bugün
- küresel ısınmanın erkek kökünü kurutacak olması8
- rte türkiyenin geleceğinin garantisidir17
- kuresele yavsayan gotler tam liste17
- meral akşener10
- galatasaray'ın ünlü bir hakemle anlaşması16
- sözlük erkeklerinin fotoğraf atmaması16
- anın görüntüsü14
- 4 israilli rehine için 274 filistinli ölmesi10
- arkadaşlar sizce bu bana yakışır mı10
- beyler moralim bozuk yardımcı olur musunuz9
- türbanlı bacımızın milletin ortasında öpüşmesi22
- bizi tanrı değil bilim kurtaracak23
- aydinoglu bombala22
- bik bik kiraz yerken siz fakirler ne yapıyorsunuz15
- erkeklerin çoğunun yalnız olması11
- kürt milliyetçiliğinin çok komik olması9
- bir kızın sizi sevip sevmediğini anlama yöntemleri9
- tebliğcilerin insanların giyimine karışması15
- üstteki yazar sevdiği ve sevmediği iki şey11
- allah'ı seven insan9
- vatanınızın kıymetini bilen diyen gurbetçi16
- ramazanda anne sütü içmeyen oruçlu bebek12
- atatürk'ün yabancılarla evliliği desteklememesi14
- tehlike içermeyen köpeği götüreni durdurmak15
- ellerim bos gonlum hos10
- ağzı göt gibi kokan erkek8
- 3 çarpı 3 çarpı 38
- gideon reid morgan jj30
- lise mezuniyet törenleri11
- hapistekiler birbirine mi basıyor sorunsalı8
- sözlük bir tımarhane olsa doktoru kim olurdu12
- sokak köpekleri11
- magnum un 2 tl olduğu yıllar10
- erkekleri aşağılayan kadın9
- ali koç12
- sözlükten hatun kaldırmak24
- amerikan film klişeleri13
- magicovento14
- kuduz karantinası olan bölgeden 35 köpek almak13
- çağırılan yere gitmemek için bulunan bahaneler17
- en sevmediğiniz sözlük yazarları16
- herkesle iyi geçinmek13
- uzay pornosunun adı ne olmalı17
- cinlerin musallat olma sebepleri21
- hangi yazar hangi burç14
- kur koruma ne demek14
- kalp krizi8
- yalnguk oglu10
- 25 yaşındaki kız 38 yaşındaki erkek ilişkisi15
- kız arkadaşı yüzünden kendini asan genç8
entry'ler (78)
Cumartesi Anneleri 02 Mart 2013 Cumartesi günü Saat 12:00de Galatasaray Meydanında Cüneyt Aydınlar için buluşacak.
Kaybedilişinin on dokuzuncu yılında, Cüneyt Aydınlar nerede? diye soracak.
Kaybedilişinin on dokuzuncu yılında, Cüneyt Aydınlar nerede? diye soracak.
Karin Karakaşlı'nın da dediği gibi; ''Hrant Dink dosya değil ki kapatasın, o bir yara.''
yemek yemek, su içmek vs. gibi doğal bir ihtiyaçtır.
hacı burası Türkiye.
önce kitap okumayı bir becerelim, sonra yazarız.
ayyaş olsun yavşak olmasın da.
muhteşem adamın muhteşem konuşmasıdır.
rasyonel şizofreni: tanrı ile konuşmak
merhaba josephine...
senin yokluğunda çok acayip şeyler geliyor başıma, hala insanları anlamaya çalışıyorum inatla, bu nasıl bir aptallık böyle? -hayır!- ben sadece bir takım şeylerin, iyi doğrusunda, iyi şeyler çizgisinin yükseklere doğru seyredeceği umudunu taşıyorum. bu bağlamda umudu olanlar aptal oluyor ve aptallık çok zaman büyük haz veriyor bana.
dün tanrıyla konuşuyordum, bu dua değildi, bir his de değildi. ve tahmin et? insanlar bayağılık kokan hastalık ismine başvurmak zorunda kaldılar. tanrım, bu nasıl bir klişe böyle? her neyse, tanrıyla sohbetimizin en koyu yerinde bana bir kısa metraj film izletti. bir adam vardı, eli yüzü çamur içinde, hızlı hızlı nefes alan. "bu sensin" dedi... bir meydan vardı, hava buz! çamurlar donmuş, ağızlardan duman çıkıyor ve bir topluluk. topluluğun ortasında ben...
yeminler ediyordu barbar görünümlü adamlar, öfkeler biçiyorlardı. bütün intikam birlikleri olabildiğince hissiz, alabildiğince kalabalık, tek kıta halinde, ağızlarından nemli küfürler savurarak istila etmişti bütün yüreğimi. sanki intikam yiyip, hırs içiyorlardı. ciğerlerini yırtıyordu soludukları her puslu nefes ve her pusuda biraz daha insaniyet şehit gidiyordu saltanatın iblis dölü adamlarına.
bir çıkış yolu arıyordum bu kuşatmadan, uzatmadan hiç içimdeki çevrelenmişliğin baskısını, -bir umut- sıyrılmayı düşlüyordum ceylan kıvraklığında, türlü entrikalarla. entrika! bizans soyumdan bana kalan tek hatıra. aslına bakarsak insanların hak ettiği şey bu. sadece entrika! az biraz saygısı eksik sosla mükemmel oluyor sanırım, suratlarındaki hazdan çıkan anlam bu yönde hep. yapaylığa alışkın, özünü kaybeden, kaybettiren ve kalan son kırıntıları da silip süpürmeye devam eden bir canlı kolonisi. tanrım, ne acı!
saygı burada değerli madenlerden daha ender bulunan bir şey jose. öyle nadir ki, kimsede yok sanırım. sahip olanlar da çoktan satmışlar belli. -e tabi, bu kadar nadir bir şeyin pahası, epey külfetli olmalı- kimi dostlarım var -senden iyi olmasınlar. olmamalılarda zaten!- onların yüreklerinde son kırıntılarını görebiliyorum bu madenin, gözlerinin ardında kurumuş çatlak ruhlarının sevgi diye inlediğini duyabiliyorum. bu insanlar nasıl varlıklar ki onları onlar yapan tinlerine azap çektirmekten keyif alabiliyorlar? varlığını zedeleyen bir aptal canlı daha var mı acaba? bu yüzden sabahları aynaya bakamıyorum, canım yanıyor gördüklerim karşısında, suretim onlara benzediği için utanıyorum, bu durum canımı yakıyor. her gün ruhumu boğuyorum gözyaşlarımda, gözlerim aktıkça onun feryatlarını duyuyorum beynimin içinde ve bazen şeytanlarım fısıldıyor sol kulağıma kaçmalısın buradan, ruhunu özgür bırak- tam biat edecekken bu duruma sağımdan iyilik meleklerim taarruz ediyor sol yanıma. sonrası? beynimin içinde bitmek bilmeyen bir curcuna, yüzyıl savaşlarından daha kanlı, sömürgecilikten daha zararlı bir olgu bu içimdeki savaşlar. şeytanlarım daha şeytan, melekler masumiyetlerini az ilerideki çocuk parkının içindeki bir sokak lambasının altına saklamış sanki. olan yine halkıma oluyor, umutlarım eziliyor.
sen hiç keman dinledin mi josephine? babanın ölmesini düşlerken ki gibi mutlulukla ve o düşüncenin getirdiği yokluğun -ki bu his sadece alışkanlıkla paralel- içini titrettiğinde ağladın mı kemanın notalarıyla? küfürlerin bozdu mu o hüzünlü ritmi? yazmaya çalıştığın kaç sayfayı parçaladı gözyaşların? peki, masum düşlerine küfürler bulaştırdın mı hiç? senin annen öldü mü jose? babanla birlikte... i̇kisini birden gömerken kahkahalara boğuldun mu? üzerlerine atılan her kürek toprak, senin üzerinden bir yük kaldırdı mı? senin hiç insanlığın öldü mü jose? insanlara saygın? umutların, sevinçlerin, en masum, en mahrem hayallerini karanlık bir ormanda boğazlamak zorunda kaldın mı? üstelik ardında hiç iz bırakmadan, hiç bir polise yakalanmadan her gece yüzlerce ümidi boğdun mu gözlerinden akan ırmakla? 1 dakikanın sadece 10 saniyesinde gülümseyebildin mi jose?
neden susuyorsun be adam! cevap vers....
jose? hey! nereye kayboldun?
piç kurusu... illâ ki geleceksin geri...
merhaba josephine...
senin yokluğunda çok acayip şeyler geliyor başıma, hala insanları anlamaya çalışıyorum inatla, bu nasıl bir aptallık böyle? -hayır!- ben sadece bir takım şeylerin, iyi doğrusunda, iyi şeyler çizgisinin yükseklere doğru seyredeceği umudunu taşıyorum. bu bağlamda umudu olanlar aptal oluyor ve aptallık çok zaman büyük haz veriyor bana.
dün tanrıyla konuşuyordum, bu dua değildi, bir his de değildi. ve tahmin et? insanlar bayağılık kokan hastalık ismine başvurmak zorunda kaldılar. tanrım, bu nasıl bir klişe böyle? her neyse, tanrıyla sohbetimizin en koyu yerinde bana bir kısa metraj film izletti. bir adam vardı, eli yüzü çamur içinde, hızlı hızlı nefes alan. "bu sensin" dedi... bir meydan vardı, hava buz! çamurlar donmuş, ağızlardan duman çıkıyor ve bir topluluk. topluluğun ortasında ben...
yeminler ediyordu barbar görünümlü adamlar, öfkeler biçiyorlardı. bütün intikam birlikleri olabildiğince hissiz, alabildiğince kalabalık, tek kıta halinde, ağızlarından nemli küfürler savurarak istila etmişti bütün yüreğimi. sanki intikam yiyip, hırs içiyorlardı. ciğerlerini yırtıyordu soludukları her puslu nefes ve her pusuda biraz daha insaniyet şehit gidiyordu saltanatın iblis dölü adamlarına.
bir çıkış yolu arıyordum bu kuşatmadan, uzatmadan hiç içimdeki çevrelenmişliğin baskısını, -bir umut- sıyrılmayı düşlüyordum ceylan kıvraklığında, türlü entrikalarla. entrika! bizans soyumdan bana kalan tek hatıra. aslına bakarsak insanların hak ettiği şey bu. sadece entrika! az biraz saygısı eksik sosla mükemmel oluyor sanırım, suratlarındaki hazdan çıkan anlam bu yönde hep. yapaylığa alışkın, özünü kaybeden, kaybettiren ve kalan son kırıntıları da silip süpürmeye devam eden bir canlı kolonisi. tanrım, ne acı!
saygı burada değerli madenlerden daha ender bulunan bir şey jose. öyle nadir ki, kimsede yok sanırım. sahip olanlar da çoktan satmışlar belli. -e tabi, bu kadar nadir bir şeyin pahası, epey külfetli olmalı- kimi dostlarım var -senden iyi olmasınlar. olmamalılarda zaten!- onların yüreklerinde son kırıntılarını görebiliyorum bu madenin, gözlerinin ardında kurumuş çatlak ruhlarının sevgi diye inlediğini duyabiliyorum. bu insanlar nasıl varlıklar ki onları onlar yapan tinlerine azap çektirmekten keyif alabiliyorlar? varlığını zedeleyen bir aptal canlı daha var mı acaba? bu yüzden sabahları aynaya bakamıyorum, canım yanıyor gördüklerim karşısında, suretim onlara benzediği için utanıyorum, bu durum canımı yakıyor. her gün ruhumu boğuyorum gözyaşlarımda, gözlerim aktıkça onun feryatlarını duyuyorum beynimin içinde ve bazen şeytanlarım fısıldıyor sol kulağıma kaçmalısın buradan, ruhunu özgür bırak- tam biat edecekken bu duruma sağımdan iyilik meleklerim taarruz ediyor sol yanıma. sonrası? beynimin içinde bitmek bilmeyen bir curcuna, yüzyıl savaşlarından daha kanlı, sömürgecilikten daha zararlı bir olgu bu içimdeki savaşlar. şeytanlarım daha şeytan, melekler masumiyetlerini az ilerideki çocuk parkının içindeki bir sokak lambasının altına saklamış sanki. olan yine halkıma oluyor, umutlarım eziliyor.
sen hiç keman dinledin mi josephine? babanın ölmesini düşlerken ki gibi mutlulukla ve o düşüncenin getirdiği yokluğun -ki bu his sadece alışkanlıkla paralel- içini titrettiğinde ağladın mı kemanın notalarıyla? küfürlerin bozdu mu o hüzünlü ritmi? yazmaya çalıştığın kaç sayfayı parçaladı gözyaşların? peki, masum düşlerine küfürler bulaştırdın mı hiç? senin annen öldü mü jose? babanla birlikte... i̇kisini birden gömerken kahkahalara boğuldun mu? üzerlerine atılan her kürek toprak, senin üzerinden bir yük kaldırdı mı? senin hiç insanlığın öldü mü jose? insanlara saygın? umutların, sevinçlerin, en masum, en mahrem hayallerini karanlık bir ormanda boğazlamak zorunda kaldın mı? üstelik ardında hiç iz bırakmadan, hiç bir polise yakalanmadan her gece yüzlerce ümidi boğdun mu gözlerinden akan ırmakla? 1 dakikanın sadece 10 saniyesinde gülümseyebildin mi jose?
neden susuyorsun be adam! cevap vers....
jose? hey! nereye kayboldun?
piç kurusu... illâ ki geleceksin geri...
ben hasta bir adamım.. gösterişsiz , içi hınçla dolu bir adamım ben.. sanıyorum , karaciğerimden hastayım.. doğrusunu isterseniz , ne hastalığımdan anladığım var , ne de neremin ağrıdığını tam olarak biliyorum.. tıbba , hekimlere saygı duymakla birlikte , şimdiye dek tedavi olmadığım gibi , bundan sonra da böyle bir şey düşünmüyorum.. üstelik boş inançları olan bir insanım , hem de tıbba saygı duyacak kadar (oldukça iyi bir öğrenim gördüm , boş inançlara inanmamam gerekirdi , ama inanıyorum işte).. hayır , hayır , salt hıncımdan dolayı tedavi olmak istemiyorum.. siz bunu anlayamazsınız.. ama ne ziyanı var , ben anlıyorum ya.. bu huysuzluğumla kime kötülük edeceğimi açıklamak elimde değil , bunu ben de bilmiyorum ; bildiğim bir şey varsa , o da , tedaviden kaçmakla hekimlere bir zarar veremeyeceğim , olsa olsa bütün zararı kendimin çekeceğidir.. yine de hıncımdan tedavi olmuyorum.. karaciğerim ağrıyormuş varsın daha beter ağrısın..
dostoyevski
dostoyevski
masamda incir rakısı, yatağımda ten kokusu.
tecavüzcü sevgilidir.
sıfır beklenti,sonsuz mutluluk.
(bkz: robin sharma)
(bkz: robin sharma)
haftaya röportaj yapacağım gazeteci.
ilahiyatçı nihat hatipoğlu'nun dizilerle ilgili "reyting mi önemli, yoksa ahlak mı?" yazısıdır. soruyorum nihat hatipoğlu'na dinin ticareti olur mu olmaz mı? program başına 20 bin tl alan birinin ahlaktan bahsetmesine pes diyorum.
(bkz: bu ne perhiz bu ne lahana turşusu)
(bkz: bu ne perhiz bu ne lahana turşusu)
akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
nazim hikmet ran
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
nazim hikmet ran
şarkı bahane,sigara şahane.
rte nın önüne geçilmeyen terörle ilgili olarak "ciğerim yanıyor ciğerim yanıyor!" açıklamasıdır.
(bkz: biri ciğer mi dedi)
(bkz: biri ciğer mi dedi)
vahim bir durumdur.