bugün

sözlük yazarlarının itirafları

soğuk mu oldu oda? hayır. soğuk mu oldu o da? evet. sahi o nasıl? bilmem. peki ya o? onu da bilmem. sen ne bilirsin? deli gönül sevdasını ben bilirim, ben bilirim. oda soğudu gerçekten. üzerime pike alayım. hayır almayayım, bu odada pike çekmek yasaktır. sigarayla atış yapmak da yasaktır. sigara bitti. canım sigara istedi. bir tane saklasaydım kenara. önce kenarda ısındırıp daha sonra yaksaydım. beni yak, kendini yak. her şeyi yakma. neron musun sen? benden sadece nero olur. dvd yakabilirim o zaman. dvd. cd. eskiden cd'ler vardı. hala var. kahretsin sigara! uyu yavuz uyu, büyü yavuz büyü. iyilik yap, deniz akkayaya at. denizatlarının erkek olanları da hamile kalıyormuş. erkek hamile ne aşerir? galatasaray-fenerbahçe maçı izlemek istiyorum! mu der. 429 bölü 3. bölünür mü, bölünür. 429'un bölünmez bütünlüğü yok. büt'ler ne zaman? gerard butler. 300 spartalı. 300 spartalı artı 50 ilk öpücük. ilk öpücük. çok hoşuma gitmişti. son öpücük? ne zaman olduğunu bilemeyiz. o zaman hep öpmek lazım. sevişmek lazım. sevişmek iyidir. kiss kiss. bang bang! i hit the ground bang bang! bangladeş. ülke miydi, başkent mi? kollarımızı uzatsak sarılabilirdik belki, hep öyle hissettim ben. o gün gitmesen yaşayabilirdim. çalışmaya daha erken başlasaydım, insani şartlarda daha düzgün yaşayabilirdim. istesem sigarayı da bırakabilirdim ve otuz yıl sonraki halimi hayal ederken akciğer kanserinden ölmek üzere olan bir adam yerine torununu seven tonton bir dede olabilirdim. seninle tanışmamız, insanlığımı kaybetmemden üç yıl önce gerçekleşti. gece yatmadan önce müzik dinlersem ben, "hayatımın şarkısı bu!" dediğim şarkıyı uyumadan hemen önce dinlerim. başka geceler o şarkıyı dinlersem tekrar aynı hazzı vermez bana. ağlatır belki, hüzünlendirir. ama yine aynı şeyleri hatırlatmaz, bu yüzden bir değeri olmaz artık. bu yüzdendir yatmadan önce müzik dinlemeyi sevmem ben, üzüm yemek tercihimdir. seni sadece gece görüyorum artık. geceleri konuşabiliyoruz sadece. gündüzleri hayal kurmuyorum çünkü, rüya da görmüyorum. geceleri konuşmamız daha iyi oluyor aslında, gündüz olsa; hem her an gidebiliriz, hem de birbirimizin vücudundaki kirleri ve bıçak izlerini görür, pişman oluruz. o kadar pişman oluruz ki, yaralarımız kanamaya başlar. kolonya döküp üfleriz o yaralara. acın çabuk dinsin diye öyle üflerim ki, saçların dalgalanır. kokusu yüzüme vurur. kanamaya başlar yüzüm. gül yüzüm, seni ne çok özledim. gül yüzlüm, ağla iki yüzlüm. gidersek ölürüz, gitmezsek ölürüz. sabah oluyor, artık gitmelisin. birazdan güneş doğar, yeni bir gün başlar. ama kimse önemsemez ki; güneş doğarken başka bir yerde batar. aynı anda iki kişi mutlu olamaz bu dünyada. benim için yaptığın kağıttan geminin içine koydum umutları. batacağını bile bile yol kenarındaki su birikintisine bıraktım o gemileri. bana nasıl kağıttan gemi yapacağımı öğretmedi. "sen iste, ben yaparım" dedi. beni ne kadar sevdiğini hiç sormadım ona. gerek duymadım. yalan söylüyorum, vereceği cevaptan korkuyordum. hiç fotoğrafımız olmadı, ama bir şarkımız oldu. geceleri sokakların sessizliği oldu şarkımız. sözlerini bir türlü ezberleyemediğim ama her gece dinlediğim, en sevdiğim parça oldu. hiç dokunmadım ona, hiç öpmedim. en sevdiğim şarkımdı o benim. kar yağmayan memleketine giderim belki bir gün, yanımda biraz kar. güneşin altında kardan adam yaparız. korkmayız hem, eriyecek diye. ilk defa o gün dokunurum ona, ilk defa o gün öperim. üşümesin diye. aslında yanına gelmeye üç-beş adım var. işte o üç-beş adım, sıra tabanlı strateji oyunlarındaki kadar uzun bir mesafe. iki adım, turn. sonra iki adım daha. bakarsın mevsim geçmiş. ne kadar çabuk geldi kış. "kış neden var; neden sonsuz olmuyor bahar?" boğazımıza kadar giyiniriz şimdi, lahana gibi oluruz. battaniyenin altında sevgilileriyle film izleyen insanları izleriz. kafede şal isteyen post-modern aşıklar görürüz. ve biz, sevgilisi post-apokaliptik dönemde gelecek olanlar, radyasyon oranı düşük sıcak çikolatalarımızı yudumlarken mantar bulutları önünde fotoğraf çektireceğiz. "savaş hatırası!" hatta ben o fotoğrafı feyse koyup altına "şirinemm:)" yazacağım. insanlar da beğenecek. karnından çıkan elleriyle beğenecek. yanağından çıkan üçüncü gözüyle okuyarak beğenecek. ensesinden çıkan ağzıyla gülerek beğenecek. war... war never changes... bugün birine "seninle sevişmek istiyorum." bakışı attım. anlamış mıdır? anlasaydı "benle mi?" bakışı atardı. ben de "evet evet senle" bakışı atardım. o da bana "bilmem ki şimdi yani..." bakışı atardı. ben de ona "bir şeyler içeriz önce, belki sonra biraz müzik dinleriz." bakışı atardım. "ne çok şey yaşamışsın, ne kadar yorgunsun... ama gözlerin sakinliğinden bir şey kaybetmemiş. seni bu hale getiren ne varsa, birlikte sövelim. o kadar çok sövelim ki... söverek sevişelim. o kadar terleyelim ki; terimizde katarsisimizi tamamlayalım" diye eklerdim. o ne bakışı atardı? "gülüşler bakış olmuş." o kalsaydı benimle... yokluğuyla yok olmazdı bu şehir. "kaçmakla mutluluklar bulunmuyor, bunu bil!" tuvalete gitmem gerek, sıra bana gelmiş midir? turn. u-turn. jennifer lopez. latin. latin alfabesi deyince aklıma hep rugan ayakkabı gelir. siyah takım elbise. resmiyet. memur şehri. gri. ankara. ankara’nın en güzel tarafı dönüşümü. bu gece uyuyacağım, uyandığımda kendimi ankara’ya dönüşmüş olarak bulacağım. ve ben, senin uyuyamamakla cezalandırdığın sefil adam. kendi uykusuzluğumda kayboldum. o kadar kayboldum ki, kara kutumu bile bulamadılar. "kule hatası" deyip geçtiler. başımdaki ağrının sebebi sigara olmakla birlikte "ben sigara dumanının altında yana yana en sonunda kül oldum"la alakası yok. sabahın beşinde beynimdeki virüslerin seni hatırlatmasının sebebi sabahın beşiğinde oluşumdur, belki de bu cümlenin ilk iki kelimesidir. avucumdaki çizgileri dudaklarından öpüyorum. o çok sevdiğim şarkılar nerede? ahmetgillere gitti. ben ki; sözlerini bilmediğim o şarkımızı söylemeye çalışmaktan başka mutluluğa koşmayı denememişim. annemin hemen görmesi gereken bir şey olduğunda acı bir sesle "anne koş" diye bağırmaktan başka yalan söylememişim. bilgisayarımı ayağımla açmaktan başka hiçbir kötü hareketim olmamış. dönerle ayranı aynı anda bitirmekten başka zamanlama başarım yok ve hiçbir sevgilimi öz gaziantepten başka bir yere götürebilecek param olmadığından "ben kalabalık yerleri çok severim" diye bahane uydururken en ufak bir kötülük düşünmemişim. yine de hepsi gülüyordu, yine de hepsi seviyordu. hediye olarak, hepsinin ellerinde saçma sapan kalp şeklinde altın kolyeler yerine hatıra olsun diye sakladığımız otobüs biletleri vardı. öyle de mutluyduk biz. otobüs. aşti. anneme "yorganımı çıkar, sıcak bir uyku çekeceğim" derken uykudan uyanmıştım. aşti'de kalıyordum o zaman, evlerden ırak. evimin yandığını karşı kaldırımdan izlerken telefonla arayıp, "ben geleceğim, bekle beni, biraz daha ağla, azıcık daha sabretmelisin" diyen huzur halen gelmek bilmedi. param olmadığı için isyan etmedim hiç, aynı zamanda hiç isyan etmediğim için hiç param olmadı. emek verilmeden kazanılan paradan hayır gelmez, demişti annem. aslında annem mi demişti yoksa başkası mı hatırlamıyorum ama kim demişse desin annem demiş gibi davranayım da havam olsun diye düşündüm. modern ordularımla yoldayım ve iki yüzlülerle, gitmezsem ölürüm deyip giden sevgililerle çok kritik savaşlarımı sürdürüyorum. sosyalizm akımına kapılmış bir liseli heyecanlıyla ciao bella okuyamam belki ama kapitalist işadamlarıyla bir puro içebilirim. kahveler starbucks'tan. "çok içme" diyen sevgilimi hatırladım şimdi de. gitmezse ölecek olan o olsaydı eğer, biraz beyaz peynir ve 35'lik rakımız da olsaydı ufak çaplı bir sosyalist akım başlatabilirdik belki de. aslında halen çok içiyorum, şimdi karşılaşsak yine çok içme diyebilir ve beyaz peynir ve rakıyı da tamamlayarak ufak bir sosyalist akım başlatmayı deneyebiliriz. "aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz. ama bence denemeyiniz. hem böylesi sizin için daha doğru olur, hem de insanları sabahın beşinde rahatsız etmemiş olursunuz. ayrıca bu sizi biraz da olsa gururlu yapar." babam geldi aklıma, fotoğraflardaki adam. insanlar için baba; evdeki adam, içerideki koltukta oturan adam, kötü adam, hayatımın erkeği, aşık olduğum adam ve nefret ettiğim adamken benim için fotoğraflardaki adam. orwell'in bile umudunu kestiği sosyalizmdi benim babam. isa'nın bile artık inanmadığı hıristiyanlığın ta kendisiydi. diyarbakır cezaevinin arada sırada sessizliğe boğulan çığlıklarında bu dünyada adaletin olmadığını hissetmiş miydi? kuran okumuş muydu hiç? cezaevinde işkenceyle öldürülen arkadaşlarını gördükçe dünyaya hiç gelmemiş olma keşkesini aklından geçirmiş miydi? cezaevindeki birine soru sormak; eski ptt mektup kutularına pulsuz mektup bırakmak gibi. mektup kutusunda yer kaplamaktan başka hiçbir işe yaramıyor. uyan baba, kendi sakinliğinde yok ol sonra. buharlaş ve tekrar dünyaya gel. bir tanecik oğlum derdi bana babam. aslında ben iki taneydim. ahmet bey ve oğulları. seferoğulları, tellioğulları. her şeyi yapabiliyorum ama gözlerimden ateş çıkaramıyorum. su çıkarabiliyorum ama. bir çocuğun kendini pikachu sanıp balkondan atlamasıyla pokemon izlemek yasaklanmıştı bizlere. iyi de pikahcu uçmuyordu ki. uçan adam sabri. kuş sabri. gece gece kuş mu öter? neyse, konumuz bu değil. "dışarıda ayaz var ayaz" der annem hep. e, ankara bu. ayazı çıktığı kadar bağırır adamın yüzüne. adama dans ettirir sabahın ayazıyla. sabahları otobüs beklerken yakılan sigaranın etrafında ısınmaya çalışan insanlar vardır mutlaka. küçükken televizyonda pokemon'dan daha fazla gördüğüm şey, dağlara ateş eden askerlerdi. ben de oyuncak askerlerimle orta sehpadan dedemin oturduğu koltuğa ateş ederdim. bugün? kafam o kadar karışık ki. ilişkisi varken karşısına yakışıklı bir adam çıkan kadının karışık olduğu gibi değil, gerçekten karışık. sanki kafamı yerinden çıkarıp tencereye koymuşlar da mikseri kafama daldırmışlar. sağlığıma zarar veriyor diye sigara içmekten otuz beş kere vazgeçtim. sağlığıma çok dikkat ediyormuşum gibi, kendime saygım varmış gibi, senin bana gönlün varmış gibi. devrin aşklarından anlamıyorum sanırım. oysa ben hep bol pantolonumla, her sabah okuluna giden çapraz apartmandaki kızı gizli gizli seyretmek istemiştim. jöle sürdüğüm saçlarımla onunla konuşup sevgili olmayı hayal etmiştim. sonra bir gün dayanamayıp onu sevdiğimi söylemek istedim; "özür dilerim, beni yanlış anlamanı istemiyorum. ama lütfen söyleyeceklerimi dikkatli dinle. artık dayanamıyorum, bunları sana söylemem lazım. üç buçuk senedir içimde saklıyorum, ben seni çok seviyorum. benim hiç sevgilim olmadı, ama üç buçuk senede senin üç buçuğun on katı sevgilin olduğunu biliyorum. bu işler nasıl yürür bilmem, belki bu şekilde değildir, o yüzden bir hatam olduysa affet, ama benim sevgilim olmanı istiyorum" deyip olumlu bir cevap beklemiştim. belki talih yüzüme güler de bana bir adım atar demiştim. "ben istanbulluyum yavuz, sen ankaralısın. ankara simidini çok seviyorum, ama deniz yok burada. martılara atmadan simidin tadını alamazsın... gel beraber martılara simit atalım" diye cevap verir diye beklemiştim. ama bana "yarın istanbul'a taşınıyoruz biz yavuz, üzgünüm" demişti. yaklaşık beş yıl sonra ise "olm kız sana zaten meyilliydi, kızın fotoğraflarını beğen" demişlerdi. ama artık sevmiyordum ki, ne gerek vardı birkaç saniyelik keyif için yalan söylemeye? ne gerek vardı iyi davranarak elde edilmiş on beşer dakikalık terlemelere? ertesi sabah ne derim saçları yastığa dökülmüşe? peki ya iki gün önce gelen, birlikte yaşlanacağımız, belki de mezarımın başında ağlayacak kadına ne derim? iyi yolculuklar dilerim, unutma beni istanbullara gidince. utan yavuz. o kadar utan ki, cehenneme git. dünyanın çekirdeğine gir, öteki taraftan tekrar yeryüzüne çık. hatta durma, uzaya doğru git. başka galaksiye fırla. uzayda ses yokmuş, tam bana göre bir yer. herkes kahkaha atarken gık çıkaramayan bir ergendim ben. sonsuz sessizlik bana ana kucağı gibi gelir. ölme fonksiyonumu kaybettim. ama buna şaşırmadım ve üzülmedim. gecenin şu saatinde hiçbir şey rüyamda dahi benimle konuşmaman, yüzüme bakmaman kadar öldüremez beni. ben denizden korkarım. belki denize girmek beni öldürebilir ama ölmek için dahi olsa giremeyecek kadar korktuğumdan sorun yok. ekmeğin fiyatı kadar çok aklında kalmak istiyorum. diğerlerininse, sadece zam geldiği zaman sorulacak kadar az akıllarına gelmek istiyorum. sıradaki şarkı olup emekçi işçinin alın terine, kraldan çok kralcılara, bir kelama hasret bıraktırana, tepkisini sadece cama vurarak gösterebilen bir adamın yarası için emek vermekten çekinmeyen doktora, kılıca kalemle saldırana, deneyip de başarılı olanlara, denemeyip de başarılı olanlara, bir sana bir sabah uykusuna, bitmek tükenmek bilmeyen yağmura, yağmak bilmeyen kara, bir uçtan bir uca, biskremin yanında ayran içip ıyy ne kadar iğrençsin diyen arkadaşa biskrem ve ayran ikram edip tadına bi bak öyle konuş diyen ilkokul çocuğuna, telli duvaklı gelinlere, almanyadaki dayıma, klavyemde üzerine kola döküldüğü için sürekli bbbbbbbbbasılı kalan "b" tuşuna, recep tayyip erdoğan'ın zorla evde tuttuğu yüzde elliye, maaşını erken alamayan emekliye, tezkeresine 200 günden fazla olan askere, sabahın dördünde çocuklarına gelecek sağlayabilmek için yola koyulan dolmuş şoförüne, akşamdan sabaha kadar her türlü tehlikeyi göze alarak çalışan taksiciye armağan olmak istiyorum. "nokia 7610'la hayalet sevgilim dinleyen insan"ların olduğu yıllardı. etrafında en az iki üç kişi olurdu. malum parça açılırdı; herkes üzgündü. hikaye anlatılır, sanki yas tutuluyormuşçasına dinlenirdi. hemen ardından başka bir hikaye daha anlatılırdı; - bi adamla bi kız motosiklette gidiyormuş... + eee? - adamda kask varmış, kızda yokmuş. + eee sonra? - adam demiş ki; benim kaskımı al. + parası yokmuymuş bi tane daha kask alsaymış, motor alacağına kask alsın önce ehuhehuhe (her fırsatta kızları güldürmeye çalışan sivilceli öğrenci) - kız da anlamamış ama adam ısrar edince takmış kaskı. + eee sonra? - biraz sonra kaza yapmışlar, kız kurtulmuş ama sevgilisi ölmüş... + oha intihar etmiş! (ilk aklına geleni söyleyen zeki ama çalışmayan öğrenci ki; 3 ay sonra bütün ''a'' şıklarına atlayacak) - daha sonra anlaşılmış ki; motorun freni patlamış. + vay bee, aşka bak, kötü olmuş ya...