bugün

sevdiği entry'ler

sessiz gece

Gecenin getirdiği sıradan bir hüzün var üzerimde. Sessizliğin fısıltılarını dinliyorum.
Ruhum bunalıyor. içmek istiyorum. Bir sigara
Bir sigara daha
Ciğerlerim ağrıyor.
Neden içmek istiyorum seni? Neden boğuyorsun nefesimi?

Tütününün közünü izliyorum. Kızıllığınla süslüyorsun gecemi. Büyüleniyorum.
Gri dumanını izliyorum karışmak istiyorum sana. Yavaşca süzülen dumanına karışmak istiyorum. Sürüyorum parmağımın ucunu kırmızılığına. Canımı yakıyorsun.

içme şu boku diyorlar. içme şu siktiğimin bokunu.
Ne faydası var sana?

Bir türkü dinliyorum
Ayrılığın yamanlığından bahsediyor
Bir şarkı dinliyorum
Seni kimler aldı diyor
Başka bir şarkıda
Bir ölüm var diyor
Bir başkasında
Gökyüzü bazen ciğerime doluyor
Bambaşka bir dilde dünya çok soğuk diyor

Her şarkı birşeyler söylüyor. Gecenin sessizliğini yaran her seste bir anlam var. Her notanın bir hikayesi var.

Gün ağardı ağaracak.
Afilli cümleler kurmak istiyorum.

Hıçkırık sesleri çalınıyor kulağıma birden. Ağlayan kim?
Yalnız oturduğum kimsessizliğimde duyduğum sesler bana ait olamaz.
Yanaklarım ıslanmıyor. Göz yaşı olmadan ağlayabilir mi insan?

Ruhum daralıyor. Bedenim her zamankinden daha ağır geliyor. içime sığamıyorum. Bu eller, bu ayaklar, bu çırpınan kalp benim olamaz.
insan neden kendine sığamaz?
insan ne olur da kendine sığamaz?

Arkama bakmadan kaçmak istiyorum buralardan. Sorulardan ve zihnimdeki seslerden uzaklaşmak istiyorum.
Kaçamıyorum.

Birine güvenmek istiyorum. Anlatmak istiyorum herşeyi.
Güvenemiyorum.

Sarılmak istiyorum amansızca.
Uzaklaşıyorum.

Haykırmak istiyorum.
Susuyorum.

Hıçkırıklara boğuluyorum, ağlamak istiyorum.
Gülüyorum.

En son ne zaman ağladığımı hatırlayamıyorum.

Öldürmek istiyorum. Vicdan nedir bilmek istiyorum.
Yaşayan bedenin çırpınışlarını görmek istiyorum. Elimin altındaki kalbin çaresizlikten kıvranışını duyumsamak istiyorum. Tırnaklarımın izi, kanın közden de cezbedici kırmızılığı bürüyor gözlerimi.

Hissetmek istiyorum
Acı bile olsa çekmek istiyorum

Yalanlar söylüyorum. En çok da kendime.
Kendimi kandırdığım yalanlar başkasını kandırmak olmuyor artık. Yalan söylemek su gibi bir ihtiyaç haline geliyor.

Hiçbirinizi sevmiyorum.
Kimse kimseyi sevmez.

Annelerin çocuklarını seviyor oluşunun bile yalan üzerine kurulu olduğu düşünülünce, iki günde seni seviyorumlar saçan insanların gerçekçi rolleri komik geliyor.

Evet anneler bile çocuklarını gerçekten sevmezler.
bambaşka bir hayatta bambaşka birisi olsaydınız, onun doğurduğu ya da sahiplendiği bir çocuk olmasaydığınız sevecek miydi gerçek sizi anneleriniz?
Boktan huylarınıza katlanabilecek miydi?

Hayattan yemekten, içmekten, uyumaktan ve kendini satarak birşeyler satın almaktan başka amacı olmayan insanların arasındayım.
Fiziksel olarak çoğunuzdan bir farkım yok. Yazdıklarım, paylaştıklarım, yaptıklarım...
Bende sizden biriyim.
Zorunluluklarım var(işemek gibi)

Zihinsel kısmımda ise yeller esiyor.
Dışıma yansıtamadıklarım içimi yakıyor.
Bu sirke daha fazla katılmak istemiyorum.

En yeni telefonu almak için birilerine boyun eğmek istemiyorum. Daha yüksek mevkilere gelebilmek için nefret ettiğim insanların götlerini yalamak istemiyorum. Daha marka kıyafetler giyebilmek için hergün aynı işyerine gidip kendimden daha fazla tiksineceğim tekdüze bir yaşam istemiyorum. Gelecek korkum yok. Geçmişi geçmişte bırakamıyorum.
Medeniyetten de en az sizden nefret ettiğim kadar ediyorum.

Sizi sevmiyorum, çünkü aptalsınız.
Kendimi sevmiyorum çünkü bende aptalım.

Neyse,
Kime ne anlatıyorum.

hayatın yegane amacı

Cevabı kişiden kişiye değişecek olan ucu fazlasıyla açık bir kavramdır.

Çok sevidiğim biri (inceden yandığım olur kendisi) bana bir süre önce "sence hayatın amacı nedir?" gibisinden bir soru sormuştu.

Ona bilmediğimi, henüz bulamadığımı söylediğimde gülerek senden daha etkili bir cevap beklerdim demiş ve hayatın amacını "ölüm" olarak gördüğünü söylemişti.

Aslında ilk duyuşta kulağa mantıklı geliyor değil mi?

Hepimiz bir şekilde doğduk, sevsek de sevmesek de yaşıyoruz. Çoğumuz büyümeye fırsat bulamasa da hiç az sayılmayacak bir çoklukta yaşama tutunan insanlar var. Her dinden, her dilden, her ırktan, her mezhepten, her maddi durumdan insanlar...
Yakın bir tarihte "mucizevi ölümsüzlük iksiri" bulunmadığı sürece bir yüzyıl sonra hepimiz ölmüş olacağız.
Bunca insanın yegane ortak noktası kaçınılmaz olan "ölüm"ün hayatın amacı olarak görülmesi çok da zor olmasa gerek.

Yine de bu düşünce bana tuhaf gelmişti. Herkesin istese de istemese de yaşayacağı bir durum nasıl hayatın amacı olabilir ki?
Eninde sonunda gerçekleşeceğini bildiğimiz, çoğu zaman beynimizin gerilerinde dursa da, olacağına emin olduğumuz kavram bir amaç için fazlasıyla kolay diye düşünüyorum.

Bana göre ise ölüm bir sebep değil sonuçtur.
Ölüm insan olmanın-hatta canlı olmanın- yan etkisindir.

Ve yine bana göre hayatın amacı yaratmaktır.
Doğru bileşenleri birleştirerek ortaya birşeyler çıkarmak, gelişmek ve bunu aktarmaktır.

Kelimeleri bir araya getirip şiirler yaratırsınız, romanlar, hikayeler ya da sadece bir cümle. Doğru renklerdeki fırçayı, doğru yerlere sürersiniz, doğru tuşlara/tellere doğru zamanda basarsınız...
Doğru insanla, doğru yerde sevişip yeni bir canlı yaratmak da bunlara dahildir.

Çoğunuz burada kullandığım "doğru" kelimesini sorgulayacaktır.
Burada bahsettiğim doğruyla, yanlış kelimesinin zıttı olan doğru farklı anlamlar içeriyor.

Yoksa yanlış insanla yanlış zamanda sevişmek de size yeni bir canlı yaratmak için yeterli kudreti sağlayacaktır, yanlış kelimelerle yanlış cümleler kurmakta.

Dünya üzerinde yaratım sürecine katılmayan bir canlı yok. Ayaklı ölüler bile (iş adamları vb.) bir şekilde bir şeyler yaratmaktalar.

Ölümü hayatın amacı olarak görmektense (ki ölüm kavuşulacak bir sevgili gibidir bana göre) illa bir amaç bulunması gerekiyorsa "yaratma" gücünü kabullenmeyi yeğliyorum.

Yine de bir şekilde amaç taşıyan bir varlık olduğumuza inanmakta güçlük çekiyorum. Varolmak amaca ihtiyaç duymamalı.

onu ilk gördüğümde beynimdeki herşey sustu

Obsesif kompulsif bozukluğu olan bir adamın yazdığı insana küfrettiren harika bir şiirdir.

"Onu ilk gördüğümde beynimdeki herşey sustu.
Tüm sesler, yenilenen görüntüler yok oldu.
Obsesif kompülsif bozukluğunuz varsa, sessiz zamanlarınız pek olmuyor.
Yataktayken bile düşünüyorum:
Kapıları kilitledim mi? Evet.
Ellerimi yıkadım mı? Evet.
Kapıları kilitledim mi? Evet.
Ellerimi yıkadım mı? Evet.
Ama onu gördüğümde, tek düşünebildiğim dudağının kıvrımıydı.
Yada yanağına düşen kirpiği-
Yanağına düşen kirpiği-
Yanağına düşen kirpiği.
Onunla konuşmam gerektiğini biliyordum.
Otuz saniye içinde ona altı kez çıkma teklifi ettim.
Üçüncüden sonra kabul etti. Ama hiç biri doğru gelmedi. O yüzden devam etmek zorunda hissettim.
ilk buluşmamızda, zamanımı onunla konuşmak yada yemeğimi yemek yerine, tabağımdaki yemeği renklerine göre ayırmakla geçirdim.
Ama bunu sevdi.
Günde ona on altı kez yada yirmi dört kez elveda öpücüğü verişimi sevdi.
Eve yürümemin kaldırımdaki çatlaklardan dolayı uzun sürüşünü sevdi.
Beraber aynı eve taşındığmızda, kendini güvende hissettiğini söyledi. Kapıları on sekiz kez kilitlediğim için hırsız giremiyeceğini düşünüyormuş.
O konuşurken hep onun ağızını izledim-
Konuşurken-
Konuşurken-
Konuşurken.
Beni sevdiğini söylediğinde, dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrılırdı.
Geceleri, yatağa uzanıp ışığı kapatıp açışımı, kapatıp açışımı, kapatıp açışımı izlerdi.
Gözlerini kapatıp gece ve gündüzün önünden geçtiğini hayal ederdi.
Ama sonra… Onun zamanını çok harcadığımı söyledi.
işe geç kalmasına neden olduğum için ona çok elveda öpücüğü veremeyeceğimi…
Beni sevdiğini söylerken, dudakları dümdüzdü…
Kaldırımdaki çatlağın üstünde durduğumda, o yürümeye devam etti…
Geçen hafta annesinin evinde kalmaya başladı.
Ona bu kadar bağlanmama izin vermemesi gerektiğini, herşeyin bir hata olduğunu söyledi, ama…
Ona dokunduktan sonra ellerimi yıkama gereği duymamam nasıl bir hata?
Aşk bir hata değil, onun bundan kaçabilmesi ve benim kaçamamam beni öldürüyor.
Gidip yeni birini bulamam çünkü tek düşünebildiğim o.,
Genelde bir şeye çok takıntılı olduğumda, cildim de tomurcuklar görürüm.
Arabalar arasında ezildiğimi görürüm…
Kafama taktığım tek güzel şey oydu.
Uyandığımda onun direksiyonu tutuşunu düşünmek istiyorum.
Duşu, kasa açarmış gibi açışını.
Mumları üfleyişini-
Üfleyişini-
Üfleyişini-
Üfleyişini.
Artık, düşündüğüm şey onu başka kimin öptüğü.
Nefes alamıyorum çünkü o adam onu bir kez öpüyor ve mükemmel olması umurunda bile değil!
Onu çok istiyorum…
Kapılarımı kilitlemiyorum.
Işıklarımı kapamıyorum."

görsel

sözlük yazarlarının itirafları

Her aslında aslında var olan öldürme ve acı çektirme isteği bende daha ağır.

Çoğunuzun görmeyi midesinin dayanmayacağı şeyleri duygusuz bir şekilde izleyebiliyorum.

insanların tarafımdan dolayı acı çekmesinden psikolojik olarak zevk duyarım.

sözlük yazarlarının itirafları

O değil de, ucuz şarap içip, orada burada sevişip, atm tekmeleyip, başkalarına göre saçmasapan bir şekilde anlamsızca dans edip, gençliğimi dibine kadar yaşayabileceğim kimse yok etrafımda.

Uslu çocuklardan ya da kötü çocuk olacağım tripleriyle kasıntı olan tiplerden gına geldi. Bu yaşlarda evli, mutlu, çocuklu hayalleri olanlardan bahsetmiyorum bile. Monotonluğa ne kadar da meyilliyiz.

Yok mu şöyle delisinden, en delisinden, zır delisinden bir tane?

Ev, mülk, para, pul amacı taşımayan; toplum baskısı, din kisvesi, kıskançlık krizleri olmayan, elalem ne der kafasıyla yaşamayan biri yok mu?

Saçmasapan vıcık bir ilişki hatta sevgili istemediğimi biliyorsun. Sırıtışından bile delilik akan birini bana çok görmemelisin.

Çok mu şey istiyorum kurban olduğum. Salla işte bir tanesini kafama.

gelemeyecek olanı beklemek

Merhaba mavi gözü küçük adam.

Yarın doğum günüm. Kutlamadığım, kutlamayacağım bir tanesi daha. Çok yağmurlu buralar. Gök bana küsmüş sanki. Sanırsam bu sefer de gözlerinin rengini vermeyecek bana.
Olsun, elbet bulutlar gidecek, ben yine bekleyeceğim.

Yarın sen gideli altı yıl oluyor. Dile kolay.

Önümüzdeki üç dört gün bir an önce geçebilse keşke. Şu zamanın ne kadar zor geçtiği hakkında en ufak bir fikrin olamaz. Hediyelere de, pastalara da tiksintiyle bakıyorum. Tebrik edenlere anlatamadığımdan, gülümseyip ayak uydurmaya çalışıyorum. Hangi birine anlatayım? Nasıl anlatayım?

inanır mısın ben hala bırakıp gittiğin kızım. O gün durdu benim için zaman. Ondandır belki bu haşaralığım.
O yüzden bu kadar hırçınım.

"Beraber büyüyeceğiz." diye söz vermiştik serçe parmaklarımızı birbirine dolayarak. Sen yoksun, e büyümüyorum bende. Sözümü tutuyorum sonuçta, daha ne olsun?

Sen gelmediğin sürece ölüm döşeğinde bile çocuk kalacağım, sana bunun sözünü de veriyorum. Bilirsin kimseye büyük sözler vermem. Tek istisnam da sensin.

Altı yıl oldu, işin acınası tarafı hala aynı umutla bekliyorum.
Hala ne zaman sarı saçlı, mavi gözlü bir erkek çocuğu görsem o içimi burkan acıyı hissediyorum. O kıvırcık çirkin saçlarını parmağıma dolayabilsem keşke yine.

Benden ilk giden sendin mesela. Senden sonra ipi kaçırdım zaten. Kim nereye gidiyor, niye gidiyor, kime gidiyor diye sormaya mecalim bile kalmadı.
Zaten çok da sorun etmiyorum artık. Gidenin ardından içilen sigara daha bir güzel oluyor.

Gerçi benden gitmeyenlerden de ben kaçıyorum zaten. Yanımda kalanları da ben bıraktım bir şekilde.
hep yarım yaşadık.
Hep yarım bıraktık birilerini.
Herkes bir şekilde defolup gitmeyi alışkanlık haline getiriyor. Kimse gittiği yerden memnun değil, kimse geldiği yerden memnun değil.
insanı doyuran o yolculuk anı sanırsam. Ulaşma hayali güzel geliyor. Ulaşınca büyüsü bitiyor zaten bir şekilde

Geçen yaz ne oldu biliyor musun, şuan bulunduğum şehirdeki evimizin karşısında bir park var. Orada bir çocuk gördüm. Sarışın aptal bir çocuk.
Aynı senin gibi oradan oraya heyecanla koşuyordu. Küçük dağları ben yarattım havası vardı üzerinde. Böyle kaldırmış fındık burnunu, bir salıncağa gidiyordu, bir kaydırağa..
Aynı senin gibi çirkindi.
Bir süre boş bakışlarla banka oturdum izledim onu öylece.

Bazı şeyler daha mantıklı geliyor artık. O çocuğa baktıkça senin hatırlattığın her şey daha mantıklı geliyordu.
Gök gürültüsündan korktuğumuzdan dolayı dolaba saklanmak bile mantıklı.
Oyunca ayıya yemek yedirip sonra üzerine döktü diye kıza kıza yıkamak bile mantıklı.

Biliyor musun, annelerimizden gizlice kaçarak gittiğimiz o parkta düşüp de dizimi kanattığımdan bu yana seviyordum seni. Hani şu Rüzgarın mor salıncağı kırdığı gün.
Canın çıksa da o yokuştan çıkmam için bana yardım ettiğin, acıma her zamanki gibi ortak olduğun o günden beri..

Daha sevginin ne olduğunu bilmezken bile seni seviyordum.
Seni seviyordum.
Seni seviyordum.
Seni seviyorum.
işe yaramaz gibi görünen küçücük bir sevgiydi bu. Ama vardın içimde işte ne diyeyim daha.
Bunun benim içim anlamı çok büyük.

Bu sırada Rüzga demişken söyleyeyim, iki senedir bir defa bile konuşmadık onunla da. Abinin ne durumda olduğunu bile bilmiyorum, özür dilerim.

Ulan (yine) gizlice kaçıp market arkalarında saklana saklana yediğimiz dondurmaların, meybuzların, keklerin, çikolataların tadını daha unutmadım. Ertesi günü boğazımız şişip, ateşimiz çıktığında bile pişman olmamıştık.

Sürekli kaçıyorduk seninle. Her seferinde panik olan annelerimize inat kaçıyorduk. Sanırsam biz çok kötü çocuklardık mavi.

Şimdi düşününce, belki de yaptıklarımızın cezasını çekiyoruz.

işin komiği, ben hala kaçmak istiyorum. Eskisinden daha derin bir istek bu. Geri dönmeyeceğimi bile bile gitmek istiyorum. Bu evden, bu kentten, bu ülkeden, mümkünse bu gezegenden...
Sıkıldım artık. Tadı kalmadı.

Yarın öğle vakti yola çıkıyorum. Kısa bir zamanımız olacak da yarın gün bitmeden yanında olacağım. Bir papatya ile (en sevdiğimiz) gidişini kutlayacağız.

inanır mısın izmirden çok seni özledim. Sırf senin için bir günlüğüne bile olsa gidiş geliş 640 km yolu gidebiliyor olmak komik geliyor.
Ben ki kimiz zaman kalkıp işemeye bile üşenen insanım.
Yine de iki günde sekiz saatlik yol tepecek olmak bana koymuyor.

Sana dinletmek istediğim bir şarkı var. Son ses açıp, gözlerimi kapattığımda seni bana 4 dakikalığına bile olsa getirebilen bir şarkı var.

Beni görmeyeceksin, beni duymayacaksın, sana geldiğimi bilemeyeceksin, varlığımdan haberin olmayacak belki ama seni hissetmek benim için ne denli önemli tahmin edemezsin.

Bil ki seni bekliyorum.
Öldün anasını satayım biliyorum. Ölenin geri dönmeyeceğini de biliyorum. Ama kabullenemiyorum işte ne yapayım?
Dedim ya ben hala bıraktığın çocuğum. Sümüklü bir çocuğun ölüm gibi şakası olmayan bir durumu kabullenmesini nasıl bekleyebilirsin?

Yüzüme vurmayın artık diye bas bas bağırmak istiyorum bazılarına. Ölüşünün her saniyesini gören benim. Yerde kanlar içinde yatışını siz değil, ben gördüm.
Öldü biliyorum kesin artık sesinizi.
Gelmeyecekse gelmesin.
Ne olursa olsun beklemeye devam edeceğim.

hayatın tek amacı

Bir kız ve bir erkek...
Sessizce gökyüzünü izliyorlar.

Bir kumsalda sırtları kumlara bulanmış,
Ve ayakları zirifi denize bakarken.

Birbirlerine dokunmuyorlar. Gecenin karanlığında birbirine uyumlu yatan vücutlarıyla sessizce duruyorlar. Biraz sessizlik içerisinde kendileriyle başbaşa kalmalılar.

Kızın saçları omuzlarına dökülmüyor.
Selvi boyu, ince zarif parmakları, dolgun dudakları, küçük ve kalkık bir burnu, kar beyazı teni yok.

Erkek de yakışıklı değil ve de cebinde bir tomar parayla gezmiyor, insanları yönetebilecek hüküm gücü yok.

Ceplerindeki son kuruşa varasıya aldıkları ucuz şarapla ve birayla sarhoş olmuşlar tüm gece. Bağıra çağıra sokaklarda gezmiş, nedensizce atm tekmelemişler. Hatta bir ara tanımadıkları bir evin, tanımadıkları bahçesindeki, onlara yabancı çiçekler arasında sevişmişler.

Pişman değiller.
Aşık ya da sevgili değiller.
Peri masallarına inanmıyorlar.
Hüzünlü ya da mutlu değiller.
Kafalarına takılan bir şey yok.
Yarın daha kargalar bokunu yemeden, sırf para kazanmak için uyanmak zorunda değiller.
Ödemeleri gereken faturaları ya da bir ev kredisi yok.
Daha kendilerine sahip çıkamazken başkalarını benimseyen aptallardan da değiller.
Saçma kıskançlıkları yok.

Sarhoş, şehvetli ve yorgunlar.

Etraflarındaki sirkleri umursamıyorlar. Karınları aç. En yakın zamanda işemeleri gerekiyor. Evlilik prangalarına takılma, düğün, gelinlik, damatlık, çocuk gibi şeyleri arzulamıyorlar.

Tek arzuları istediğikleri yerde sertçe düzüşüp, gezip, bolca eğlenip, konuşmak. Sürekli birbirleriyle konuşup düşünmek istiyorlar. Vücutsal olarak tatmin oldukları kadar zihinsel olarak da boşaltabiliyorlar birbirlerini.

Eve, arabaya, dev aptal kutularına, son model telefonlara ya da koltuk takımına sahip olmak için hayatları boyunca çalışmayı kabullenmemişler. Karınlarını doyurabilmek için paraya ihtiyaçlarının olmadığının farkındalar.

Orada, o kumsalda sessizce yatarken ne denli yorgun, doyuma ulaşmış ve uyuşmuş olduklarından başka bir şeyi düşünmüyorlar.

Uykuya dalmadan önce yavaşca birbirlerine sokulmuşlar. Elleri birbirlerinin beline ve boynuna dolanmış, bacakları birbirlerine doğru kıvrılmış. Tenleri şu kısa sürede birbine o kadar alışmış ki bir yapbozun bütünü gibiler.

Ne kadar da yorulmuşlar.

Bu yorgunluk ne kadar da canlı hissettiriyor...

özlediğine uzak durmak

"Şartlar" dersin ve susarsın.
Söylenebilecek başka bir şey yoktur çünkü.

Ne kadar özlesen de köpek gibi kalmak zorundasındır.
Yaklaşamazsın, nasıl yaklaşasın?

doğmamış olmayı dilemek

Sessizlik.
Saatin tik tak sesi bile yok, köpekler havlamıyor, yoldan geçen bir araba yok, komşunun geceleri sürekli ağlayan bebeği bile susmuş.

Uykun yok. Hareketsizce odanın tavanını izliyorsun, nefes alıp vermektem bile çekiniyorsun.
Sessizliğin büyüsü bozulmamalı.

Karanlık.
Korkuyorsun, kalbin ağzında atıyor. Doğduğundan bu yana zaten hep korkmuşsun. Bu yaşına gelmiş olmana rağmen gök gürültüsü seni korkutuyor, karanlık seni korkutuyor, yatağının altında saklanabilme ihtimali olan şeylerden korkuyorsun.

Annenin ölmesinin düşüncesi bile nefesini kesiyor, insanlara rahatça dokunamıyorsun.

Tenleri seni ürkütüyor ama öldürücü bir şehvete sahipsin. Korktuğun tenlere dokunmak için yanıyorsun.

Şefkat duygun her zaman midene baskı yapıyor.

Anne olmaktan ölesiye korkuyorsun ama bir çocuğu, yeni doğmuş başkasının bebeğini kucağına aldığında kalbin eriyor.
ister istemez kendini bir anne olarak hayal ediyorsun.

Tanrının varlığına hem inanıyorsun hem inanmıyorsun, o senin için hem var hem yok. Bazı geceler yokluk ve varlık arasında dans eden tanrıya dua ediyorsun, bazı geceler isyan ediyorsun, bazı gecelerse umrunda olmuyor.
Bir hiç senin için.

Sırf para kazanıp ev araba sahibi olabilme ihtimali için çalışmayı kabullenemiyorsun. Para umrunda değil, yaşayabilmen için gerekli olandan fazlası sana göre bir çöp.

Her gün etrafına bakıyorsun.
insanlar ne garipler diye düşünüyorsun içten içe kendini onlardan ayrı görüyorsun. Bir anlığına oradaki bütünün parçası olduğunu unutuyorsun.
Bunu daha sonra hatırlayıp, daha sonra kendinden iğrenebilirsin. Şuan bunun bir önemi yok.

Asosyal medyaya takılıp kalan insanları izliyorsun. hiç durmadan, aslında ihtiyaçları olmayan şeyler için sürekli ama sürekli ama sürekli çalışan insanları izliyorsun.

Hayal kurmayı baltalayan bir sistemin içinde sikilen gençleri görüyorsun. Hatta sen de onların arasında iteleniyorsun.

Evlenip, bir şeyler alıp, çocuk yapıp, bir şeyler alıp, gebermekten başka bir isteği kalmamış insanlar arasındasın.
Halbuki sen hayallerinle dünyanı yönetebiliyorsun.
Gözlerini kapattığında bulutların üstüne çıkabilir, herkesi bir anda yok edebilirsin hayattan.
Gözlerini kapattığında, kendi küçük dünyanın tanrısısın.
Ve orada açlar yok.
Orada savaşlar yok.
Orada yemek yiyebilmek için sabah sekiz aksam beş köleliğine istekli bir biçimde kapılıp hayatını çürütenler yok.
Orada katiller yok.
Orada ırkçılar, homofobikler, iki yüzlüler, bağnazlar, düşünmeyi bırakmış, öğrenmek için çabalamayan organizmalar yok.
Orada hayvanlara işkence edilmiyor.
Orada tecavüzcüler yok.

Miden bulanıyor.
Bu şehirden gitmen gerek.
Para harcayarak orgazm olan insanlardan uzaklaşmalısın.
Tek umudu ünlü olmak, sırf saçma bir hesapla takipçi edinmek için aslında umursamadığı acıları kullanarak duyar kasam, kendini vicdanlı görebilmek, suçluluk duygusunu bastırabilmek için başkalarının önünde binbir takla atma gereği duyanlardan uzaklaşmalısın.

Hiç doğmamış olmayı diliyorsun.

Acılarını hiçbir zaman dışarıya yanşıtamamışsın.
Kimseye kendidini tam anlamıyla bırakmamışsın.
Yaşamayı umursamadığın için ölmek de umrunda değil.

Dizlerinde, ellerinde, kollarında morluklar, kesikler, çizikler...
Vücudun yaralarla kaplı.
Belli, boyundan büyük işlere kalkışmışsın.
hiç var olmamış olmayı diliyorsun.

Güneş doğmak üzere.
Miden bulantısını kesmiyor.
Bir cigara yakmalısın.

kadınlar neden erkeklere şiir yazmaz

yazarlar.
o kadar çok yazarlar ki defterlere sığdıramazlar hatta.
romanlarının, test kitaplarının bile bir köşesinde karalamaları olur hep.

özellikle gelmeyecek olanı bekleyen kadınlar vardır. onların şiirlerini okumaya öyle kolay kolay cesaret edemez kimse.

insanın içini acıtan anlar

Bir daha elde edemeyeceklerine emin oldukları anların fotoğraflarına baktığı zamandır.

Kendisini güçsüz ve aciz hissetmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktur.

Sonsuza kadar göremeyeceksindir belki de ama orada beraber duruyorsundur işte. Elleri saçlarında, dudakları göz kapaklarını okşuyor. Yüzünde o aptal tebessüm..

Zamanın kıymetini bilmek gerekiyor.

dokunursan kaybolurum

Rüyalarınızda ya da hayallerinizdekilere dokunduğunuzda olacakları belli eden söz öbeğidir.

Bazen olur, dokunmak istesen de dokunamazsın. Dokunmamalısın.

hotarubi no mori e

Dokunursan kaybolurum teması var bir nevi.

Tek bölümlük kısacık bu anime, bittikten sonra en az bir-iki defa daha yeniden izleyebileceğim kadar uzunlukta bir süre ağlamama neden olmuştu.

Hafif bir melankoli havasındaysanız ve kafa dağıtmaya ihtiyacınız varsa bunu izlerken vakit kaybetmeyeceğinizin garantisini verebilirim. (izleyen olursa iyi ya da kötü görüşlerini dinlemeyi çok isterim)

Savaş sahnesi, etkileyici zihin oyunları vb. Bulundurmamasına rağmen sıkmayan ve kendini izlettirebilen bir animedir. *
Son sahnesi hala içimi acıtıyor. Hala aklımda.

Sanırsam hotaruyla kendimi fazla özdeşleştirdiğimden dolayı bu denli abartıyorum ama fazla benzer şeyler var.

Sevdiğim birine sarılırken de her zaman o sahne aklıma gelir. Belki de bu yüzdendir ki daha sıkı, daha içten ve dünyada o andan daha değerli bir şey yokmuş hislerini barındırarak sarılırım karşıdakine.

insanın sevdiği insanlara dokunmasının aslında ne denli kıymetli olduğunu çok güzel bir işcilikle işleyerek aktarır.

Sıktım biliyorum.
Son sahne gerçekten beni çok etkilemişti.

Birbirine sevgi ve özlem besleyen iki karakterin kavuşamadığı tüm animeler beni ciddi manada etkilemiştir zaten.
Yine de iyi sonla biten şeylerden çoğu zaman etkilenmememe* rağmen keşke bu güzel bir sonla bitseydi.
bunu böyle bir sonla hatırlamak çok zoruma gidiyor. Kanıma dokunuyor yemin ediyorum.

Not: Oradaki kedi maskesine ulaşabilmek için feda edemeyeceğim çok az eşyam var.

tezer özlü

"En çok güvenim ve sevgim olan insan sensin. Benden çok uzak kaldın, sana ihtiyacım var."

"insan sevgisi zaman zaman yalnızlığımızın boyutlarını aştı, zaman zaman da insanlar yalnızlığımızı birbaşınalığımızdan daha derin, daha dayanılmaz boyutlara iteledi."

"Yaşam özlemini doyuracak bir olgu mümkün mü?"

Ve en sevdiğim,

"her şey geçiyor hiçbir şey geçmese de."

Gitmekle alakalı yazılarını okuduğumda kalmayı imkânsızlaştıran kadın. Keskin bir dili ve tehlikeli fikirleri var. Bende hayranlık uyandırabilecek nadir yeteneklerden.

sikmişim parayı lan sen bana yetersin diyen kız

Hayatta paranın sunacaklarının fazlasını elde etmek isteyen kızdır.

Şefkat gibi, sevgi gibi, huzur gibi..

Eşyalar eskir, evler çöker, para bir şekilde biter.

Yanınızda sizi gerçekten seven ve bağlı bir insan varsa eninde sonunda mutlu olursunuz.

Gerçek ilgiye sahip insanlar dünyanın en mutlu insanlarıdır. Yoksa herkes görüyor, onlarca evi arabası olan insanın yanı boşsa, kalbinde kimse yoksa..

Ne bileyim.

Daha fazla para elde etti diye huzura erişmiyor kimse. Bir anlık tatmin duygusu olsa da sonradan daha fazlasını istemiyor mu içindeki bir ses?

Hayatı boyunca sürekli daha fazlası için çabaladınız, bir sürü paranız var ama sizi seven kimse yok.

Nefret ederim bu duygudan ama böyle bir insana gerçekten acırım.

sözlük yazarlarının görmek istedikleri

Sözlük yazarlarının merak ettiği bir takım şeylerdir.

Ölümümden sonra ortalıkta oluşacakları görmek istiyorum.

Öldüğümü duyduktan sonraki insanların tepkilerini, dünyanın bensiz de nasıl güzel bir düzenle devam edecegini görmek istiyorum. Herkeste olduğu gibi öldükten kaç gün (belki de saat) sonra normal yaşamlarına devam edecek insanlar.

Yaşarken aslında ne denli kücük bir nokta olduğumu görmek istiyorum.

Yaşadıklarım, yazdıklarım, ağladıklarım, güldüklerim nasıl unutulacak acaba.
Nasıl öleceğim? Nereye gömüleceğim?

En büyük merakım ve arzum bu sanırsam.

fısıltı

Fısıltı, çığlık, sessizlik, final şeklinde devam eden serinin ilk kitabıdır. Çok çok muhteşem olmasa da akıcı bir yazı ve sağlam bir kurguyla su gibi okunan kitaptır.

Diğerlerini bitirdim Finali de bu haftasonu almayı planlıyorum.

Tek sorun, bir türlü sevişemediler ya. 3. Kitabı bitidirdim daha sevişemiyorlar sayın yazarlar.

patch gibi seksi bir kitap karakteriyle kuruyorsan kurguyu oraya bir iki öpüşme sahnesinden fazlasını koymak zo-run-da-sın.

görsel

Fazla doğru. Bu kadar doğru olmamalıydı.

karanlıktan korkmak

Karanlığa ihtiyaç duyan bir insanda var olan korkuysa eğer, sonu pek de iyi bitmeyecektir.

Hayatının her saniyesinde karanlıkta olmayı isteyip de isteğine sahip olduğunda it gibi titremek, içinde oluşan korkuya engel olamamak gerçekten zordur.

Çoğunlukla kimseye itiraf edemezsin.

çok sevdiğin arkadaşını kaybetmek

Tanım, hayatınızdaki önemli bir insanı kaybetmektir.

O bu yazıyı okumayacak, biliyorum. Ama ben sustukça büyüyen, boğazımda yıllardır beni kahreden o yumruya artık katlanamıyorum…

Çocukluğunuz beraber geçmiştir, beraber büyümüşsünüzdür, beraber gülüp ağlamışsınızdır.

Sizin için belki vardır, bekli yoktur öyle birisi. Varsa zaten anlayacaksınızdır ne demek istediğimi.

Abim gibiydi bazen, beni ağlatanın canına okurdu. Sürekli ona sığınırdım o yanımda değilse ağlayamazdım hatta. En zor gününde o yanımdaydı. Bana sevdiği kızı anlattığı akşam buruk bir tebessümle dinlemiştim onu. Acısına ortak olmak için sımsıkı sarılmıştım, acısına ortak olamasam da hafifletebiliyordum, biliyorum çünkü anlattıkça benden güç alırcasına daha da sıkıyordu kollarını.

Küçüğüm der bana. En azından derdi. Ondan küçüktüm ama bundan dolayı değildi bu hitâbı, sahiplenme cümlesiydi bu onun için. Bu "küçüğüm" kelimesinin ardında benimsin diyordu, canımsın diyordu, sana zarar verenin ağzına sıçarım…

ilk sigaramı bile onunla içmiştim. Ama sigara içiyor olmamdan nefret ederdi, kendisi de içerdi ama benim içmemi hiç sevmezdi. Laf sokardı sürekli "bok var da içiyorsun" derdi. Gülümser şirinliğe vururdum. Kaç defa bıraktırmaya çalıştı. Bırakmadım vesselam. Hâlâ sigara içiyorum, hâlâ bırakmadım. Neden bilmiyorum, bırakamadım işte.

Hâlâ başımda birisi bırak artık şu zehri diye vır vır etmeye başlayınca o geliyor gözümün önüne. Boğazımdaki yumru daha çok büyüyor. Yine de tebessümümü gizleyemiyorum.

Ertesi gün sabah erkenden izmirden ayrılacağım gece, evdekiler uyuyunca sigaramı alıp gizlice kaçtım yine terasa, sözde uyku tutmadı bahanesiyke çıkıyorum yukarıya. Merdivenleri çıktıkça terasın kapısından ışık gelmesini umduğumu fark ettim. Onun da orda olmasını umuyordum. Işık olmadığını fark ettiğimde sessiz bir hayal kırıklığıyla eve geri dönmeye başladığımı hatırlıyorum. Son görüşümde onunla saçma bir neden dolayı kavga etmiştik ve sinirli ayrılmıştık birbirimizden. Çok kötü şeyler söylemiştim. O an ona veda edemeyeceğim diye ne denli üzülmüştüm. Sarılmadan gitmek istemiyordum.

Terastan gelen türkü sesini duyduğumda o merdivenleri ne ara tırmandığımı hatırlamıyorum. Kalbim ağzımda atıyordu, e onca merdiveni bir hışımla çıkınca bu kadar hızlanması normaldi.
Kapıyı sessizce açıp içeriye girdiğimde elinde sigara karşıdaki ışıklara öylece dalmış bir şekilde türkü söyleyen onu görmem benim için birkaç saniyeliğine çok mutlu bir andı.

Sonra hıçkırık sesini duydum.

Gizlice oradan çıkıp onu rahat bırakmamı söyleyen beynimin aksine vücudum hareket etmiyordu.

Yine mi üzmüştü sevdiği onu?

Ona açılmıştı da kabul mü etmemişti kız?

Ya da kavga mı etmişti annesiyle?

Biri canını yakacak, yarasına basacak bir şey mi söylemişti?

……………

Ne olmuştu ulan ne olmuştu?!

Benim aksime kolay kolay ağlamazdı ve onu bu halde görmek canımı yakıyordu.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama titrek bir sesle adını fısıldadığımda irkilerek bana döndü. Ne süredir orada olduğumu hesaplamak ister gibi bakıyordu. Bozuntuya vermeden kendimi zorlayarak da olsa sırıtmaya çalıştım. Gecenin kısıtlı ışığındayken kendimi kastığımı anlayamazdı nasılsa.

+ "uyku tutmadı" dedim biraz huysuz bir edayla.

- "............." Cevap vermedi, yanına gittim sigaramı yakıp ona bakmaya başladım. Sigarasını dişliyordu. Hırsını alırcasına ısırıyordu. bana tepki vermedi, sanki orada yokmuşum gibi davrandı. içim acıyordu, boğazıma oturan yumru nefes alışımı engelliyordu. Normalde ikimiz de bir süre ciddice birbirimize bakar ve kahkahalara boğulurduk. Kimse özür dilemezdi, kavgalarımız unutulur giderdi. O benim hafifçe saçımı çeker, ben onun tutar yanağını ısırırdım.

+ "bu gece bir anda soğudu hava" hala bana bakmıyordu, bana baksa gülüp barışacaktık biliyorum. "Yaz bitiyor sonunda, bak bu sene denize falan da gidemedik fazla…" konuştum konuştum konuştum " geçen sokakta gördüğümüz hamile kediyi hatırlıyormusun?"

Tepki yok.

+ "arka bahçede geziniyordu gene…" sesimin nasıl titrediğini çok iyi hatırlıyorum. Toparlamaya çalışsam da toparlayamamıştım, daha sonra arkasından gelen hıçkırık ve gözyaşları…

Hemen gözlerimi çevirip onun baktığı gibi karşıya bakmaya başladım. Sessizce ağlamaya çalışıyordum ama bu denli sessiz bir gecede bunun imkânsız bir saçmalık olduğunu biliyordum.

+ "özür dilerim." bu iki kelime nasıl çıktı boğazımdan hiç bilmiyorum. Ne kadar da çaresiz hissediyordum.

Bir anlığına, sadece bir saniyeliğine saçımda ellerini hisseder gibi oldum, ama sonradan o his kayboldu. O an çok ihtiyacım olduğundan beynim bana oyun mu oynamıştı yoksa gerçek miydi bilmiyorum.

Kalbim hâlâ ağzımda atıyordu, hâlâ nefes alamıyordum. Merdivenin vereceği bu çarpıntının çoktan geçmesi gerekmiyor muydu?

Her ne kadar tam tersini umsam da, o an bana dokunmadığını içten içe biliyorum. Kafamı okşamaya çalışmayı bırak, bana doğru bakmamıştı bile. Onu görmesem de bunu hissedebiliyordum. Ya da en azından mantığım bana bunu söylüyordu.

- "yarın" dedi ve derin bir nefes aldı "erkenden yola çıkacaksın, durma burada fazla. Git yat uyu." ne denilebilirdi ki buna? ona baktım. Bir anlık göz temasından sonra kafasını çevirip hızlıca (kaçarcasına) çıktı oradan.

Benimle vedalaşırken sımsıkı sarılan, burnumu baş parmağıyla okşayan insan o gece git yat uyu diyip defolup gitmişti. Sonraki yaza kadar bir daha konuşamayacağımızı bile bile öylece gitmişti. (Telefon ve sosyal medya kullanmayan nadir insanlardan biri olarak ilk defa o gece küfretmiştim bu halime, daha sonradan ona ulaşamayınca daha çok edecektim ama işte, son pişmanlık fayda etmiyor)

Saçlarımla oynardı sürekli, avuç içlerime dairler çize çize hikayeler anlatırdı bana…
2 günde ne degişti bilmiyordum. Onu çok kırmıştım biliyordum ama ne demiştim de bu kadar soğumuştu buna cevabım yoktu.

O gece bana "git yat uyu" dedi ve gitti.

Sonrasında ona noldu bilmiyorum. irtibatımız tamamiyle kesildi.

Konuşmadık.

Ertesi yaz büyük bir heyecan ve umutla izmire gittiğimde taşındıklarını öğrendim. Üst katımız boşalmıştı. Ki sonradan başka kiracı da girmedi oraya, ev sahibi kendi oğluna hazırladı orayı.

Arada haberlerini alıyorum mahalledeki diğer tanıdıklarından. Normalde üniversiteyi bitirmesi lazımdı bu sene ama sınıf tekrarı yapmış. iyice boşlamış herşeyi.

2 buçuk senedir fotoğraflarda bile görmediğim onu o kadar çok özledim ki. Elimde beraber yüzlerce fotoğrafımızın olduğu bir flaş vardı. Flaşı da onu kaybettiğim gibi bir anda kaybettim. Her yeri altına üstüne getirsem de bulamadım bir türlü. Yemin ediyorum koltuk arkadalarından tut kışlık montlarıma kadar her şeyi araştırdım. Ama yok.

Köpek gibi merak ediyorum onu. Neler yaptı, nasıl geçiriyor zamanını, mutlu mu değil mi, hala sigaralarını dişliyor mu, bende alerji yapıyor diye sürekli kestiği o sakallarını ben olmayınca uzattı mı?

Bana sürekli anlattığı ama görmemin bir türlü nasip olmadığı o kıza ne oldu? Açılabilmiş miydi ona? Belki de sevgili olmuşlardı..

Merdivenden koşarak çıktığım için (!) sıkışan o kalbim onu her düşündüğümde sıkışmaya devam ediyor. Ne merdivenmiş anasını satayım… Hâlâ düşündükçe nefesimi kesiyor.

Boğazımdaki yumru hâlâ orada. Bana "git yat uyu" dedigi geceden beri (onu gördüğüm son geceden beri) gerçekten ağladığımı hatırlamıyorum. Sinirden çoğu kez ağlarım ama acıdan… sanmıyorum.

O yumru küçüleceğine büyümeye devam ediyor. Neden bilmiyorum ama gecenin üçünden bu yana bana bunları yazdıran bir şeyler var içimde. Şuan saat beşi geçti ve güneşin doğmasına az kaldı. Bir türlü uyuyamıyorum, gözlerim kapanmakta ama bilincim açık kalmakta o kadar ısrarlı ki…

Bana bunları yazdıran o şeyler "Canımı yakanın ağzına sıçacağını söylüyordun. Canımı yakıyor yokluğun, hani nerdesin?" dememi istiyor.

Onu çok özledim.

Ona ihtiyacım var.

çocukluk hallerinize söylemek istedikleriniz

Kimilerinin tatlı bir tebessümle, kimilerinin yüreği yanaraktan, kimilerinin de hissiz bir şekilde hatırladığı çocukluk anılarındaki hallerine söylemek istedikleridir.

Seni seviyorum miniğim. Sakın hiçbir şeyden korkma. Büyüdüğünde şu anki korkularını aşacak hatta zamanla onları benimseyeceksin. Sevmenin ve sevilmenin verdiği tatlı hissiyatı hep koru. Seneler sonra karşına çıkan çekingen ama sana bir o kadar da büyüleyici gelen adama sıkı sarıl. Onunla hayatının en unutulmaz anlarını yaşayacaksın. Gelecekteki arkadaş tercihlerini hep iyi yapmaya çalış. Lisede kazanacağın biricik arkadaşına hep kıymet ver.

Yumoşla bol bol oyna ve yaramazlık yapmayı sakın bırakma.

Seni seviyorum. Seni şu anki var oluşumdan daha çok seviyor ve inanılmaz bir keyifle özlüyorum.

Mavi gözlü sarı kafaya benden selam söyle.