyle, imparatorluk geleneğine sahip olmayan, üstelik de ülke ahalisine karşı hınçları bulunan bu milletler islam’ın işini bitirme misyonunu daha etkili ve hızlı bir şekilde yapamaz mıydı?”. itibar etmemek gerekir böyle cahillere. O zaman sadece o ülkenin halkı katlonulmuş olurdu. Kalan müslümanlar ne olacak akıllım? Öncelikle o ülke insanları dinlerinden kopacak, laik olacak ki, diğerleri de onlara uysun. Cahil der ki “Ben laikliğin dinsizlik demek olduğunu bilmiyordum. Üstelik, bildiğim kadarıyla, o ülkenin insanları, -dediğinize göre- tam da Yahudi planına uygun olarak, kendine milliyetçi süsü vermiş sabetayistin önderliğinde ayaklanıp, yalandan bir kaç dövüş sonucu sözde başarıya ulaşınca, ingiliz imparatorluğu’nun her yerinde bağımsızlık talepleri ve milliyetçi akımlar güç kazandı. O kadar planı yapan ingilizler, bunu düşünemediler mi?”. Diyeceksin ki “O da planın bir parçasıydı aptal! Yahudi planı diyorum sana…”. Cahil ısrar eder elbet “Yani plan islam ülkelerinin, bağımsız olması, ama dinden uzaklaşmasıydı öyle mi? O zaman, bu plan uygulanmasaydı, sömürge hallerini sürdürmekle beraber, dinlerine pek bağlı oldukları için ingiliz imparatorluğu ve Yahudi emelleri için daha büyük tehlike oluşturacaklardı demek istiyorsunuz anlaşılan. üstelik ingilizler tüm islam dünyasına hakimken laiklik ve cumhuriyet gibi projeleri neden bir tek türkiye'e uyguladılar da diğer ülkeleri pas geçtiler?”. “Höt! Mugalata yapma” diye yanıt ver, “Halifenin önderliğinde devasa bir uyanış yaşamaları tehlikesi vardı”. Cahil “Yahu halifelik yeni mi kuruldu? Öyle bir tehlike vardıysa, islam dünyasının her yanı yüzlerce yıldır ingiliz egemenliği altındayken, hatta halife olaydan dört yıl önce cihat ilan etmişken niye baş göstermedi? Bırak onu, halifelik, Haçlı Seferleri ve Moğol istilası sırasında bile müslümanları birleştirememişti. Müslümanların bir avuç Haçlı’yı memleketlerinden çıkarmaları 200 yıllarını aldı” gibi laflar edebilir ama kafana takma, cevap verme… “Yahu, hani plan islam’ın yok edilmesiydi? Her şeyi bilen Yahudiler, zaten yok hükmünde olan halifeliği yok etmekle islam’I yok edemeyeceklerini bilmiyorlar mıydı? Bu kadar plan, proje, tepişme sadece halifeliğin ortadan kaldırılması için miydi? Öyleyse, halifenin soyunu yok etmek daha pratik ve düşük maliyetli bir çözüm olmaz mıydı? Hem bu kadar saygıdeğer bir kurum, alt tarafı bir meclis kararıyla nasıl yok edilir? Müslümanlar neden sürgündeki halifenin etrafında toplanmadı? Üstelik islam yokolmadığı gibi, Sabetayist’in ülkesine uyarak, laikliği seçen ülke de pek olmadı” filan diye zırıldarsa, koşarak uzaklaş veya demogoji ile yanıt ver, olsun bitsin…

Cahil sonunda imana gelir gibi olup “Kusura bakma, şu muhteşem planı anlayıp, hazmetmem biraz vakit aldı. Şimdi iyice düşününce olabilir gibi geliyor. Adet yerini bulsun diye, kaba hatlarıyla anlattığın bu planın detaylarını veren, doğrulayan belgeleri, kanıtları gösterebilir misin?” diyebilir. Üstünde durma, duymazdan gel. Baktın olmuyor “Sabetayist” olmakla suçla…

Şaka bir yana, güleyim mi ağlayayım mı bilemiyorum. Biraz vicdan, izan sahibi bir insan, memleketini işgalden kurtarmış, kıt kaynaklarına, yok sanayisine rağmen önünü açmayı başarmış bir kahraman hakkında, yukarıda özetlediğim, belgesi, kanıtı olmayan, şizofren hayallere dayanan iftiralara inanması nasıl mümkün olabilir? Hadi inandı diyelim. Bunları yazanların yalancı olduğunu belgeleriyle kanıtlayan eserlere neden iltifat etmez? Bir göz atmayı bile çok görür? Hüsn-ü zan edilmeye ömrünü savaş meydanlarında geçirmiş kahramanlar mı, ne idüğü belirsiz yobaz kopuklar mı daha çok layıktır?

Goebbels der ki “Eğer yalanı yeteri kadar büyük tutar ve sürekli tekrarlarsan, insanlar inanır sonunda”