bugün

sözlük yazarlarının itirafları

hayatımda bazı şeyler rast gitmedi evet.
kıyametler koparcasına bir hayat mı yaşadım?
bilemiyorum. ama bazı fırtınalar bir kıyametten alıntı gibiydi. kendi kıyametim demeli miyim? diyelim hadi.

ben ana rahmine düştüğümde o doğalı bir ay falan olmuştu. ardından ben de doğdum tabi, ne var ne yok bakayım diye. 4 yaşına geldiğimde gazetelerdeki yazıları taklit ederek yazmayı öğreniyordum ki, onun varlığından haberim yoktu. aradan biraz zaman geçti, ana okuluna yazdıldım. hayatımın aşkıyla tanışmaya 13 yıl kala, her erkek gibi ana okulu öğretmenime aşık oldum. tabi o zamanların bıçkın delikanlısı, yakışıklı ve bakımlı erkeği olduğumdan en güzel oyuncaklarla ben oynuyordum. ya da oyuncaklar çirkindi de benim ilgimi çektiğinden oynuyordum. bunların önemi yok ki. önemli olan o oyuncaklarla benim oynamam ve kimsenin elimden almaya kalkışmamasıydı.
ailem "dur bu çocuk bi' okumayı öğrensin" dediğinde ana okulumun bağlı olduğu ilk okula yazdırdılar, bütün ana okulu arkadaşlarım da o sınıfa yazılmış. tabi okul başlamadan deprem olduğundan çadırda falan okumuştuk. bilen bilir, silgin düşerse bir daha o silgi sana geri dönmez. çamurun üstündeki tahtalardan çok korkuyordum.
onla tanışmama 12 yıl kala hiç tanımadığım bir okula verdiler beni. her erkek gibi sıra arkadaşıma aşık oldum. okumayı öğrendim bu sefer yazmayı biliyordum zaten. birkaç şeyler daha öğrettiler derken 3. sınıfta altıma işediğim için özgüven eksikliğimi hayatımın geri kalan 15 yılında da hissettim. bakın, bu bir krizdir. ama şimdi psikososyal kurama girip kafa şişirmeyeceğim.
tarihler onla tanışmama 9 yıl kaldığını gösteriyorken yine hiç tanımadığım, daha doğrusu çok iyi tanıyıp yabancılaştığım bir yere sürüklendim. burada da biraz defter yazıp kitap okuduktan sonra lise adlı hayvansı mahzene attılar beni. orada saçma salak ve eksik bir eğitim gördüm.
lise bitti, biraz zaman geçti ve şükür ki onla tanıştım. belki maya takvimi o gün bitmiyor, belki diyanet takviminde çocuklara koyulacak isimlerde bizim isimlerimiz yazmıyor belki dünya 1 saniye ileri alınmadı belki de iphone'un yeni seri lansmanı yapılmadı ama bizimki de en az o kadar güzeldi.
hikayenin özeli, güzeli, biraz tutkulu biraz vurdulu kırdılı kısmı da burada başlamıyor mu zaten?
gözlerine yandığım, gamzesine öldüğüme bak sen. özgüveni ile dağları deviren, sevimliliği ile kalpleri fetheden, ele geçirmez olur muydu beni? öyle bir ele geçiriyordu ki güzelliği ile. o dans eden saçları, süt kadar berrak bedeni. başım döndü demiş miydim? tasvir ederken bile insanın gözünde canlanıp sanki yine kalbi sökecek gibi.
sevdirdim kendimi. o da ne şans ki ana okulu öğretmeniydi ama eski. sevdirdim kendimi demiştim. sevdi. seviyor oluşumu, akıllı olduğumu, ona göre yakışıklı olduğumu sevdiğini söylemişti bir keresinde çimenlerin üzerinde ara ara etrafı kollayıp öpüştüğümüz günlerde.
bence sadece seviyor oluşumu sevmişti. çünkü ben de onu seviyorken aynı zamanda onu seviyor olmamı seviyordum. tabi bu kulağa ne kadar hoş gelse de; iki kişilik sahiplenip, iki kişilik kıskanıp, iki kişilik bağırıyordum ona. insanlara bağırmak kolay da, ağlarken sesinin çıkmaması ne kadar zor değil mi? Öyle gerçekten.
Bazen susman gereken yerde susmazsan, geri kalan ömründe konuşamazsın. hem de susman gereken bir kişiyken, tüm dünyaya susmak zorunda kalırsın. kulaklarını tıkasan da, kulağının dibinde bağırsalar da susturamazsın ve sesini çıkaramazsın hayata karşı. bir kere sevdiğini söylesen, her şey düzelecek sanırsın, senin sevginden tiksinen bir zamanların aşığı o insan bunu duymak istemese de.
yaptığım yanlışlarda boğulurken, hayatı zehir ettiğim insanların gülüşmesi benim kalbime, beynime, gözlerime saplanan bir mızrak gibiydi. o çok özlediğim hayatı düşlerimde yaşıyorken, her sabah uyandığımda karşılaştığım gerçekler, kafamı lavabo mermerine vura vura geçmeyeceğini fark edeli çok değil, 15 saat oldu.
insanları düşlerine hapseden bir hastalık olmalıydı aslında. ya da adı en azından şizofreni olmamalıydı.
insanların geçmişini silecek bir hastalık olmalıydı ya da. ama onun da adı alzheimer olmamalıydı.
insanın geçmişinde onun kadar yüce olmamalı mesela. ya da olacaksa da gitmemeli.
insanın uğrunda öleceği bir insan olmalı ki hayatta, uğruna yaşadığı da bilinmeli.
insanın hayatında onun gibi biri olmalı dünyada, toparlarken seni, sana bile katlanabilmeli.
Özlememeli insan, üzülür. Seven her zaman ölür.

benden nefret etme. kaybeden insanın hırsı büyük olur ve sonunda hırsında boğulur. beni sevdiğin gibi başkasını sevme. bir başkasını sevme hatta. mutlu ol, gülümse ama sevme. sana beni sevmek yakışır, bir başkasını değil. sana benle aşık atmak, benle öpüşmek, benle sevişmek yakışır. sana ben yakışırım. başkaları değil. o güzel ellerinin, kocaman kocaman gözlerinin, o gülünce beni saran gamzelerin bana yakışır. teninin ve ruhunun yakıştığı kadar.
ben sadece senin kalacağım. sen beni öldürüyorken bile seveceğim. her daim, dönmeni, sevmeni ya da acıyarak baktığın gözlerini bekleyeceğim. ha aklım sensizliğe vurmuşken, ha mezarda dayama tahtasına kafamı vurmuşken. ben yine seni bir şekilde göreceğim.

bir sabah uyandığında telefonun çalacak. ailemse aç, sana o mutlu olacağın haberi verecekler.
eğer arayan bensem bil ki sonraki sabah yine deneyeceğim.
ben bir gün öldüğümde mutlu ol. ama senin için öleceğimi de unutma.