Bi' konuşabilseydim anlatırdım. Ben aslında bu kadar çabuk sızmam a dostlar. Ama bu aralar üzerimde kronik bir yorgunluk var. Kronik ne ya. Süreklileşmiş bir yorgunluk var. Süreklileşmişmiş. Geç. Sürekli yorgunum abi. Oysa ne kadar sevebileceğim bir atmosfer var içerde. Ne güzel konuşmalar yapıyorlar. Hepsi yayılmış, sakin sakin saçmalıyorlar. Aslında onlar benden daha sarhoşlar. Ben olsaydım, ben de varım da yani konuşabilseydim, ne kadar yaratıcı saçmalıklar konuşurdum şimdi. Ah bir gözümü açabilseydim, o zaman konuşabilirdim de belki, etkilerdim onları. Onları etkilemek için yani, mutluluğumun karşılığı. "Kafanı nereye koyduysan orda uyudun" diye acısalar bana . Kim demişti. Bugün mail attı bana. "Durum çok ciddi Bilge". Çok yalnızım albayım. "Çok yalnızım yaa". Kaybedenler kulübüymüş. Bu nasıl yalnızlık amınakoyim, yalnızlık tek başına kalmak değildir. Peki ya nedir? Ben nerden bileyim nedir? Sen bilmezsen kim bilecek. Benden bahsediyorlar. Bana sesleniyor şimdi. Gülmemeliyim, güldüm. Durumu kurtarmalıyım. Çok yorgunum kuzen yaa diyeceğim, diyemiyorum. Gülüyorum. Rezil oldum, olmadım. Rahatlamalıyım biraz. Yeni karar verdim. Çok yorgunum kuzen yaa. Konuyu değiştirin amınakyoim. Kendi içinize dönün. Duman kokuyor. Sakın klişe bir söz etmeyin kusarım. Yemin ederim şu masanın ortasına kusarım. Rezil rüsva olur ortalık. Bi' kere sergen ufuğun kafasına kusmuştu. Gülmüştük. Gülüyorum. "istersen biraz uzan". işte klişe bir şey geldi dayanmıyorum. Kusucam. Dur sorun yok, iyiyim. Önce gözleri açacağım, açtım. Çekmiyor dünya. Kareler zıplayıp duruyor, sorun yok. Kafama doğru sinyal gelmiyor. Frekans kaydı. Cızırdıyor aklım. Kararlıyım, aya kalkacağım. Bana bakıyorlar, kalktım. Sehpaya çarptım. Kendimi kontrol etmeye çalıştıkça daha kötü oluyor. Kendimi bırakıyorum, yürüyeceğim, yürüyorum. Zigzag yaptım, şu odadan çıksam rahatlayacağım. Sorun yok. Bana bakıyorlar. Çıktım. Lavaboya dayandım. "işte 20. yüzyıl asfalta kusmak". Bu da benden "işte 21. hava soğuk oluyor, bütün bir yığın insanlık internetten havanın soğuk olduğunu yazıyor yüzyıl, ya da sıcak". "Bu ne sıcak yaa". "Allah belanızı versin, bu ne sıcak kardeşim". Kusayım bari. Kimse yok. işte bana sesleniyor. Demek ki geleli uzun süre oldu. "iyiyim iyiyim". Yüzümü yıkayınca normale döndüm. Şimdi gidip onlar gibi olacağım. Ne yaptın içerde. Kustum amınakoyim. Ne var?. Duramıyorum. Kafamı koymamalıyım. Olmuyor. Yüzümü kapatayım kolumla, son bir direnç. Tamam. Tamam kabul ediyorum. Ben bir fiyaskoyum. Rahatladınız mı, ben rahatladım. Hadi düşünün ne düşünürseniz. Onlardan değilim, olmak isterdim ama. Liseden beri arkadaşlar. Aralarından su sızmaz. Ben arada bir gelirim. Muhabbet ederim. Beni aramazlar nerelerdesin diye. Arayanlar var ama. Benim aramızdan su sızmayan arkadaşlarım var ne var yani. Ama şimdi burdayım, burası gerçek. işte dokunsalar ürperirim. işte ben de varoluşuyorum. Bütün vücudumu kendi kendime hissediyorum. Biraz daha hassaslaşırsam kanımın akışını hissedeceğim. Yorgunum abi ben. Çok yorgunum hem de. Öyle böyle değil. Rakıdan değil. Öbüründen hiç değil. Çalıştığım iş, hem vücut yoruyor, hem de beyin. Ayrıca aklım yorgun. Hiç biriniz benim kadar çok düşünmediniz. Ben sizden değilim. Ama gerçek şu ki olmak isterdim. Benim de onlardan olduğum birileri var. Hayır yok. Benim hep insanlarla aramda bir mesafe vardır. Hiç ait olamam. Hep lanet egomdan dolayı. Benim komplekslerim aynı zamanda egom. Bi' türlü yok edemedim şu amonakoduğumunun egosunu. Defalarca parçalandı. Yok oldu dedim, küllerinden daha güçlü doğdu. Bi' soraki parçalanış daha şiddetli oldu. Benimle yalnızlık yarışına girmeyin dostlarım, ben daha yalnızım. Vicdanım acıyor. Vicdanımı sikeyim. Benden bi' bok olmaz oğlum. Uyusam en iyisi. Ben bir yerlerde yatayım kuzen. Gülüyorlar buna da. Sarhoşlar. Ben çok kötüyüm Bilge. "Zamanın eli değidi bize". Bazıları başka olur, bunu kabul edelim. insanlar eşit değildir. Ah yüzüme toprak atacaklar. Üzerime bir yığın toprak örtecekler. Boğulacağım o toprağın altında. Olacak bu biliyorum. Ben babaım üzerine toprak atmış adamım. Beynimde travmalar var. O duvara baktığımı hatırlıyorum, o çığlıkları hatırlıyorum. Canım acıyor anlıyor musun? Çenem acıyor. Dişlerimi acıyor. Korkuyorum albayım. Salla domat. O sahneyi ben yapmıştım. Sahne yapıyorum. Ben kim oluyorum da yeni bir dünya yaratıyorum. "Biz kim oluyoruz da adam kurtarıyoruz lan". Biz kimiz de hikaye yazıyoruz. "Bütün günahlar tanrıyı kıskanmaktan doğuyor". Tabi yaa. Herkes birilerine karşı tanrıcılık oynuyor. Patronunun kulu oluyor, karısının tanrısı. Çocuk yapıyor, tanrıcılık oynamak için. Tyler'a geldik. inecek var. "Biz babalarımızı tanrı yerine koyduk, sonra onlar öldü. Biz de tanrısız kaldık. Sonra kendimize yeni tanrılar aramaya başladık". Zaten biz kendimize hep kullar ya da tanrılar aradık. Ama olmadı. Uyumuyorum. Duyuyorum sizi. Lütfen biraz konuşun. Hayat güzel şey çünkü. iyi ki doğdun kuzen. iyi ki varsın. Ama olmadı. Bizim ne tanrılığımız tam oldu, ne de kulluğumuzdan memnun kaldık. Hep başkalaştık. En başta en yakınlarımız başkalaştırdı bizi. Hiç sezdirmeden hem de. Bizim yanımızda başkasıyla dalga geçtiler, biz de güldük. Sonra içimizden o başkası gibi olmamaya karar verdik. Başkası hakkında övgüleri yağdırdılar. Biz de o başkası gibi olmaya karar verdik gizli gizli. Biz de gidip başkasına birilerini övdük, başka birileriyle dalga geçtik. işte biz medeniyeti böyle yaptık. Varoluşumuz ne oldu peki? Onu unuttuk. "Geç bunları anam babam geç, geç bunları bir kalem". Uyuyorum. işte ben ölümün sevdiğim yanını uyuyarak yaşıyorum. Daha fazlasını istemiyorum ben. Ama ben insanım. Bu konuda yapacak bir şeyim yok. Ne olur bilinçaltım, bunun sorumluluğunu bari benim sırtıma yükleme. Dur yapma, benim karşımda diz çökme! "Senin karşında değil, insanlığın çektiği acılar karşısında diz çöküyorum." Uyudum.
Üniversite ikinci sınıftayken, Sinema Tarihi dersinde hoca ilk Türk filmlerinden bahsediyordu. Türk sinemasının ilk öykülü filmlerinden biri, bir yosmanın hikayesini anlatıyormuş. Bi' kaç filmden daha bahsettikten sonra bir Fransız yosmasının hikayesini anlatan bir Türk filminden söz edince ben de "Bizimkiler de amma yosma meraklısıymış" dediydim de herkes güldüydü.
Demin 2008 yapımı Gökten 3 Elma Düştü filmini izlerken aklıma geldi. Bizim sinema tarihimizin başında da ortasında da son döneminde de bir dolu yosma filmi var.
Gökten 3 Elma Düştü filminde üç elmadan birisi fahişelik yapıyor. Mutsuzluğu anlatıyor fahişenin hikayesi. Tutunmaya çalışırken fahişe olmuş. Her fahişe gibi mesleğinden hoşnut değil. Umursamaz görünüşlü ama içi seni yakar dışı beni denilesi her zamanki gibi. Aşık olmaya meylediyor ama yok, olmuyor. Ne zaman oldu ki..(Film fena değil bu arada, o ayrı konu)
Sonra Sonbahar geldi aklıma. Geçen yılın bol ödüllü filmi. O filmdeki kadın karakter de gürcü bir orospuydu. Zaten o filmin erkek karakteri de son zamanlarda artık her hareketini ezbere bildiğimiz "eski solcu, topluma(köyüne) yabancılaşmış, suskun, içine kapanık, yalnız ve tercihen ölüme yakın" yeni nesil sinema karakteriydi. Neyse konumuz bu değil. O filmdeki orospunun Gürcistan'da çocuğu falan vardı. Onun için orospuluk yapıyordu. Üniversite okumuştu ama bu düzen adamı "okumuş orospu" yapardı işte. O da rus romanlarından çıkmış gibi ortalıkta gezen erkek karaktere aşık olup mesleği bir anda bırakıyordu. Mutsuzdu. (Bu arada film ölüm-aşk diyalektiği ile iyi bir filmdi, o ayrı)
Sonra düşündüm ben, son dönemde içinde orospu olan filmleri.. Yavuz Turgul'un filmi Gönül Yarası geldi aklıma, Meltem Cumbul bir pavyon kadınını canlandırıyordu onda da.Bir de küçük kızı vardı. Bu arada akademik çalışma yapmak isteyenler için Türk sinemasındaki orospular şöyle kategorilendirilebilir;
1.Meslekle ilişkiye Göre
Pavyon Kadını(en çok bu var)
Genel evde çalışan
Free çalışan
Meslek olarak orospu olmayan ama ihanet eden ya da önüne gelene veren ya da ortalığı karıştıran orospu ruhlu fingirdek(bu kategori dışı olabilir)
2.Hayatla ilişkiye Göre
Hiç bir şeyi kafaya takmayan
Sadece çocuğunu kafaya takan
Aşık
3.Karakter Olarak
Çatlak
Filozof
Hüzünlü
4.
Çocuklu
Çocuksuz
Birkaç özellik birden barındırabilir bu namussuz kadınlarımız ve her biri için örnekler rahatlıkla verilebilir.
Sonra Nurgül Yeşilçay ın oynadığı Vicdan filmi var. Burada da pavyon kadını vardı sanırım. Tamamını izlemedim bu filmin. Kader'e benzettiğimi hatırladım şimdi.
Kader dedim de beni bilenlerin Masumiyet ve Kader'den söz etmemi beklediklerine eminim. Uğur da bildiğimiz pavyon kadını, orospuydu. Zaten özellikle "Masumiyet" öykünün ana hatlarıya yeşilçam geleneklerine son derece yakın bir film. Fakat filmin en küçük parçacıkları, hücreleri, sunduğu hayat ya da hayatı ele alışı, kısacası dokusu tüm geleneklerden ayrılıyor. Neyse konuya dönelim. Uğur çevresini ve kendisini pek umursamayan, her zamanki gibi hayattan tokat yemişlere mahsus filozof bir yanı olan, aşık, öyle aşık ki çocuğuna sevgisi bile şaşırtabilen, ve "herkese verip sadece kendine aşık olan adama vermeyen" bir karakter.
Böyle bir konuda kadın filmlerinin unutulmaz yönetmeni Atıf Yılmaz düşünülmeden olmaz. Aklıma ilk gelenler Gece, Melek ve Bizim Çocuklar filmi ile Şekerpare oldu. Mutlaka başka vardır. Ya aklıma gelmemiştir, ya bilmiyorumdur. Eğreti Gelin bu başlık altında incelenmez sanırım.
Şahsi olarak ayrı bir sevdiğim Şekerpare bir kerhane filmidir. Evet böyle bir kategori de var:
Kerhane Filmleri:
Şekerpare
Kanlı Nigar
Döngel Kerhanesi
O. Çocukları
Vs.
Sonra Yeşilçamda "kötü yola düşmek" diye bir kalıp var. Sanırım o dönem senaryoda sadece "kötü yola düştü" yazsa yönetmen kadın karakteri orospu yapacağını ve nasıl yapacağını gayet iyi bilirdi. Yeşilçamın birbirine aşırı benzeyen filmleri şu an ki konumuz. Bu filmler o kadar fazla kalıplarla dolu ki senaryoları bir paragrafa sığdırılabilir sanırım.
Bu kötü yola düşen, daha doğrusu düşürülen kadınlar erkek karakterin eski sevgilisi/karsı ya da annesi(küçük Emrah) olur. Kötü yola düşerken ona çelmeyi zengin biri(Nuri Alço) takar. Tecavüz ve bardağa atılan uyku hapı vazgeçilmezlerdir. Namuslu adam orospunun parasını öder ve bir odada baş başa kalırlar. Kadın soyunur ama adam durdurur. Sevişmek istemez. iş prensibi olan kadın parayı aldığı için ısrar eder ama adam çok namusludur. Sonra:
Eğer bir geçmişleri yoksa kadın ağlayarak hikayesini anlatır, gelecekleri olur.
Geçmişleri varsa ya hesaplaşma yaşanır, ya da bir gerçek ortaya çıkar.
Bu geleneklerin biraz öncesine gidersek ilk gerçek sinema yönetmenimiz Ömer Lütfü Akad'ın en önemli filmlerinden biri olan Vesikalı Yarim'i buluruz. Ben bu filmi izleyemedim, o yüzden pek bir şey söylemek istemem ama mutlaka yukarı paragraftaki gelenekleri oluşturmada payı vardır. Sonuçta sinemada etkileşim ileri derecede geçerli ve belirleyicidir.
ve bir de halide edip adıvar'ın aynı adlı romanından uyarlanan ve değişik dönemlerde üç kere çekilen vurun kahpeye var. (yazar burda sıkıldı, bilgiyle uğraşamıyor)
Türk Sinemasında bir orospu merakının varlığına ikna olduğunuzu varsayarak nedenlerine geçmek istiyorum. Aslında tek neden şu; Türk toplumunda bir kadının düşebileceği en kötü durumdur orospuluk. Geleneksel sinema(Yeşilçam) melodram yaratmada kullanır bu durumu. Seyircinin özdeşleştirdiği kadın karakter düşebileceği en kötü duruma düşerse çok ağlak sahneler kurulabilir.
Sonra sinema, en kötü durumdaki insanı anlatarak genelleme yapabilir. Eğer en kötü durumdaki insanı anlarsanız, onun aslında masum olduğunu anlarsanız, herkesi anlayabilirsiniz. Eğer o masumsa, onu bu hale getiren de kaderse, herkes bu hale düşebilir. Genel olarak bunu söyler sinemamız bize..
Bu yolla gayet güzel bir sistem/düzen eleştirisi de yapabilir sinema, ya da insanın doğasına ilişkin söylemlerde bulunabilir.. Sonuç olarak keskin bir konudur.. Mutsuzluk, acı ya da kötülük/iyilik anlatmada kolaylık sağlar..
kasım 2009
edit: bir dolu hata düzeltildi, ulan blogtan kopyala yapıştır yapalım dedik, bir sürü angarya açtık başımıza, yeniden yazsam daha iyiymiş.
duman'ın yanıbaşımdan parçasının can alıcı cümlesi. sanki ağlayarak söyler kaan burayı. insanın kendisine, doğasına, doğaya, kariyer manyaklarına, kişisel gelişimcilere, aşk şiirlerine, şairlerine, tarihe geçenlere ve geçmek isteyenlere isyan barındırır bu cümle. içerken bağıra bağıra, ağlaya ağlaya söylenir. içinizde boşluk bırakmaz.
sigarayı azaltmak içün kendime uyguladığım kota. aklımdan çıkmıyor sigara, paso saate bakıp duruyorum. bir saat oldum mu kendimi iyicene kastırıyorum ki bi daha ki sigarayı erken içeyim diye. hiç takmasam belki saatte bir içicem belki de, kendi kendimi tribe mi sokuyorum ne. yok yok, söyleme onu da denedim, olmadı yapamadım.
korku genel olarak sevilmeyen ve istenmeyen bir duygudur ama iş film izlemeye gelince izleyici ekran başında ya da sinemada korku filmi izlemeyi ve korkmayı neden sever?
insanoğlunun bilinmeyene, gizemli olan ilgisi yüzünden mi?
adrenalin denen salgı yüzünden mi?
ya da, korku filmleri çoğu zaman gizemin açıklanmasıyla ve düzenin tekrar sağlanmasıyla biter. bu açıklamayı görmek için mi izlenir?