bugün

brave new world

kitaptan önce önsözünden bahsetmek isterim ki aslında sonsöz olabilecek bir spoliler kazanını okumayı kitabın sonuna bırakmam pek bir hayırlı olmuş dersem meramımı anlatmış olabilirim herhalde. kitabın sonundan bahseden ve bunu açıkça dillendiren -vahşi'nin intiharı- başka bir önsöz var mıdır pek zannetmiyorum. ancak bir de şu var tabi. büyük bir kısımı kitabı okuduktan sonra ancak anlaşılabilecek bir yazı bu, yoksa kitap okunmadan pek fazla bir şey ifade etmeyecek bir takım huxley özeleştirisi ve önerileri tadında, kitabın bitimi akabinde tekar okunması elzem bir metin olarak da kalabilir.

illa ki her yerde bir 1984 kıyası var madem kendi adıma özelde atmosfer yaratma becerisi olarak 1984'ün yanına bile yaklaşamayacak, genelde distopya olarak da en karasından olan 1984'ün yanında fazlasıyla gri kalacak bir huxley ikilemleri hikayesi diyebilirim herhalde. burdan kitaba burun kıvırdığımız * gibi bir anlam çıkmasın, lakin 1984 eğer bir kıyas kriteri olarak kabul edilecekse o kadar çok kitap yerlerde sürünür ki bu tam manası ile kubrick'i orijin alıp filmleri o terazi ile tartıp değerlendirmek manasına denk düşer herhalde benim adıma. biraz yüksek bir kota oluyor haliyle 1984 ve her ne kadar iskeleti bu kitaptan miras ise de servete servet katıyor ve cesur yeni dünya'nın çok ötesinde ve çok daha yükseğe konuşlanıyor.

edebi bir doyuruculuk zaten vaadetmese de çizdiği gelecek panoraması hem çok ilginç hem de bugün bile günümüze denk düşebilecek kadar elle tutuabilir bir his veriyor. metaforları hem isimler, hem nesneler, araçlar (mesela malthus kemeri harikaydı), hem projeler anlamında çok aleni fakat yine de çok incelikli kullanmış huxley. o kara bulutların arasında gülümsetmeyi başarabilecek kadar güzel nüanslar yaratıyor tüm göndermeler.

yukarıda değinilmiş zaten huxley'in ikilemine fazla da söz kalmamış eklenecek. ayrıbölge'nin bende daha kara bir atmosfer çizdiğini ve kanımca uygarlıktan daha kötü ve ürkütücü betimlendiğini söylersek huxley'in zaten kendisinin de kabul ettiği ikilemini gayet net olarak görebiliriz. vahşi'nin uygarlığın zıttı olarak duran ayrıbölge'yi seçmeyişi de zaten ikisinin birbirinin yerine ikame edilebilecek ölçüde disütopik olduklarını gösteriyor. ayrıca yine yazarın belirttiği gibi ayrıbölge'nin insanlarının ırkçı tavrı ve ilkelliğin masumiyetinden ve el değmemişliğinden uzak duruşları tercih edilebilirlikten uzak kılıyor o tarafı da. yazmak niyetinde olduklarımı kitabın ek kısmı yeterince doyurucu bir şekilde aktarmış zaten. huxley'in karasız tavrı, okurken sizi soktuğu ikilem ve bu yeni dünya düzenini yer yer olumlayan hali ile yazara karşı alınan mesaf aynı zamanda bernard gibi bir kahramanın özdeşleşme vaadi ile başlayıp kendinden nefret ettiren hali ve vahşi'nin soğuk ve mesafeli tavrı ile birleşip kitapla aranıza girmeye çalışsa da yaratıcı temeli ve zekice kurgulanmış dünya tasarımı ile keyif veriyor.

herhalde en etkileyicisi de insanların okumalarını yasaklamak yerine onları okumak istemeyecek şekilde kurgulamak, düşünmelerini düşünce polisi veya tele ekranlar ile zapturapt altına almak yerine kendiliğinden buna ihtiyaç duyamayacak şekilde proglamlamak ve benzer şekilde kendini gösteren ve asla bir bireysel aydınlanma yaratamayacağınız, şartlandırılmışlıklar hamuru ile yoğrulmuş insanları görüp en ufak bir ümit ışığı görememeniz. zannedersem bu katıksız ümitsizlik de tek başına bile kitabı distopya saflarına katmaya yetiyor. her ne kadar hiç bir ölümün yaşanmadığı, sistemin tehlikesi söz konusu olduğunda bile insanların sadece sürüldüğü ve canlarına kastedilmesinin ihtimaller içerisinde bile zikredilmediği, hele ki 101 numaralı oda gibi işkence, zulüm, yaratılan delicesine korku ve benzeri durumların hiç yaşanmadığı bu dünyada bu tavır fazlasıyla yumuşak kalpli, anlayışlı ve hümanistçe gelse de çarklar öyle bir dönüyor ki insanları öldürmeye bile gerek bırakmayavak kesinlikte bir sistem işliyor ve brave new world tüm esprisini işte burdan alıyor. sistem asla tehdit altında değil, ümit asla yok. bu sebeple şiddete de lüzum yok. sadece propoganda veya kaba kuvvet ile değil de aynı zamanda fiziksel doğasına da müdahale edilen insanın daimi bir karanlığa mahkum olduğunu görmek zamanında golstein ile bir nebze de olsa heyecanlanan bize bu taraftan bakınca hakikaten kara bir manzara çiziyor.

tanrı dahil adına içgüdü dediğimiz tüm davranışlarımız, reflekslerimiz, tepkilerimiz ve belki de adına insan fıtratı dediğimiz şey şartlandırılmışlıklarımızdır ve de asla farkında olmayacağızdır kimbilir.