yeter artık. gidin galatasaray'dan nereye gidiyorsanız orada alın milyon eurolarınızı faydasız herifler sizi.
1. selçuk'un sahada olduğu hiçbir maçta bu takım iyi futbol oynayamaz ve iyi bir takımı yenemez.
2. yasin formayı yere attığı an bitmişti. ama hala taraftardan "şans verilsin" diyenler çıkmıştı. şimdi de "sakatım" deyip tatile çeşme'ye gitmiş. bir de ömürlük sözleşmeyle galatasaray'ı baltalamaya devam etmek istiyor.
3. ahmet çalık ne ya. bu mu galatasaray defansı. yavaşlığını, kazmalığını geçtim yılmaz vural'a yaptıklarıyla bile galatasaray'da olmayı hak etmiyor.
4. serdar çok büyük bir kazık. sakat oğlum bu adam. hiç bir zaman da içimize sinecek bir performans sergileyemecek. geçen sezon bir tane iyi maç mı oynadı ki medet umuyorsunuz.
1 çok iyi defans + 1 çok iyi sol bek + 2 çok iyi orta saha + 1 çok iyi sağ açık + 1 çok iyi sol açık = 6 çok iyi transfer yapılmalı.
üzerinde 30000 lira ve 5 ayrı hesaba ait 450000 liralık banka cüzdanı ile şehreküstü'nde yakalanmıştır. tabi bu icebergin görünen kısmı da olabilir. senden benden sağlam. hiç dilenciye de benzemiyor.
1/40. evet. kulağa çok basit ve güzel geliyor. zenginlerin kazandığı paranın 1/40'ını, çevresindeki ihtiyacı olana vermesi. çokta kolay bir iş aslında.
sırasıyla ailenden, akrabalarından, arkadaşlarından, çalışanlarından, çevrenden...
sonra yine sırasıyla yaşadığın sokaktan, mahalleden, ilçeden, şehirden, ülkenden devam ederek verilmesi gerekendir zekat.
peki veriliyor mu? gerçekten bu ülkede, müslümanlar zekatlarını hakkıyla verse... türkiye'de tek bir aç kalır mıydı?
eminim. 1923'den günümüze, bu ülkede müslümanlar zekatlarını verselerdi... çoktan muassır medeniyetleri geçmiştik bile.
hatta hani şu 1940'lardan beri ülkemizi yöneten, 3 tane darbe yapan****, türkiye'yi yönetenleri seçen**** abd var ya... gelip ayağımızı öperdi: borç almak için.
hatta bırakın somali'nin bugün bu halde olmasını... türkiye orta doğu, balkanlar, kafkasların tek hakimi olurdu. orada yaşayan soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza da kimse dokunamazdı.
1923'den öncesine gidersek... osmanlı zamanında da herkes zekatını verseydi... yine eminim. osmanlı'nın, tarih sahnesinden çekilişi bu kadar çabuk olmazdı.
ben zekatın islamın, toplum içerisindeki adaleti ve kalkınmayı sağlamak için olduğuna inanıyorum. ve zengin müslümanların çoğunun ne yazık ki bu ibadeti yapmadıklarını düşünüyorum. umarım zenginler namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerini yaparken... zekat ibadetini de hakkıyla yerine getirirler.
(bkz: başı döndü real madrid in)
türk futbol tarihinin en önemli maçı. bugün yıl dönümüdür.
11 yıl oldu. ama o günleri dün gibi hatırlıyorum. en tepedeydik. en yüksekte! real madridmiş... barcelonaymış... manchester unıtedmış... arsenalmiş... milanmış... hepsi vız gelir tırıs gider... hepsi galatasaray'ın önünde titreyerek, boyun eğdi.
o günler bazıları için, şimdilerde uzakmış gibi dursa da... hayır! asla! biz galatasarayız. parçalı formaysa aynı parçalı forma! armaysa aynı arma!
biz bu günleri yaşadık. yine yaşayacağız. çünkü biz galatasarayız!
glasgow rangers, blackburn rovers ve galatasaray...
türk futbolunun yetiştirdiği dünya çapındaki futbolculardan tugay kerimoğlu, bugün 42 yaşına girmiştir.*
1. ikisi de su katınca beyaz olur.
2. evet. birbirlerine çok benzerler. ama rakı biraz daha serttir.
3. birinin burada, diğerinin suyun öbür tarafında... kaçak yapılanı boldur.
4. ikisi de sağlığa çok zaralıdır.
5. ikisi de günahtır.
beyaz ve bordo ayakkabısını giydiğim, giyim markası. ama yapılabilecek en makul tanım: ülkemize 10 liraya, 20 liraya getirenlerin, 100 liraya halka sattığı spor ayakkabı.
converse alacaklara tavsiyeler:
1. kesinlikle çakma almayın. kötü duruyor.***
2. alınca makinada yıkamayın. parçalanıyor.***
3. koşmak veya topa ayakla vurmak gibi sporlarda kullanmayın. olmuyor. yıpranıyor.***
ve geldik en önemli tavsiyeme:
4. converse ayakkabıya o parayı vereceğinize*... aynı paraya daha kalın ve yumuşak tabanlı koşu ayakkabısı alın daha iyi*.
bir de converse'in t-shirtleri varki... onları hiç almayın. çünkü tam bir kazık.
insanların hakkındaki düşüncelerini, gelip bu başlık altına yazmaları gerekirken*... şu an sol tarafta, hakkında türlü saçmalıkta başlıkların açıldığı** eğitim, öğretim vs... merkezi. üniversite kelimesi latince olup, anlamı: "bağımsız tüzel kişiliğe sahip ve müşterek çıkarları olan kişiler topluluğu"
benim bu başlığa yazma sebebim burada başlıyor. bu ülkede üniversiteler bağımsız mı? cevap basit. koskocaman bir hayır! daha düne kadar* kolunun altına kitap sıkıştırıp, üniversiteye gitmek potansiyal suçtu. ama en kötüsü de... 12 eylül'ün hemen sonrasında üniversite rektörlerinin, faşist kenan evren'in önünde el pençe durmasıydı. o faşistin elini eteğini öpenin üniversitesinde neyin bağısızlığı, tüzelliği, bilimselliği olabilir?
mesleki eğitim ve üniversite eğitimi arasında, her ülkenin kendine özgü bir dengesi vardır. sonra ne olduysa... bu ülkede bütün millet, üniversiteye gitmek için kendini parçalamaya başladı***.
bu ülke öğrenci, üniversiteye gitmek için dershanelerce soyuldukça gelişemez!
bu ülke öğrencinin, üniversitede harç adı altında soyulduğu sürece gelişemez!**
bu ülke öğrenci, üniversiteye giderken akbil, kentkart, bukart gibi liberal faaliyetlerle soyuldukça gelişemez! ****
bu ülke devletin üniversitelere, bilimsel araştırmalar için verdiği komik rakamlar makulleşmedikçe gelişemez!
bu ülke üniversitelerini potansiyal suç yuvasıymış gibi, hapishaneler gibi şehirlerin dışına yaptığı sürece gelişemez!
üniversite dediğin, şehirin merkezinde olur**. üniversite, şehrin merkezinde özgürlüğü ve bilimselliğiyle şehri, uygurlağın zirvesine giden yolda yukarıya çeker. ama bu ülkede şehir merkezleri, tank hızında bina yapan toki gibilerince... ve halkı üretmeyip tüketmeye, biriktirmeyip harcamaya teşvik eden alışveriş merkezlerince... onların rantı için kullanılıyor.
atatürk'ün önderliğinde kurulan bu ülkenin... yine atatürk'ün koyduğu bir hedefi vardır: muassır medeniyetleri yakalamak ve onları geçmek. bu hedefin gerçekleşmesinde sokaklar ve üniversiteler etkin olacaktır. bunun içinde ülkemiz üniversitelerinin, sahip olması gereken bağımsızlığı ve bilimselliği elde etmesi gerekir. bu işi yapacak olanlar o üniversitelerin içinde, sisteme ve düzene hayır diyecek öğrencilerdir.
unutulmaması gereken... öğrenci varsa üniversite var.
üniversiteler içindeki öğrencilerindir. rektörlerin değil.
evet. barca-real rekabeti çok büyük. evet. barcelona-real madrid maçlarında gerilim had safhadadır. evet. bu maçlarda kimsenin kaybetmeye tahammülü yok. bu yüzden de çok hırslılar. zaman zaman bu maçlarda böyle kavgalar olur. o kavga sahada kalır. sonra bir basın toplantısında, taraflar karşılıklı olarak birbirinden özür diler. konu kapanır. hatta! kavga edenler, bir süre sonra çok iyi dost olurlar.**
jose mourinho'nun, bir de... makasdan sonra dudaklarını öpücük yaparak kabartması yok mu? ona hiç girmiyorum. çünkü o bambaşka bir başlık konusu*. tabi bu hareketi karşı tarafı tahrik edip, kendi alacakları cezayı azaltmak istemesi... ve/ve ya karşı tarafı kavganın içine daha çok sokarak, daha çok ceza almaları için yaptı. ama keşke yapmasaydı tabi...
18 ağustos 2011 fc barcelona real madrid kavgası, gibi kavgalar çok oldu. olur da... kavga edenler barışır. dün akşam olanlar tabi ki ne barcelona... ne real madrid... kimseye yakışmadı. böyle büyük maçları bütün dünya izliyor. çocuklar izliyor! kimse şiddetin reklamını yapmamalı. herkes daha dikkatli olmalı. kötü örnek olmamalı. kimse hepimizin, aynı yolun yolcusu olduğunu unutmamalı.
yazarın, sol tarafta görmek istemeyip engellediği başlıklar, tekrar çıktığında... xe basarak bir kez daha engelleyince karşılaştığıdır; bu başlık zaten engelli.
aynı zamanda... tarafımca varlığı anlaşılamayandır; bu başlık zaten engelli.
yine aynı zamanda... sözlüğün hatalarından biri olduğuna inandığımdır; bu başlık zaten engelli.
umarım ismimin zzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz diye sol tarafta çıkmamasını sağlıyanlar...
sözlüğün hatalarından biri olan bu başlık zaten engelliyi de kaldırırlar da...
yazarlar, sol tarafta görmek istemeyip kaldırdıkları başlıklarla bir daha karşılaşmaz.
somali'yi, değiştirmeyecek ziyarettir. insanlık dışı bir ortamda bugün somali'de yaşayan insanların, çoğunun haberinin bile olmayacağı ziyarettir.
ama bir de... içinde denizyıldızı geçen bir hikaye var. hani şu sahilde binlerce denizyıldızı, son nefeslerini verirken... yaşlı bir adamın, sahildeki denizyıldızlarını denize götürdüğü hikaye... sonra başka bir adamın yaklaşıp "binlerce var. hepsini kurtaramazsın." dediğinde... yaşlı adamın, bir tane daha denizyıldızını sahilden denize bırakırken "ama bak. bunu kurtardım." diye cevap verdiği hikaye...
aslında insanlarda, bu düşünceyle yardım ediyor somali'ye.
aslında bu düşünceyle el uzattı, uludağ sözlük somali'ye.
umarım birgün bütün somali'yi, kurtarabilecek güçte bir türkiye'de yaşayabiliriz.
kiminin ekmek parasıdır plastik su şişesi...
beyaz naylondan bir çuvalı sırtına alır,
kimi zaman iki tekerlekli bir arabaya sıkıştırır çuvalını.
çöplerden, yerlerden, parklardan, bahçelerden...
toplar plastik su şişelerini.
100 kilosunu 5 liraya satıcağım diye...
kiminin umududur plastik su şişesi...
beklerken tekerlekli sandalyede.
bir kampanyadır aslında beklediği.
o plastik su şişelerinin dönüşmesidir.
akülü arabaya, tekerlekli sandalyesinin
kiminin güç gösterisidir plastik su şişesi...
eline alıp sıktıkça sıkar...
sıktıkça sıkar, ipince edene kadar.
kiminin futbol topudur plastik su şişesi...
zil çalınca tenefüse çıkar,
koşturur 20-30 çocuk bir topun peşinden koşmak varken...
bir plastik su şişesini
iki taşın arasından geçirmek için...
olasılıksız, adam fawer'ın yazdığı basit bir masaldır. ama okunduğunda (her kitapta olduğu gibi...) olasılıksız'dan da güzel bilgiler öğrenilebilinir, dersler çıkarılabilinir. mesela kitaptaki ana karakterlerden, kadın ajan nava ile ilgili kısımları okurken, bir insanın nasıl ajan olduğu öğrenilebilinir. ve onun yaptığı gibi hayatın her anını, çok dikkatli ve uyanık yaşamak gerektiği görülebilir.
kitap vasat olsa da... kitabın ana karakteri caine'in, kitabın başındaki kumarhane maceralarını ve kötü adamlardan kaçarkenki kısımları okurken, gözünüzde new york'u canlandırması kitabın kayda değer birkaç artısından.
dünya'daki tüm üniversitelerinin, bilimsel araştırma ve deneylerin yapıldığı her yerin... dünya'nın güçlü ülkelerince, son teknoloji mikrofon ve kameralarla takip edildiğini... bu sayede geri kalmış ülkelerin, kendi bilimsel çalışmalarının çalındığını... bu yüzden de bütün icadların genellikle, gelişmiş ülkeler tarafından yapıldığını... bu kitapta okuyabileceğinizi belirtebilirim.
toparlamak gerkirse...
yazarın belli gruplarca desteklenmesi sayesinde, dünya'da reklamı yapılan ve okunan tarzda bir kitap. bu vasat kitabı okumazsanız çokta birşey kaybetmezsiniz. size tavsiyem: bu kitabı okuyacağınıza, gidip dünya klasiklerinden birini okumanız. dostoyevski olur... yaşar kemal olur... içinde insanın bu hayatta yaşayabileceği tüm duyguların olduğu, sefiller'in rast gele bir sayfasını açıp okumaya başlamak olur... o artık sizin tercihiniz. yine de değerli zamanınızı bu kitapla harcamayın.