bugün

noviembre

"parayı kabul etmek sanatı satmak demektir" temalı harika film. üzerine söylenebilecek bir ton şey var. ama temelde harika hazırlanmış, oyunculukları filmde kullanılan kostümler kadar güzel olan, hayatıma belgesel tiyatro kavramını bir daha çıkmamak üzere sokan bir film bu. ama şu da var:

spoiler

+ öncelikle filmin yaşlı kahramanlarıyla genç kahramanlarının birbirlerine benzerliklerine inanamadım.
(bu madde editi: şimdi gülüyorum bu ilk yazdığıma.ne kadar da safmışım.)

+ her film yönetmeninin izlerini taşır. şöyle yazayım ya da: her ciddi yönetmen kendi ideolojisini ya da dünya görüşünü eserine yansıtır. bu apaçık bir durum. burada da sanatla ilgili tüm bu söylemler yönetmenin dünya görüşünü yansıtıyor bize. para için yapılan sanatın bir hiç olduğunu, sanatın bireyi dolayısıyla da toplumu değiştirebileceğini ve yine dolayısıyla dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirebileceğini, insanın bu sayede başka insanlara bakarken din, etnisite gibi kavramlardan bağımsız hareket edebileceğini yönetmen direk veriyor bize. dallandırıp budaklandırmıyor yani. dümdüz veriyor bu görüşü bize. bunu yaparken kendisiyle de çelişiyor tabii biraz. ama olsun, her insan çelişki yaşar. hiç önemli değil...

+ öncelikle filmde (aslında film değil, bildiğin belgesel) seyirciyi ti'ye alan bir sürü oyun var. bunu fark etmemiz çok zor, çünkü görünürdeki hikayeye çok fena kaptırıyoruz kendimizi. söz gelimi alfredo ve arkadaşlarının yaptıklarını hayranlıkla izliyoruz, alfredo'nun kardeşine üzülüyoruz, ailesine ve yaşantısına bakıp alfredo'nun gizemli taraflarını çözümlemeye çalışıyoruz, yaşadıkları aşka aşık oluyoruz falan filan... ama tüm bunlar olurken filmin kurgu tarafını gözden kaçırıyoruz. filmin içinde buna dair ip uçları var. mesela yaşlı kahramanlara bakacak olursak belgeselin yapım yılı 2030. zira adamlar çok yaşlı ve geçmiş diyerek sözünü ettikleri yıllar 1998-2001 arası. birincisi bu. sonra baş kahraman alfredo filmde (aslında belgesel:) başkalarını da tongaya düşürüyor. filmin başlarında ailesinin kazada öldüğünü söyleyerek hocayı, sanat eserlerini gezerken de sevgilisini tongaya düşürüyor. bunları önemsemiyoruz çünkü bunun filmin bir parçası olduğunu düşünüyoruz. ayrıca hocasının, kaza olayının gerçek olmadığını nasıl öğrendiğini de bir türlü anlayamıyoruz. hoca fırça atıyor, eleman ortamı terk ediyor.
+ filmin bir yerinde de yine eduardo'ya verip veriştirirken "mesih oyununa daima çıplak çıkardık. ta ki, eduardo denen o üçkâğıtçı gelene kadar. o hıyarın yüzünden sutyen ve peştamal bile giymiştik. inanabiliyor musunuz! hem de 1999'da!" diyor. sanki 1920'li yıllardan söz ediyor. o tarihte çıplaklık sorun oluşturmuyor ama peştemal giymek toplumda infiale sebep oluyormuş gibi...

+ yaşlı olan kahramanların anlatımına bakacak olursak "benliklerini kaybetmelerine" sebep olan eduardo denilen şahıs tam bir şeytan. yaşlı kahramanlardan birisi "eduardo echevarria ile kontrat imzalamak ölüm fermanımızı imzalamak oldu" diyor. oysa ki (en azından benim gözümden) eduardo o kadar da kötü birisi değil. yönetmen burada da bir oyun oynamış galiba bize.

+ bokunu çıkarmadan öze geleyim: bu namussuz, seyirciyi de -yani bizi de- dahil ediyor oyuna (hani hep izleyiciyi de oyuna dahil etme vurgusu var ya. hah o vurgu bu vurgu işte). bu filmi izlerken, sokaklarda o belgesel tiyatroyu bön bön izleyen kalabalık var ya. hah, işte o kalabalık biziz aslında. yönetmen anladığım kadarıyla filmin başlarında tiyatro hocasının alfredo'ya yaptığını yapıyor, yani kıvama getiriyor. orada da hatırlarsanız hoca duygusal açıdan bir giriş yapmıştı ve alfredo gayet kıvama gelmişti. sonrasında da gayet güzel bir hikaye uydurmuştu. yönetmen abi de bunu uyduruyor işte. belki de böyle birisi yok. tamamen kurgu yani. belgesel demiştim ya. unutun onu. yaşlı kahramanların da genç kahramanların da süper oynadığı harika bir film bu (türküm, doğruyum, çelişkenim:). nihayetinde yönetmen böylece amacına ulaşmış ve izleyiciyi oyuna dahil etmiş.

+ sevgili sevgilimle karşılıklı konuşma sonrasında fark ettiğim (fark ettiğimiz) birkaç noktayı daha belirtmek isterim. filmde (ya da belgeselde işte her ne skimse) yaşlı kahramanlar konuşurken ara ara gösterilen november ekibinin eskiye dair fotoğraflarını her gördüğümde hep "vay amına koyim lan nasıl bulmuşlar bu adamlara bu kadar benzer oyuncuları" tepkisini verdim. şimdi de diyorum ki kafamı skiim. arada hiçbir benzerlik yok, çünkü o fotoğraflardaki elemanlar zaten oyuncuların ta kendisi. bu da yönetmenin bize bir oyunu yani.

+ olan bitenle ilgili bir nokta daha fark ettim. sokakta bağımsız bir şekilde izleyenleri de oyuna dahil ederek oynadıkları oyunlarda hiçbir zaman bir taşkınlık ya da bir tepki almıyorlar (en azından ben öyle hatırlıyorum). ne zaman ki eduardo ile anlaşıp o düzlemde bir oyun planlıyorlar ve oyunu sergiliyorlar, işte o zaman dani'nin davranışları yüzünden ipler kopuyor. seyircilerden sataşanlar oluyor ve kavga çıkıyor. oysa ki benzer ipe sapa gelmez davranışları oyunlarını bağımsız bir şekilde sokaklarda sergilerken de gösteriyorlardı. burada da sahne tiyatrosunun içerdiği yapaylıkla sokak tiyatrosunun içerdiği doğallığı gözümüze sokuyor yönetmen.

+ filmin içine bilmece yerleştiren başka yönetmenler de var. nolan bunu iyi yapar mesela. onun filmlerini izlerken (kendi adıma) normalden iki kat dikkatli olmaya çalışırım, çünkü filmin bir yerlerinde bazı ipuçları verir nolan. o ipuçlarını toplamak filmi anlamlandırmaya yarar. bu filmde bunu yapamıyorsunuz, çünkü yönetmen ta en baştan "bu bir film değildir, bu kasım adlı tiyatro ekibinin hayatını anlatan bir belgeseldir" kalıbını beynimize yerleştiriyor. biz de doğal olarak sex yapan aslanları izler modunda izliyoruz bu filmi. yönetmenin aralara serpiştirdiği yaşlı karakterlerin konuşmaları da bu durumu besliyor tabii. ama durum hiç de öyle değil. bu, tam anlamıyla bir film, hem de en güzelinden, en yaratıcısından, en üçkağıtçısından. kristofır nolın bok yemiş bu adamın yanında (bana göre).

spoiler