bugün

türkçülüğün esasları

ziya gökalp'in bir kitabıdır.

yazar kitabında anlatır: felsefe terimlerini araştırıp bulmak için üniversitede bir kurul toplanmış o zaman; bu kurula fesahatçilerden biri, dikkat sözcüğünün attention karşılığı olamayacağını ileri sürmüş. "güya dikkat kelimesi dakikince sıfatından iştikak ettiği için incelik manasında imiş" diye alay eden ziya gökalp de kalkmış, dikkat sözcüğünü halkın kullandığını söylemiş. bir fesahatçi de buna karşılık, "halkın kullandığı tabirleri ilim kabul edemez. doğru olan kelimeler, kelimelerin eski şekilleridir," demiş.

türkçeciliğe "uydurmacılık" adını takanların ziya gökalp'e dayanmaya kalkmalarını anlamak, bu kitabından yukarıya aldığım tartışma karşısında, pek de kolay olmasa gerektir. neden derseniz, yabancı sözcükler yerine türkçeleri bulunup kondukça, bunun bilime aykırı olduğunu ileri süren bu kişiler, dayanmak istedikleri ziya gökalp'ten çok, fesahatçilere benzemektedirler, bir bakıma. şu ayrımla ki, fesahatçilerin tutarlılığı bunlarda yok. çünkü, o zaman ziya gökalp'in karşısına dikilen fesahatçiler, kullandığımız sözcüklerin köklerini bilmemiz gerektiğini savunuyorlardı. bu düşünce, hele terim yapma işinde, hiç de yerilemez. terim sözcüğünün kökeni terminus, romalıların sınır tanrısı idi, onun için, sınırları kesin olarak çizilmiş, açık seçik bir anlama, yalnız o anlama gelen sözcükler için kullanılagelmiştir. şimdi nereden geldiğini bilmediğimiz bir sözcüğe nasıl olur da böyle bir görev yükleyebiliriz? okullarımızda arapça, farsça okutulduğu, o dillerden yeni sözcükler türetildiği günlerde, fesahatçilerin davranışı hiç yanlış değildir. onlar, sadece "eski de eski" diye tutturmuyorlar, eski sözcüğün neden yeğleneceğini de anlatıyorlardı.

attention karşılığı dikkati önerirken tam bir uydurmacılık yapan ziya gökalp ise, yazık ki, fesahatçilerleyin tutarlı değildir. çünkü o, sözcüklerin sadece kullanılış anlamları ile yetinmemizi öğütler. bir yandan "siyasi kapitülasyonlar, siyasi istiklal ve hakimiyete münafi olduğu gibi, lisani kapitülasyonlar da, lisani istiklal ve hakimiyete münafidir" diye yazarken , öte yandan arapça dikkat sözcüğüne, taşımadığı bir anlamı yüklemeye, üstelik de bu yoldan terim yapmaya kalkması anlaşılır şey değildir. ama bundan da tuhaf olanı, türkçeciliğe "uydurmacılık" diyenlerin, eski sözcükleri savunurken fesahatçilere değil de, ziya gökalp'e dayanmaya kalkmalarıdır. uydurmacılığa değil, tasfiyeciliğe karşı olan ziya gökalp, arapça köklerden sözcükler uydurma yanlısı idi.

ziya gökalp, türkçede karşılığı bulunmayan kavramlar için, yaşayan eklerden, köklerden yeni sözcükler türetilmesini istemekle kalmaz, bu yapılamazsa, arapçadan, farsçadan -tamlamasız- yeni sözcükler almamızı da öğütler. neden arapçadan, farsçadan da, başka dillerden değil? çünkü, islam uygarlığı içinde o iki dil bize "ölü dil" görevini yapmıştır. bugün avrupalılar terimlerini nasıl yunancadan ve latinceden yapıyorlarsa, osmanlı da arapçayı öyle kullanmıştır. ama bu yöntemi uygularken tutarlı davranmış, tıpkı avrupa liselerinde yunanca, latince okutulması gibi, okullara arapça, farsça derslerini koymuştur. böyle olunca müselles kullanılabilmiştir, çünkü selase biliniyordu. (daha doğrusu sülasisi biliniyordu.)

ziya gökalp, "halk lisanında türkçe müteradifi bulunan arabi ve farisi kelimeleri atmak, tamamiyle müteradif olmayıp, küçük bir nüansa malik olanları lisanımızda muhafaza etmek" der. önce şu "türkçe müteradifi bulunan arabi ve farisi kelimeleri" ele alalım. daha açık bir dille, "türkçesi olduğu halde", "türkçesi dururken" bir de arapçasını kim soktu bizim dilimize? herhalde halkımız böyle istedi diyemeyiz. halk ağu derken, bunu bırakıp da "zehir"e mi geçti? yo... o zamanki ozanlar, yazarlar özendiler arapça, farsça sözcüklere, halk da yavaş yavaş alıştı onları kullanmaya. eskiden olmuş bir işi, artık değişemez diye benimsemek, o durum artık değişmesin diye direnmek, her şeyden önce, yaşama aykırıdır. islam uygarlığına geçtiğimiz sırada aydınlarımız, düşünürlerimiz, yazarlarımız, halka daha eski sözcüklerimizi, daha eski deyimlerimizi, savlarımızı unutturmuşlar; bunların yerine, bozulmuş arapça, farsça sözcüklerden deyimler geçmesine yol açmışlar. islam uygarlığı içinde bir yasa dilinin arapçadan, şiir dilinin farsçadan aşılanması gerektiğini düşünmüşler. bu bir tarihsel olaydır, ama bir tarihsel olaya nesnel olarak bakmak başka, onu bir olup bitti diye alıp değişme, yenileşme yollarını kapamaya kalkmak başkadır.biz arapça ile kurulu uydurma bir dilden, daha çok türkçe ile kurulu uydurma bir dile geçmeye çalışıyoruz. işte asıl anlatamadığımız bu.

türkçeciliğe, "uydurmacılık" diyen ve bu düşüncelerini üniversitenin eşiğine gelmiş olan gençlere, punduna getirip aşılamaya kalkanların, gene ziya gökalp'e dayanarak, bugün konuşma dili ile yazı dili arasındaki ayrımı göstermeleri, yazı dilinin biz uydurmacılara özgü, konuşma dilininse halkın malı olduğunu söylemeleri büsbütün tutarsızlıktır. "bakınız, halkımız, bunların yazdıkları gibi konuşmuyor" demekle kazanacaklarını sanıyorlar. sanki osmanlıca halkın konuştuğu dilden mi çıkmıştı?

gerçi günümüzün bütün dilleri, halkın dilinden doğmuş; başka bir deyişle, aydınlanma çağı yazarları, halkla birleşmek, bilgiyi halka indirmek için, düşündüklerini onun dili ile anlatmışlardır. yunus emre de öyle yapmış. bizim bütün güçlüğümüz, yunus emre ile aramıza giren o bizden önceki uydurma dilden geliyor. ama konuşma dilinin yazı diline yol açması ne denli doğruysa, bunun tersi de o ölçüde doğrudur, yazı dili de zamanla konuşma dilini etkiler.

"halkın konuşup anlaşması"ndan, çağımızın en iyi, en ince düşüncelerini, duygularını "konuşup anlaşma"yı mı anlıyoruz? böyle ise, konuşma dili her zaman, her yerde yetersizdir. bir toplumun düşünürleri, yazarları, o dille anlatamadıklarını, o dilden çıkardıkları ile, o dilden üretip türettikleri ile açıklama yolunu tutmuşlardır. böylece o büyük dilleri de yazarları kurmuşlar, uydurarak kurmuşlar ve okullarında ulusun çocuklarına öğretmişlerdir. yazı dilinin getirdikleri ile zenginleştikçe, yarınki konuşma dili de bugünkünden daha güçlü olacaktır elbet.

bütün tartışma, "uydurma" sözcüğünün yerici anlamda kullanılmasından ve dilimize inanmayanların, artık öğretimi olmayan birtakım sözcükleri türkçe saydırmak istemelerinden doğmaktadır. bunun için de ikide bir ziya gökalp'i çıkarıyorlar karşımıza. dil, ziya gökalp'in buyruğunu dinlemiyorsa, suç bizim mi?