artık moderetörlerin bir temizlik içine girmesinin gerekliliğini gözler önüne seren bir durumdur. imla saçmalıkları, nefret söylemleri, forum tarzı entryler, başlıkla alakasız entryler sözlükte almış başını gitmiş... hal böyleyken klavyeye sıçsam yazar olur diye düşünüyor insan.
bak şimdi sevgili sözlük okuru; rakı sofrası, rakı mezesi, rakı sofrası muhabbeti, fasıl, masıl bunların hepsi rakının raconudur. birisi eksik olsa aranır. hatta bazısı olmasa diğerleri çekilmez.
şimdi kadim alkolikler diyecekler ki her şey bahane, rakı şahane.
kimseyi sallamam ama böyle düşünenlere saygım sonsuz. neden diyeceksin. çünküsü ben de aynen öyle düşünüyorum. fakat bahsi muhterem mevzu rakı ortamının içinden rakının kendisini çıkartmak. işte o anda sıçış başlıyor.
40 çeşit meze olsun ye babam ye, yemekler şahane olsun onları da yut, müzik de tam keyfine göre gitsin oh ne ala ama rakı kafasıyla muhabbet eden kişi bozuyor arkadaş bütün bu işi.
hayır içince geyikten geyiğe koştuğun adam birden farklı bir gezegenden seninle iletişime geçmeye çalışıyor. hatta iletişim sikinde de değil. iki çift laf ettirmez, lafları ağzına tıkar. hep anlatır, anlatır, anlatır. kafan güzel olsa sen de anlatacaksın ama dinlemeyeceksin, bu sayede monologlar bütünü yalandan bir diyalog ortaya çıkacak, gülmece eğlenmece. ama yok arkadaş kafan taşak mode off dolaylarında gezerken o herifin kurduğu her cümle üstüne bir kürek toprak gibi çöküyor. herifin sesi müziği boğuyor. anlatıkları mideni kasıyor yemek yiyesin gelmiyor. ortamdaki başkalarına söz vermişsin hemen kaçamıyorsun.
bir süre sonra uyarsan da seni siklemez. şaka yapıyorsun sanıp güler geçer. be adam ya...
neredeyse bir hafta geçti ben hala bu baygınlığı üstümden atamadım.
ulan hakan ruhumu emdin, ölümü yedin allahsız! muhabbetine azkaban tutsağı ettin beni. felsefe taşımı çatlattın.
hay senin derdine expelliarmus emi!
bir insan evladı; göğsünde kıllar çıkmadığı için babasına taşak malzemesi oluyor diye ağlamaklı olur mu yahu?! neymiş yirmi sekiz yaşındaymış ama adam olamamış. adamın bir saat boyunca anlattığı derde gel arkadaş!
böyle bir muhabbete ancak alık olunur. ızdırabını eşşekler çeksin emi!
internet üzerinden yarı-canlı yayın. gösterilen şey banttan da olsa yayın klasik televizyon mantığıyla işler, o yüzden yarı-canlı demeyi uygun buldum. internetten yapılan televizyon kanallarının yaptıkları yayınlar live streaming olayının tam karşılığıdır efendim. ama ve lakin bir youtube bu kategoriye girmez.
www.zonein.tv adresli live streaming yani bir nevi canlı yayın yapabileceğiniz site. justin.tv gibi diyebiliriz. nba maçlarını bu siteden yayınlarlar ve linklerini bulup izlerdik fakat 2 haftadır bu güzide siteye güzel ülkemden erişilemiyor. "zonein.tv mahkeme kararına mı kurban gitti acep?", diye sormaktan kendimi alamadığım.
kiloyla satılsa şaşırılmayacak kadar kalitesiz filmler anlamında kullanılan yeni bir laf. çoğunlukla amerikan sinemasında örneklerine rastladığımız fakat ülkemizde de gittikçe sayısı artan bu yapımlara örnek olarak "x lerin intikamı, istilası," gibi isimler taşıyan dandik amerikan korku filmlerini ya da "x ler takımı", "x ler tatilde", "çılgın x" gibi isimler taşıyan dandirik türk komedi filmlerini verebiliriz.
spam mail protector gibi bir mantıkta çalışacak, bazı yazarların ve bazı konu başlıklarının kullanıcı taraflı filtrelenmesini sağlayacak keşke olsa dediğim bir button projesidir. böylece gece yazarları gündüz de keyifle sözlükte arz-ı endam edeceklerdir.
kendine saygısı olmayan, insan olmanın anlamı konusunda hiçbir fikri yada bilgisi olmayan, samimiyetsiz, beceriksizliğe ve başarısızlığa güdümlü ezik.
böyle olmamak için ne bilgiye, ne kültüre, ne zekaya, ne entelektüel bakış açısına ihtiyaç vardır. böyle olmamak için sadece ve sadece öz saygı yeterlidir.
bu tip insanlar seviyenin samimiyetsizlik olduğundan dem vururlar ama seviyesizlikleri sadece ve sadece sahtelikten, özünde, aslında samimiyetten çok uzak olmaktandır. kendi gerçeklerinden kaçmaktan, karakterlerindeki gedikleri görmezden gelmeye çalışmaktan başka çareleri olmadıklarına güdümlenmişlerdir. üyesi olmuş bulunduğu herhangi bir topluluğun seviyesini düşürerek kendi ezik konumlarına yaklaştırabileceklerini ve bu şekilde kabul edilebilir olacaklarını düşünmekten ibaret olan sosyal bakış açısı sadece kendilerini içine çeken bunalımlı bir anafordan öteye gidemez. bu anaforun dibine battıkça iyiden iyiye bencilleşen, kıskançlaşan, kindarlaşan kişi etrafına zarar vermek için sürekli enerjisini tüketir ve aslında fark etmeden kendisini yok eder. iyi ki de yok eder ki şanslıysa bu sayede belki tekrar sağlam temellere dayanan, güçlü karakter yapısına sahip bir birey olabilsin.
yazar olduğunu sanan her bir sözlükteki, bir kısım sözlükçülerin, oraya buraya laf sokarken aslında kendi eksiklerini, ezikliklerini farkında olmadan gözler önüne serdiğini fark etmemesidir. komik duruma da düşmezler bunlar çünkü ciddi anlamda acınası bir halleri vardır. kendi gerçeklerinden kaçarlar, beceriksizliklerini başkalarının övgüyü hak eden yeteneklerine -salt kıskançlıktan- çamur atarak gizlemeye çalışırlar ama aslında yaptıkları tek şey satır aralarında kendilerine küfür etmektir. bilerek yapanlar da var tabi bu yazınsal mazoşizmi fakat onlar vicdani rahatsızlıklarını kendilerine küfür ederek dışa vururlar ve adeta kendi kafalarına vura vura gelişimlerini sağlarlar ki o yazarlar candır, can!
yaşadığımız çağda, neslimizin en büyük handikapıdır. kişinin kendisini tanımlamasını önler, kendi olma serüveninde kaybolmasına sebep olur. iletişim çağının getirisi olarak neslimizin sürekli bir algı bombardımanına tutulduğunu göz önünde bulundurursak bundan kurtulmak ancak güçlü bir karaktere sahip olmakla mümkün olabilir. çevremiz (televizyon, internet, sosyal çevre, vb.) ihtiyacımızı ve sahip olduklarımızı görebilmemizi güçleştirir, sürekli açgözlülükle tüketmemizi emreder, mutluluğu maddeleştirir ya da mutlu olmak için tüketimi öngörür. dolayısıyla bu; sahip olduklarımızı çabuk harcamamıza ve bizi bireysel bunalımlarımız içinde boğulmaya iter. mutluluk mutlaka birey için önemlidir, önemli olmalıdır fakat unutulmamalıdır ki asıl mutluluk kendine dönük istekleri gerçekleştirmekle asla yakalanamaz. bunun tatmini çok kısa sürelidir ve renksizdir. insanı tinsel yalnızlığa iter. tamircilik mesleği yok olmak üzere olan bir meslektir çünkü tamir etmek yerine çöpe atmayı yeğleyen bir toplumuz. halbuki asıl güzel olan ve günümüzde zor olan tamir etmektir, tamir
edebilmektir. bunu insan ilişkileriyle örneklemek gerekirse artık dostluklardan ne kadar çabuk vazgeçildiği örneğini verebiliriz. bir dosttan, bir sevgiliden, aile bireyinden hiç mi vazgeçilmemeli? elbette ki gösterdiğiniz sevgi, şefkat, güven ve dürüstlük; anlatmak için çırpınsanız bile anlaşılmıyorsa ya da anlaşıldığı halde karşılık görmüyorsa ve hatta karşılık olarak öfke ve nefretle karşılaşılıyorsa vazgeçilmelidir. aksi halde sizin içinizdeki ışık * körelecektir. bunu köreltmeye kimsenin hakkı yoktur çünkü bu ışık size verilmiş ruhsal bir hediyedir. işte tam bu nokta kişinin asıl mutluluğu nasıl bulabileceği ile ilgili çok önem taşır.
maddesel şeylere ihtiyaç duyarız çünkü hayatta kalabilmek için yemek, su ve
barınma ihtiyacımızı (kendimiz ve ailemiz için) karşılayabilmeliyiz ve aslında
hiç bir canlının daha fazlasına ihtiyacı yoktur. gerçekte göremediğimiz maddesel
tatminimiz aslında bundan ibaret. peki bu mutlu olmaya yeter mi? basit canlılar
olmadığımız için elbette hayır! bu aşamada sürekli bize unutturulan çok önemli
bir ihtiyacımızı karşılamamız gerekiyor. sevme ihtiyacı. bu konudaki en önemli
eğitimi özellikle zihinsel engelli çocuklarla iletişime geçtiğinizde alırsınız
çünkü hayatlarını sevgiyle iletişim kurmaya çalışarak geçirirler. iletişim
kurmaya o kadar açık ve isteklidirler ki samimiyetleri sizi şaşırtır,
duygulandırır. anı yaşarlar, karşılık beklemeden iyilik yaparlar ve iyilik
yaptıkları için mutlu olurlar. takdir beklemezler. ne güzel bir egodur o...
netice itibariyle mutlu olmak için sevgi üretmek, sevgiyle üretmek,
bencilliklerden kaçmak ve sahip olduklarının farkında olmak gerekir.
deri renginin farkından ve beyaz adam sözlerinden tutun, kıyafetlerine, yaşam tarzlarına, doğaya saygılarına, otla, ağaçla, havanla konuşmalarına, kabiledeki sosyal düzene kadar bire bir örtüşmektedir avatarın mavi ırkıyla, amerika'nın kızılderili ırkı.
--spoiler--
dolayısıyla beyazların ham madde arayışı yüzünden bu vahşi tanımladıkları, medeniyetten uzak olan ırkı katletmesini anlatır ama bu sefer sonu farklıdır. sonu ancak başka bir dünyada farklı olabiliyor ki bu filmin üzücü mesajıdır.
--spoiler--
herşeyin ehli olduğunu sanıp insanların inançlarına, ideolojilerine, hayat felsefelerine, sevdiği insanlara bin türlü bok atmayı mezihet bilen yazardır. kendi fikirlerini özgürce dile getirmek yerine başkalarıyla uğraşır bunlar çünkü kendilerinden korkarlar, fikirleri aslında yoktur ve amaçları asla fikir üretmek değildir. bok atma dalında olimpik başarılara imza atabilecek bu şahsiyetler nasıl beceriyorlarsa kendilerine de bok sürdürmezler. halbuki asıl çözümlemesi, eleştirmesi, yargılaması gereken kendisidir, çocukluğudur, karakteridir fakat korkağın önde gideni olduğu için kendiyle yüzleşmekten fellik fellik kaçar, hem de tek becerisi, en büyük tatmin kaynağı, mastürbasyon şekli olan bok atma faaliyetlerini gerçekleştirerek kaçar.kanımca bu insanlara süper bok demek pek bir yakışık alır. kaldı ki bunlar yaşadıkları organizmaları da ruhlarındaki bakteriler yüzünden çürütürler. karaktersizlilerini dışavurabildikleri alanları kokuturlar ve kendilerine bir süper kahraman edası verirler. tuvalet kağıdından yapılma pelerinlerine hayran kalan takipçileri de vardır bunların. fakat şunu bilmezler ki güneş bokla sıvanmaz. aydınlanmak duruken foseptikle yaşarlar. aydınlanmak herkesle aynı fikirde olmak değildir, sakın kimse yanlış anlamasın. aydınlanmak; kendini bildikçe tanıdıkça başlar. fikirler, hayat felsefeleri oturtmaya başladıkça insan aradığı şeyin hoşgörü olduğunu fark eder ve kimsenin inançlarına saygısızlık etmemeyi öğrenir. başkalarını karalamak hiç kimseye hiçbir şey kazandırmamıştır, kazandırmayacaktır.
türk uyruğuna sahip insan dişisi hareketleridir.
örnek olarak mehteran takımındaysa "iki ileri bir geri" şeklinde özetlenebilir.
(bkz: zeytinyağlı ukte dolma)
1935, göteborg doğumlu, zamanın önemli futbolcularından birisi. real madrid ve real sociedad'da forma giymiş. ayrıca isveç milli takımının formasını da başarıyla taşımış, 1958 dünya kupasında attığı 4 golle isveçin finale çıkmasında büyük rol oynamış ünlü futbolcu.
işkembeyi temizleyip ılık suyla iyice yıkayın. Tencerede üzerini iki parmak geçene kadar su doldurun. Bir taşım kaynattıktan sonra süzüp yıkayın ve tekrar üzerini dört parmak geçene kadar soğuk su doldurun. içine aromatik malzeme olarak, bir adet parçalanmış soğan, üç diş sarmısak, yarım limon suyu, bir çorba kaşığı zeytinyağı ve tuz ekleyin. 2-4 saat arası (yumuşayana kadar) yavaş yavaş kaynatın. Pişerken suyu eksilirse, su ilave edin ve üzerinde oluşan köpükleri alın.
iki adet soğanı soyup ince ince doğrayın. Sivri biberi temizleyip dilimleyin. Domatesi soyduktan sonra fındık büyüklüğünde kesin. işkembeyi sudan alıp 3 cm uzunluğunda ve 1 cm eninde parçalara doğrayın. Havucu soyup dilimleyin. Sarmısakları soyup ezin. Maydanozu temizleyip ince ince kıyın. Bir tencerede soğanları tereyağıyla pembeleşene kadar kavurun. Sivri biber, havuç, domates ve salçayı ekleyip 2 dakika daha kavurun. küçük küçük doğradığınız işkembe, tuz, biber ve üç su bardağı işkembe suyunu ilave edip yavaş yavaş 20 dakika kaynatın. Maydanoz, sarmısak ve isterseniz bir kaşık sirke ekleyip servis yapabilirsiniz.
(alıntı: http://www.main-board.net...9252-iskembe-yahnisi.html ) *
eskiden sierra tarafından piyasaya sürülen hoyle card games'in encore software tarafından piyasaya sunulan en son sürümü. hoyle card games ise içinde bataktan, pokere pek çok değişik kart oyunu bulabileceğiniz bir pc iskambil oyunu.