bugün

13 mayıs 2014 soma maden ocağı kazası

bütün gün, iş güç, derman lazım diye kendimi tutmak zorunda olmam sebebiyle bu saate kadar pek gündem takip etmedim. hoş, nice olaydan beridir sosyal medya dışında kaynaklara pek güvenim kalmadı, nihayet bugün kırkağaç semalarında olan bir öğrencim, "hocam, durumlar bildiğiniz gibi değil, burası televizyondan izlendiği gibi hiç değili, burası cehennem, hepimiz yanıyoruz." dedi, biraz da gerçekçisinden "rakam"lar verdi.

yazacak çok şey olduğundan sustum bütün gün, üzeri kapansın diye söylenen bir sürü yalana mı halleneyim, birden 19 yaşına çıkıp sonra yok olan kemal için mi dertleneyim, oksijen maskesiyle yaralı gösterilmeye çalışılan ölüler için gidip birilerini mi öldüreyim, hala istifa etmek yerine "ama biz hiçbir şey yapmadık kiii." diyen siyasetçilere mi darlanayım, sedye kirlenmesin diyen işçiye mi, bir oğlum bir damadım var ikisi de öldü herhalde diyen amcaya mı, onun karısı hamile diye feryat figan ağlayan işçiye mi, hangisine...

bütün bunlar bende afedersiniz ama anıra anıra ağlama isteği uyandırıyor, karnım tok, sırtım pek, anam babam kardeşim hayatta, sağlığım yerinde. her şey yolunda bizim buralarda. ama ben anıra anıra ağlıyorum. lanet olası olayın faillerini biliyorum çünkü, üstelik sonuçlarını da. kaç tane insan evlatsız, babasız, eşsiz, ailesiz, dermansız... ne uğruna?

ben ağlıyorken işte baya burda böyle, adamlar hali hazırda yandı gülüm keten helvacılıktan ölecek hallerdeler, gözleri bile dolmuyor, kılları bile kımıldamıyor. kalkıp gerizekalıyla alay eder gibi açıklamalar yapıyorlar bir de. doğru, mart ayıydı, bir ara memleketin büyük bir çoğunluğunun zekasından şüphe etmiştik gerçi, sonra geçti. olabilecekler aklımıza bile gelmediği gibi, olunca da "olağan şeyler"e bağlamak mümkün çünkü.

bugün memleketin insanının kendisini ne kadar değerli hissettiğini gördük, para kazanmanın, acıdan kanıra kanıra ağlamanın, ona rağmen sineye çekip çekip "olur yea"cılığın manasını gördük.

acıdan içi çekilmiş insana tekme atan 5 vakit namazlıları da gördük.

yüzsüzlüğün de, koskoca adama, başbakan vasfı taşıyan bir zata zerre kadar yakışmadığını -bir kere daha ve canlı yayında- gördük.

farkındalığım yıllardır böyle olduğundan söylüyorum.

acı içerisindeyim ben.

ömrümde ne madenci gördüm, ne akrabam madenciydi, ne madene yakın bir yerde yaşadım, bir ara bomba diye bir kitap okudum, kapitalist düzen vıttırı zıttırılarıyla ilgili bildiğim en siyasi şeyleri de orada gördüm.

bugün siyasi, felsefi, maddi her şey yalan.
bir tek üç kuruş para için, senin aklına bile getiremediğin o şeyi, yerin bilmem kaç metre dibinde çalışmayı göze alan adam gerçek, bir de onun artık buralarda olmadığı.

kısa süre sonra yaygara nihayete erince, o adamların yerine konacak olan işçiler de gerçek. onlar da ölecekler. ulusal yaslar, yarıda duran bayraklar durmayacak.

hiçbir açıklama, acı çeken hiç kimsenin kalbine dokunmadı.
çok üzgünüm.
bugün yaşanan, unutulmaması gereken her şey için çok üzgünüm.

bu yüzden de, seçim sonrası nasıl kıvrandıysam, peşinen olacaklar için çok üzüldüysem, şimdi de üzülüyorum.

ve galiba benim bu hiçbir halta yaramayan ruhum, kimsenin derdine derman olamayan yüreğim, buna sebep olan, bu acıyı yaratan, kim varsa, herkesin ama herkesin boğularak can verdiğini görmeden rahat etmeyecek.

yasıma, üzüntüme, isyanıma tomayla su sıkan, biber gazıyla tuz biber olan bütün fonksiyonlarınız ve faaliyetleriniz yerin dibine batıversin. bugün yusuf'un attığı tekme, yarın çoluğunuza çocuğunuza denk gelsin.

tanım: muhtemelen 3-5 ay sonra unutulacak olan ve sahte üç beş raporla tarihin tozlu sayfalarına gömülecek olan, türkiye'de bundan 20 yıl sonra da, 200 yıl sonra da yaşanması muhtemel olan "kaza"dır.

bir adet "ölenlere rahmet, kalanlara sabır" temennisiyle söndürülebilir.