bugün

nick and norah s infinite playlist

olayı dramatize etmek için söylemediğimi baştan belirteyim ancak samimi bir yazı olacak bu.

saat 03:59, film henüz bitti ve son bir adet sigaram kaldı. word dosyasına yazmak çok bunaltıcı geldi birden bire, o nedenle sözlüğün turuncu tonlu teması eşliğinde yazacağım bu film hakkında düşündüklerimi. sürekli şarkıları değiştiriyorum en uygununu bulmak için ancak bir türlü karar veremiyorum ve suratımda engel olamadığım aptal bi gülümseme var.

konuyu fazla dağıtmadan filme dönelim. öncelikle şunu söylemeliyim sanırım bu filmi anlatmaya başlarken "umut dolu" demeliyiz, en azından benim için öyle. birbirinden güzel indie rock parçalarıyla süslenmiş bi "her şey yoluna girecek" filmi.bir çok ilah gruptan bahsediyor film, hatta bir yerinde beatles'ın ilk singleı hakkında konuşuyorlar. çok hoşuma giden bir nokta oldu beatles'dan bahsetmeleri ancak ben olsaydım seçeceğim cümle farklı olurdu...

here comes the sun

nick ve norah'ın yaşadıklarına gelince beklediğimin aksine hiç basit olmamış. gerizekalı amerikan filmleri gibi sadece kalçaları ve memelerinin etrafında dönmüyor yahut bunları tamamen dışlayan saçma bi duygusallıkla bayılmamış ilişkileri adeta bi fransız festival filmi edasında. yeri gelince saçına dokunduğu an için saplantılı olduğu kadını bırakabiliyor yeri gelinceyse gayet hoş olduğunu hissettiren bir sevişme seansına giriyor çiftimiz.

umut diyorum çünkü hepimiz ucundan kıyısından "modern" dünyanın içerisinde yaşıyoruz ve kullan at mantığıyla karşı karşıyayız ne yazık ki ve bundan bi an olsun sıyrılmaya gerçekten ihtiyacımız var.

sigaramı yaktım ve çalacak gruba karar verdim kings of convenience.

tamam abartıyor olabilirim biraz ancak şuan cidden abartmaya ihtiyacım var. her zaman güçlü durmaya çalışan, ağlasa bile duşa girip göz yaşlarını şehrin kanalizasyon sistemine karıştıran ben istiyorum ki birisi kafamı tutsun ve göğsüne yaslasın ve evet abartıyorum. abartıyorum çünkü bu filmi izledikten sonra bi gün norah'ım ile tanışacağımı düşünüyorum aptal bi şekilde.