biraz daha gayretle anlaşılamamış entarim olacaktır ki diğer anlaşılamış da lost üzerine olduğu için tüm emeği geçenlere şimdiden teşekkürler. +rep pls, tşk.
ulusal ekonominin özellikle gumruk tarifeleri vasıtasıyla dış dünya kaynaklı (kuresel) rekabet ortamından etkilenmesini önlemek amaçlı anlayıştır.
genel anlamda, yeni yeni gelişmekte, palazlanmakta olan işletmelerin(infant industry) rekabet edebilirliğinin olmadığı savından hareketle devlet tarafından himaye altına alınmasıyla gerçekleştirilir.
gelismis ulkelerin (developed countries) ekonomik refahına varmak için çabalayan ama (metaforik anlatımla) her an tırmanmakta oldukları merdivenin üsttekiler tarafından itilmesi tehditiyle karşı karşıya kalan, haddizatinda (ve özetle) az gelismis ulkelerdir.
bizim "evrendeki dengenin, değerler karşısında yansız kalan değil, ancak değer yaratan yönleriyle övünebileceğimiz, başka canlı varlıkları öldürmek yerine onlarla birlikte yaşayabileceğimiz toplumlara ve yerleşim yerlerine gereksinmemiz vardır... neredeyse, iyi yaşam, canlı varlıkları tehdit eden bir yaşam anlamına gelmeye başladı. dünyanın küçücük bir bir bölümündeki kısa dönemli refahın maddi servetteki yıkıcı artışlarla ölçülmekte olması yanlıştır...çevre bunalımı bir yeniden doğuşun başlangıcı olmalı, kültürel yönden bütünleşmiş bir teknoloji, ekonomik gelişmenin birlikte yer alabileceği yeni toplumsal yaşam biçimleri oluşturulmalıdır."
her şeyin yerli yerinde olduğu ve içinden bir şey çıkarılsa tüm ahengin kaybolacağı görüntüsü veren leziz bir almodovar filmi.
almodovar sinemasını tanımayanlar, son derece rahatsız edici bir ilişkinin anlatıldığından dem vurmakta.
ancak benim izlediğim almodovar filmlerinin içinde yine en az marjinal olanıydı bu.
zaten bence o da önemli değil, zira konudan çok anlatış biçimine bakarım ben.
*****
son dönemde oldukça popüler olan alakasız görünüp tesadüfen kesişen hayatlar temalı filmler içinde benim ayrı bir yere koymaktayım hable con ella'yı.
çünkü hiçbir zorlama ay da ekstra çaba hissetmiyorsunuz kesişme hikayesinde.
ipek bir kumaşın tende bir ferahlık bırakarak engelsiz biçimde akıp gitmesi gibi hikaye sürüp gidiyor.
*****
son olarak anlatış tarzıyla sanki fatih akın'ı ve yaşamın kıyısında filmini etkilemiş gibi geldi bana.
hafta sonunda öğle saatlerinde bebek'te arkadaşlarla balık tutmaya çalışanlardan sakınarak üç beş tur atarken denize girmek(?) üzere olan iki abimiz konuşmaktadır.
-abi ne bekliyorsun atlasana.
-hamdi paletleri getirecekti, getirsin direk karşıya geçecem zaten.
-abi aman güneş çarpmasın denizin üstünde.(yuh karşıya geçti de bi o kaldı)
-iyi hatırlattın şapka takayım.
biz de "güneş çarpmasın diye dipten giderim" yorumu neden gelmedi diye şaşırarak uzaklaştık.
cirit attığım sözlükler aleminde gördüğüm kadarıyla hakkında en dengesiz yorumların yapıldığı kişilerin başında geliyor deniz gezmiş.
tabii genelde hakkında olumsuz yazılanlar çaat ayar manyağı yapılmaya çalışılıyor yahut olumsuza boğuluyor amma övgünün ölçüsüz biçimde akıtıldığı yorumlara pek fazla tepki gel(e)miyor.
benim bu güzel entirimin başında sarfettiğim "dengesiz" lafını "hah bak bu da saydıracak basalım olumsuzu" düşüncesiyle anlamlandıranlara "bi sn" diyorum.
şair burada objektiflikten uzak olduğunu gördüğü yorumları kastediyor yani.
her zamanki gibi ya çok iyidir (özellikle hatırla sevgili'den sonra iyice arttı), ya "pis gomünist, hak etti amuğagoduğum" şeklinde çok kötüdür minvalinde yorumlar oluyor.
yahu tamam, 27 mayıs'ın rövanşist duygularıyla 3 kişinin idam edilmesi bence de doğru değildi ama idam edilmeseydi hakkında bu kadar övücü sözler edilecek miyidi?
ya da diğer idam edilenlere ayıp olmuyor mu o zaman?
ya diğerlerinin saçmalık dolu "oh olsun" açıklamaları.
nedir yani, bu kadar basit mi her şey?
vay be, iki tarafa da sallayıp orta yolcu imajına bürünmeyi başardım yine, mükemmeliyim ya ben ondan işte.
ingiliz edebiyatinın en önemli yazarlarından samuel johnson'un (biz futbolcu diye biliyorduk, uzaklardan iyi vururdu ya neyse) eseri.
ayrıca tam adı: "habeşistan prensi rasselas'ın hikayesi"
"mutlu vadi" denilen cennet gibi yerde tahta çıkacağı günü bekleyen, yan gelen yatan, gak deyince su, guk deyince et sunulan...velhasılı kelam bir bolluk ki sormayın tarzında yaşayan bir zat-ı muhterem olan prens rasselas'ın: "yahu her seyim var ama mutsuzum" düşüncesine gark olmasının akabinde kendini iki yoldaşıyla (hocasıyla kız kardeşi) birlikte akacak mecra aramaya hasretmesiyle gelişen olayların anlatıldığı bir eser.*
tabii kahramanımız yarasına merhem ve mutsuzluğuna çare bulamıyor, herkesi mutlu görüp kahroluyor falan filan ama güncelle içli dışlı ibretlik hadiseler ortaya çıkıyor bu arada.
ezen ve ezilen uluslar bağlamında soruna yaklaşan bu bakış açısı, ezilen ulusların otonom bir devlet kurma hakkına sahip olmasını savunur.
ulusal bazda ortaya çıkan sorunların belli (kültürel, ekonomik, demokratik...vb.) ödünler vererek çözülemeyeceği, nihai ve asıl çözümün bağımsız devlet platformunda saklı olduğu ortaya konur.
bu yaklaşım türkiye'yi yakından ilgilendirmektir, çünkü bağımsız bir kürt devleti isteği bu düşünceden destek almaktadır.
tam tarihi 21 temmuz 1946 olan, türkiye'de muhalefetin de katıldığı ilk genel seçimdir.
aslında genel seçimin olağan tarihi 1947'diydi, ancak demokrat parti'nin henüz 7 ocak 1946'da kurulmuş olmasına rağmen halktan büyük bir ilgi görmesi üzerine, genel seçim bir baskin secim hüvviyetine büründürülerek bir sene öncesine alındı.
dp'den çekinen chp acik oy gizli sayim gibi çok makul(!) bir sistemi bu seçimlerle siyasi yaşamımıza soktu. hatta seçim sırasında yaşananlar 1946 seçimlerinin "sopali secim" olarak anılmasına neden oldu.
birçok usulsüzlüğün yaşandığı da ciddi biçimde iddia edilmesine ve birçok itiraza rağmen seçimler geçerli olarak kabul edildi.
dp, 465 milletvekilliği için gösterebildiği 273 aday arasından 62'sini meclise sokabildi.
chp, bu olaylı seçim süreci sonrasında meclisteki basatlığını korumasına karşın bir daha böyle bir çoğunluk yakalayamadı ve bulent ecevit'in ortanin solu yaklaşımı dışında da ciddi bir kıpırdanma gösteremedi.
(rahatsızlık verici sahnelerden ve değişik anlatım tarzından dolayı) sonuna kadar izlemeyi becerebilenler için oldukça ilginç ve çarpıcı bir filmle karşılacaklarını rahatlıkla söyleyebilirim.
*****
filmin büyük bölümü dijital el kameraları ve güvenlik kameralarının çekimlerinin montajlanmasından ibaret.
montajlanması diyorum, zira klasik bir film akışı yok.
post-modern bir çalışma.
kaotik bir atmosfer var.
bu değişik tarz ilk başta hayli yorucu gelse de sonra sonra alışıyorsunuz.
*****
türkiye'de herhangi bir gişe başarısı elde etmediği ve televizyonlarda da gösterilemeyeceği düşünülürse sinema izleyicisinin büyük bölümünün bu filmi izleyemeyeceğini tahmin edebiliyorum.
işte bu nokta beni üzmekte.
yanı başımızda demokrasi ile tazeleyin taçlandırılmış ırak'ta olan biteni haberlerde "yine bomba patladı, 50 kişi öldü. işgalden bu yana ... kişi yaşamını kaybetti." ya da "amerikan askerleri tikrit yakınlarındaki köye sabaha karşı baskın yaptı. direnişçi olduğu iddia edilen ıraklılar tutaklandı." şeklinde izleye izleye duyarsızlaşmış hale geldik.
ama "örtülü gerçek"in ne olduğu konusunda pek bir malumatımız yok.
işte bundan dolayı redacted'ın hikayesi önem kazanıyor.
*****
son olarak bence filmin en çarpıcı sahnesi ne tecavüz, ne de tecavüzün sonrasındakiler.
beden dilinin bir insan hayatına nasıl mal olduğunu gösteren bölüm.
kontrol noktasında ellerini kaldırarak (demokrat parti işareti) dur işareti yapan işgalci askerlerin selam verdiğini sanan ve okuma yazma bilmediği için uyarı levhalarını anlamayan ıraklı şöförün hamile kardeşini hastaneye yetiştirmeye çalışırken yaşadığı dehşet/vahşet çok çarpıcı.
hamiş: sevgiliyle yiyişmek için boş salon kollayıp sanat filmlerini tercih eden çiftlere de aman diyorum, sakın!
yapım demek doğru olacak sanırım zira ne tam anlamıyla film ne de belgesel.
gerçi ikiye bölersek ilk yarısına belgesel, ikincisine de film demek doğru olabilir...ya neyse.
kuantum fiziğinden girilip, yaşam felsefesinden çıkılan, metafiziğe ve tanrı inancına uzanan hatta zaman zaman kendinize "acaba god tv mi izliyorum?" sorusunu sormanıza neden olan bir içeriğe sahip.
çoğunlukla bilim insanlarıyla yapılan röportajlarla ve pek de düşünülmeyen noktalara temas eden açıklamalarla desteklenmiş zihninizi farklı bir yönde çalıştıran bir melez.
öncelikle beğenmediğim ama bunun yanı sıra üzerinde konuşmaya değer olduğunu düşündüğüm bir filmdir.
*****
yorumlardan genel olarak "hocam zenci dedin hayvanlı çıktı" tarzı forum geyiklerine benzer bir şaşkınlık seziyorum.
itiraf edeyim ki ben de bir komedi filmi beklerken didaktik bir dramayla afallatılacağımı beklemiyordum.
bunun yanında filmin bu kadar kötü, senaryo fikrinin de bu kadar iyi olacağını da tahmin etmemiştim.
hatta olayın çekirdeğine ininceye kadar geçen sürede "kapat bsplayer'ı da football manager'a akalım" teklifiyle kendimi kandırmak üzereydim.
filmi izlemeye devam etme konusunda beni ikna eden tek şeyse kate backinsale'di.
--spoiler--
ancak otomatik pilot zamazingosu başlayınca bir "kariyer köleliği" eleştirisi ile karşı karşıya kaldığımı anlayarak kendime geldim.
--spoiler--
bana bu tip mesajlar veren (ve aslen kapitalizmin atar damarında çekilmiş olan) hollywood filmleri ne kadar riyakar gelse de click'in kariyer konusunda emekleme aşamasındaki bendenize bir hayat muhasebesi yapma fırsatı vermiş olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
--spoiler--
film bana/bize, otomatik pilota alınmayla birlikte kariyer köleliğinin fırsat maliyetini hesap dışı bırakmış olacağımızı ve maalesef bunu iş işten geçtikten sonra anlayacağımızı gösteriyor.
--spoiler--
bir filmden ve hatta böyle "kötü" bir filmden kapsamlı yaşam felsefesi çıkarmak istemem, ayrıca huyum da değildir, ama burada biraz derine bakmak gerekiyor sanırım.
2.iki film de oscar kazanmıştır. rocky on adaylıkla üç tane kazanırken, raging bull sekiz adaylıkla iki tane kazanmıştır.
3. raging bull biyografik bir filmdir, tabii araya filmleştirildiği için kurgusal öğeler serpiştirilmiştir ama rocky serisi gibi tamamen kurgusal değildir.
4. la motta iyi bir adam olmasında rağmen paranoyak, kıskanç ve aşırı sinirli olması nedeniyle çevresindekileri küstürmüştür, sonunda dibe vurmuştur. balboa, naif ve (genelde) iyi bir adam olarak başarıyı yakalamıştır.
5. la motta çapkındır ve eşleriyle arası kötüdür. balboa çapkınlıkta gözü olmayan örnek bir aile babasıdır.
6. raging bull'da la motta'nın antremanları hemen hemen hiç gösterilmezken, rocky'de en gaz sahneler genişçe gösterilen antremanlarda geçer.
7. la motta'nın dövüş sahneleri kısa kısa geçilmiştir ama çok başarılıdır. rocky'de dövüş sahneleri gayet uzun gösterilmiştir ve neredeyse sadece o sahnelerden kısa bir film yaratılabilir.
ikinci dunya savasi sonrası dönemde çok ses getirmiş çalışmalara imza atmış abd'li sosyolog.
siyasi yelpaze içerinde sol ve hatta radikal sol olarak nitelenebilecek bir konumda yer alıyordu.
sociological imagination kavramı ile birey ve tarihsel sosyal yapılar arasındaki ilişkiyi çok güzel bir biçimde irdelemiştir.
white collar çalışması ile amerikan orta sınıfı ile ilgili kapsamlı bir çözümlemeye girişmiştir.
the power elite çalışması ile de abd'nin yönetim sistemine ciddi eleştiriler getirmiş ve sıkı bir elit topluluğun yönetimde söz sahibi olduğunu iddia etmiştir.
bireylerin ilk bakışta özel olarak algılanan sorunları ile tarihsel perspektifle şekillenmiş sosyal ve kültürel yapılar arasındaki bağlantılar olduğunu savunur.
bireysel yaşamlar, aslında tarihi değişik yapılara sahip sosyal hayatın bir yansımasıdır.
mills, iyi sosyolojik çalışmalar yapabilmek için de bu kavramlaştırdığı tahayyüle sahip olmak gerektiğini savunmuştur.
mills, abd'nin yönetsel sisteminin, kendi içerisinde sıkı sıkıya bağlı yapıya sahip bir elit topluluğu tarafından ele geçirildiğini iddia ettiği bu çalışmasıyla büyük bir ses getirmiştir.
mills ayrıca, elit topluluğun yönetimde sürekliliğini sağlayabilecek bir sistem oluşturduğuna ve bu sistemi yıkabilmenin güçlüğüne dikkat çekmiştir.