bugün

albeni

ahmet altan ın anlatmaktan çok hoşlandığı yada benim, o nun anlatmaktan çok hoşlandığı diye hatırlamak istediğim bir öykücük var.

takdir edersiniz ki kendisi bu topraklarda, kadından aşk tan filan en çok anlayan ve en çok çapkın ve en çok bir sürü şey olarak nam salmıştır. o yüzden bunu anlatması ayrıca manidardır.

öyküye gelir isek, rivayet o dur ki, bir davette genç ve yakışıklı ve başarısız bir yazar, marcel proust a yaklaşır ve şöyle der;

-üstadım hayranınızım ve bütün bunları nasıl yazabildiğinizi anlamak, bilmek istiyorum..

marcel cevap verir;

-delikanlı ben eğer sizin kadar genç ve yakışıklı olsa idim, tüm bunları yazmaya gerek duymazdım..

ahmet beyin çıkardığı kıssa ise kabaca şu ki, eğer kadınlar konusunda sorun yoksa pek sorun da yoktur bir erkeğin yaşamında.. baksana marcel bütün o dev yazın'ını nasılda gözden çıkarıyor bunun için işte.. diğeri gibi olmayı nasıl da istiyordur. ve bu kulağa ilk gelen hali ile doğru gibidir de.. kabaca yani..

fakat şöyle bir şüphe duymaktayım..

marcel, diğerine; " bak çocuğum, bu mevzuular seni aşar, sen git bir 'hayranlık' üzerine düşün önce, ki içinden çıkamayacağın muhtemel, sonra da güzelliğin ve yine onun sende eksilttikleri, güdük bıraktıkları ile tüm bunları zaten önemsemeyeceklerinden senin için pervane olacakların arasında takıl. olmaz yani, yorma kendini." yi;

ustaca bir zerafet ve iltifata dönüştürerek,

demiş olabilir mi diye düşünüyorum,

dememişte olabilir tabii..

albeni ise çikolata gibi bir şey işte..