yosun
128 (çevresinde sevilen sayılan)
beşinci nesil silik 1 takipçi 46.50 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    nazlı yardan ayrılalı

    1.
  1. aşık daimi türküsüdür.

    Nazlı yardan ayrılalı
    Artıyor efkarım benim
    Gizli gizli tenhalarda
    Ağlamaktır karım benim

    Hazan vurmuş dallar gibi
    Tozuyorum yollar gibi
    Boz bulanık seller gibi
    Çağlamaktır karım benim

    Aşkın derin yareleri
    Bulunur mu çareleri
    Al yerine kareleri
    Bağlamaktır karım benim

    Hasret kaldım gül yüzüne
    Şekerden tatlı sözüne
    Ciğeri aşkın közüne
    Dağlamaktır karım benim

    Daimi'yim güzelde naz
    Güzelde naz bende niyaz
    iki mızrap bir kırık saz
    Elde olan varım benim
    0 ...
  2. bu benim parcam

    1.
  3. aynı şarkıyı dinleyen milyon tane insanın bu benim şarkım anlamında kurduğu sahiplenme cümlesidir. kendini müziğin içinde ya da müziği kendi içinde besleyen insanın dinlediği şarkıyı kendinden bir parçaymış gibi benimsemesidir.
    0 ...
  4. sevme hakkı

    1.
  5. insan haklarına dahil edilmesi gereken haktır. dil, din, ırk ve beden ayrımı gözetmeksizin tüm insanlar sevme hakkına sahiptir. normlara uymadığı için onları sevmemekle kalmayıp onları alay malzemesi edenler onların durumuna gelecek şekilde cezalandırılmalı ve hala sevip sevemeyeceğini yaşayarak öğrenmesi sağlanmalıdır.

    bedensel engelliler, zihinsel engelliler, görme ve işitme engelliler, hiperaktifler, sevebilir.

    şişmanlar sevebilir.

    cüceler sevebilir.

    çirkinler sevebilir.

    kara tenliler sevebilir.

    soluk benizliler sevebilir.

    down sendromlular sevebilir.

    çingeneler sevebilir.

    fahişeler,pezolar,katiller, alkolikler, eşcinseller, travestiler,sabıkalılar, hırsızlar da sevebilir.

    *herkes sevebilir ve sevilebilir, yargılarınız onurlarını zedeler ancak sevmekten vazgeçirmez, o yüzden iğrenç tepkilerinizi aynadaki yüzünüze gösterin, bunlardan hiçbiri değilim ben ya da olabilirim, hatta kompleksli de olabilirim ama size ne?. siz de değilsiniz belki ama bir gün onlardan biri olmayacağımızı, onlardan birinin yakınınızda hatta sizden bir parça olabileceğini aklınızdan çıkarmayın. hep diledim yine diliyorum başkalarının dışını ya da karakterini nasıl bu hale geldiğini bilmeden acımsızca eleştirenler acınamayacak kadar aciz durumlara düşsünler. düşkünlere yapıştırdıkları etiketler ağızlarına yapışsın ve bir daha çıkmasın. diliyorum. ne kadar da meraklısınız tanrı olmaya!!!
    3 ...
  6. siirin vazgecilmez uc donemi

    1.
  7. Abdulhak Hamid, "En iyi şiirlerim yazmadıklarımdır," demiş ya, dogrusu "yazamadıklarım olmalı; öylesine derin ve güçlü duygular, heyecanlar yaşamış ki, salt bu yüzden onları bir türlü şiire getirememiş...

    Hamid' in, şiiri bir türlü gereğince anlamadığı bundan da belli. Şiirin en iyisi, en güçlü, en yüce duyguları, heyecanları anlatanı değildir ki... Daha da ileri gidebiliriz ve şiir duyguları, heyecanları anlatmaz, şiirin uyandırdığı duygu, heyecan, yaşamdaki duygu değildir, olsa olsa ona benzer, o kadar, diyebiliriz.

    işte bu yüzden de, "Şiirin kaynağı yaşam değildir, gene şiirdir," demişler. Ama "Şiirin kaynağı yaşam mıdır, yoksa gene şiir midir?" sorusu dar tutuldu mu, ortaya iki karşıt anlayış çıkıyor ki, bu iki anlayışın çatışması, verimli bir eylem doğuracağına, bir kısır döngüye gelip dayanmaktadır. Çünkü gerçekte yaşam ile şiir arasında böyle bir karşıtlık yoktur. Bir ozan, yaşadıklarını olduğu gibi, yaşamadıklarını da birer gereç olarak kullanabilir ve diyelim ki bunların çoğunu da yaşamdan değil, şiirden, şiirlerden öğrenir. Şiirin bu dönemi, biriktirme dönemi diye adlandırılabilir.

    işte bundan sonradır ki şiirin kendi dönemine sıra gelir. Orada ozan, yaşamış olsun, yaşamamış olsun, elindeki duygulara, heyecanlara birer düşünce olarak, soğukkanlılıkla bakacak, nerede ise bir bilim adamı gibi çalışacaktır. Artık bu dönemde, "Elimde duygular, heyecanlar öylesine güçlü ve derin ki şiir yazmaktan beni alıkoyuyorlar," diye düşünmek ancak ozan olmamakla açıklanabilir bir durumdur.
    işte genel olarak şiir okurunun ister istemez yabancı olduğu, anlamadığı, belki de anlayamayacağı dönem bu dönemdir, uğraş dönemidir, herkese kapalıdır, giderek büyülü, gizlerle dolu bir çalışma sorunudur bu.

    Ama bir ozan salt bu dönemin kendine özgü yapısına çokça kapılarak, şiirin okura bütün bütün yabancı olduğu kanısına çokça varırsa, bence yanılır. Çünkü böylece yalnız ilk dönemi görmezlikten gelmiş olmakla kalmaz, benim üçüncü dönem olarak adlandırmak istediğim, şiirin yeniden okura, yaşama dönüşü dönemini de yadsımış, yoksaymış olur. Gerçekte ozanın işi, bir bilim adamı gibi çalışıp yarattığı dönemde bitmiş değildir; şiirin tamamlanması, onun yeniden yaşama dönmesi ile olur. işte artık bu dönemde, ya da bu dönem yüzünden ozan, toplumsal ödevinin bilinci sorunu ile karşı karşıya gelir.

    Bunun gibi, şiirin kendine özgü tekniklerine, salt anlaşılmak için boş vermek, şiiri yaşanmış duygular ve heyecanlarla çırılçıplak bırakmak, kimi ozanlarca sanılıyor ki, okurla yakınlık kurmanın, tek yoludur. Oysa bir şiirin kolaylığı, aykırı görünse de, zorluğundan doğar; başka bir deyişle, okurun bilemeyeceği, bilmesi gerekli de olmayan birtakım uğraş güçlükleri, ancak ozanın ustalığı ile yenilebilir ve böylece şiir, neredeyse damıtılmış olarak okura sunulur. Ama bu güçlükler, ne küçümsenmeli, ne de gereğinden çok çapraşık sayılmalıdır. Bunun ölçüsünü, ozan, kendi başına bulacaktır.

    melih cevdet anday
    1 ...
  8. anlamin anlami

    1.
  9. melih cevdet anday yazısı anlam arayanlara;

    Ahmet Haşim' i, "Bir şiirin anlamı başka bir anlam olmaya elverişli oldukça her okuyan ona kendi hayatının da nalamını verir ve böylelikle şiir herkesin istediği yolda anlayacağı ve bundan ötürü de sonsuz duyarlıkları içine alabilecek bir genişliği olandır ", sözlerinin arkasından Valery' nin şu sözlerini getiriyor:

    "Şiirlerime ne anlam verilirse anlamları odur. Benim onlardan çıkardığım anlam bana göredir, kimsenin onlara başka anlamlar vermesine engel olmaz. Her şiirin, şairin belirli bir düşüncesine uygun, yahut bu düşüncenin tıpkısı, asıl, tek bir anlamı olduğunu söylemek, şiirin yapısına aykırı, şiiri öldürebilecek bir yanılmadır...Şiirin amacı, hiçbir zaman belirli bir şey anlatmak değildir...Şiirin anlamı, şairin içinden geçen anlaşılabilir, olabilir olayları okura aktarmak değildir. istenilen, okurda bir ruh hali yaratmaktır."

    Bakın, Yahya Kemal de bu sözlerin bir benzerini dile getirmektedir, şöyle diyor : "Şiir duygusunu lisan haline getirinceye kadar yoğurmak, onu çok toplu bir madde haline sokmak, o kadar ki, mısra güya hissin ta kendisi imiş gibi okura samimi bir vehim vermek...işte bunu özlüyorum."

    Oktay Rifat'ın bu konuda yazdığını da görelim : "Bir sözün gözümüzün önüne gelen görüntüsü, olabilecek bir şeyse o söze anlamlı, olamayacak bir şeyse anlamsız deriz. Ahmet düştü sözünün bir anlamı vardır, çünkü Ahmet düşebilir. Lambanın saçları ıslak sözünün bir anlamı yoktur, çünkü lambanın saçı olmaz. Bir kelime sanatı, bu yüzden görüntü sanatı olan şiirin sadece olabilecek görüntülere bağlanması istenemeyeceğinden, anlama da bağlı kalması istenemez."

    Tümü de doğru, güzel, yerinde sözler. Ancak bunlar bir şiirseveri gene de doyurmayabilir. Çünkü şiirsever bir okurdur, okumak ise "sözcük" denilen göstergelerle düşünmek demektir. Bir sözcüğün nasıl olup da bir nesne durumuna geleceği kolayca anlaşılamaz. Ayrıca şiir sanatı, oldum bittim, burada burada açıklaması yapılan şiir olmamıştır; o bir zaman masal anlatmış, öykü de anlatmıştır, öyle yaptığı zamanlar , şiirlerin imgeleri, görüntüleri, düzyazıdaki imgeler, görüntüler gibiydi. Burada sözcüklerin niteliğini araştırırken, unutmamak gerekir ki, şiir sanatı sembolizmden sonra büyük değişikliğe uğramıştır. Şimdi gene sözcüklere, bilimsel adı ile "gösterge" lere dönelim. "Gösterge" yeni anlam bilimin temel terimlerinden biridir. Onun genel olarak ne olduğunu Pierre Guiraud' nun çevirisi Berke Vardar'ca yapılan Anlam Bilim adlı kitabındaki tanımlardan almakta konumuz açısından yarar bulunduğunu sanıyorum.

    Anlamlama, bir nesneyi, bir varlığı, bir kavramı, bir olayı, bunları anladığımızda canlandırabilecek bir göstergeye bağlayan oluştur : Bir bulut, yağmur göstergesidir, yukarı doğru kalkan kaşlar şaşkınlığın, bir köpeğin havlaması kızgınlığın, at sözcüğü bir hayvanın göstergesidir."

    Şurası çok önemli ki, anlamın ortaya çıkması için bir değil, iki gösterge gerekli. Sürdürelim okumayı : "Demek ki, gösterge uyarıcı bir şey. Ruhbilimciler uyaran diyor buna. Uyaranın organizma üzerindeki etkisi bir başka uyaran'ın belleksel imgesini anlıkta canlandırır; bulut yağmurun, sözcükse nesne ya da varlığın imgesini uyandırır."

    Durum aşağıda biraz değişecek. Biz şimdi sözcüğün bir gösterge olduğuna gelmiş olduk. Onun bildirişim aracı olma niteliği de buradan doğuyor. Ancak "gösterge, anlıksal imgesini uyandırdığı bir başka uyaran'a bağlı bir uyarandır." Demek ki, anlığımızda birbirini çağıran nesnelerin anlıksal imgeleri ile bunlara ilişkin olarak bizde uyanan kavramlardır. Saussure' ün şu sözü üzerinde önemle duralım : "Dil göstergesi, bir nesne ile bir adı birleştirmez, bir kavramla bir işitim imgesini birleştirir."

    Saussure' ün sözündeki yenilik şurdadır : Sözgelişi "ağaç" sözcüğünün kulağımda uyanan işitim imgesi, anlığımda ağaç kavramını uyandırır, ağacı değil. Nesne aradan çekildi gitti. Her şey iki imge arasında olup bitiyor. Böylece "anladım" dediğim zaman, işitimsel gösterge ile anlığımdaki kavramın birliğini söylemiş oluyorum. Fakat, "saf, arı diye nitelendirilen sanatlar diyor Pierre Guiraud, "bir başka uyaran'a bağlı olmayan uyaranlardır. Gerçeği göstermezler, kendileri bir gerçek oluştururlar. Gösterge değildirler, nesnedirler."

    Böylece tek göstergeli anlam diye bir anlama gelmiş olduk. Burada gösterge artık bir nesnedir. işte Valery' nin, Ahmet Haşim' in, Yahya Kemal' in, Oktay Rifat' ın söyledikleri, söylemek istedikleri de bu değil miydi?

    Bir tür dil göstergesinin araç değil nesne, kendi başına varlık olduğu bilgisi buradan doğuyor. Hangi tür imgelerdir bunlar? Müziğin uyandırdığı işitimsel imge belleğimde bir kavramsal imgeye dönüşmez artık. Şiirin müziğe benzetilmesi de bundandır. Sembolizm denilen şiir akımından sonra ortaya çıkan, çağdaş şiiri bütünü ile etkisi altına alan "saf şiir" anlayışı nesne-göstergelerin ardına düşmüştür, anlamın değil. Şiirde anlam konusunu tartışırken, bütün şiir tarihini eş örneklerle dolu sayamayız. Şiir sanatı büyük bir değişime uğramıştır. Nitekim resim sanatı da izlenimci akımdan sonra nitelik değiştirmiştir: Çizgiyi atmış, doğayı yalnızca renk olarak görmüş, konturu kaldırmış maddeyi eritmiş, renk karşıtlıkları kuramından büyük ölçüde yararlanmış, böylece akılla bilineni değil, gözle görüleni tuvale geçirmiştir. Yeni resmi anlamamız için, ona bakışımızı yeniden ayarlamak gerekir. Bu zahmete değer.

    Şiir, resim, yontu, müzik... Niçin böylesi büyük değişikliklere uğradılar? Eskiden halk ile sanatçı arasında bir birlik vardı, şimdi ortadan kalktı mı o birlik? Kalktı ise doğru mudur bu?

    Bu sorular yerindedir, sorulmalı ve yanıtları araştırılmalıdır demek istiyorum. Ama şunu da unutmayalım: Çağımızda değişen yalnızca sanatlar değildir, çağımızda bilimlerin de başdöndürücü değişimlere, gelişmelere, gelişmelere uğradıklarını hesaba katalım. Bu gün fiziğin bulduğu yeni gerçekler, bildiğimiz dille anlatılabilir gerçekler değildir, onları ancak yeni matematik anlamlandırabilir. Bunun gibi çağımızın felsefeleri de... Nereye gelmek istiyorum? insan aklının yetersizliğine mi? Hayır, bilimleri öğrenmek bizden nasıl yeni bir çaba istiyorsa, sanatlar da bakışımızı, görüşümüzü, anlayışımızı değiştirme yolunda bir çaba bekliyor bizden. Şiirde anlamdan, anlamsızlığa geçmek değildir olup biten, eski anlamlardan yeni anlamlara, daha zengin anlamlara geçmektir.

    Biliyorum, bilimleri anlamak için gerekli olan çabaya benzer bir çaba güzel sanatlar için de gerekli oldu mu, kişinin sıtkı sıyrılır onlardan. Şiir olsun, resim, yonut olsun, tadını doğrudan doğruya duyurmalıdır bize, araya bilgileri sokmadan. Ben de buna inandığım için, yeni sanatların bilgisel bir çabayı gerektirdiğini değil de, sadece anlayışımızı, bakışımızı değiştirmemiz gerektiğini söyledim. Bu tür değişiklikler tarihin dönemeçlerinde hep gerekli olmuştur, ilk çağdan ortaçağa, ortaçağdan yeniçağlara geçerken sözgelişi.
    2 ...
  10. siir uzerine soylesi notlari

    1.
  11. edip cansever ile yapılan söyleşiden alınan notlardır;

    Benden veya benim kuşağımdan önce yazılmış şiirleri kendi değerleriyle başbaşa bırakarak araya kesin bir çizgi çizdiğime inanıyorum. Bu çizginin başlangıç noktasına, oluşumuna, bugüne gelişine, kısacası belli bir şiir sürecinin ayrıntılarına değinmek istemiyorum.

    1.Oteller kenti, şiirimin vardığı son durak değil elbette. Ne var ki, bundan sonra şunu şunu amaçlıyorum da demiyorum. Çünkü amaçlamak, özel olsun, biçimsel olsun şematizmin şiirde geçerli olduğunu kanıtlamak anlamına gelir ki, bu da şiirin özgül işleyişine ters düşer.

    2.Bireyi toplum içinde somut olarak görünür duruma getirmek, giderek daha da derinlerine inerek, onun içsel dramını kurcalamak cabasındayım.

    3. Şiirle düşünmek! yalnızca buna inanırım. Şiirle düşünmenin karşıtı felsefe yapmaktır. Felsefe ise şiirin temeli olan imgeyi dışlar. Gene felsefe duygusallığa da karşıdır.

    Şu da var: Uzun şiirlerimde hiçbir sorunsalı yanıtlamaya kalkışmam. Sorular sormaya, bu soruları çoğaltmaya (ama yanıtsız bırakmaya) çalışırım hep. Nedeni, yazdıkça bilmediklerime, tanımadıklarıma, daha önce duyup düşünmediklerime rastlarım da ondan. Zaten insanın iç dünyasını kesin olarak tanıtlamak demek, saltık insanı yokken var etmek anlamına gelmez mi?

    4. Büyük büyük sorunlara el atmak şiiri küçültebilir kanımca. (Ayrıca büyük sorunlar nedir, küçük sorunlar nedir, bu da başlı başına bir tartışma konusudur.) Örneğin pek yaygın olan Hamlet tipini günümüz aydınıyla karşılaştırdığımızda , Hamlet'in kişiliğinde daha bir büyüklük ya da derinlik bulabileceğimizi hiç sanmıyorum. Şair yetinmesini bilmeli; büyüklüğü, derinliği dilde aramalıdır.

    5. Bütün sanatların şiire, şiirin de sanatlara katkısı vardır elbette. Örneğin Oteller Kenti' nin "Sera Oteli" bölümündeki düzyazısal şiirler dikkatle okunduğunda görülecektir ki, dizelerden daha yoğun bir dizeler bireşimi ön plana geçmektedir. Bu böyleyse, bir düzyazı örgüsü, bir düzyazı dokusu şiiri çerçevelemiyor, bunaltmıyor, onun özgür yapısını kısıtlamıyor demektir.
    Uzun şiirlerimdeki öykü öğesine gelince, öyküden çok bir "anlatma" söz konusudur burada da. Ayrıca her şiir önünde sonunda (az ya da çok) bir "anlatma" değilse nedir?

    Ekleyeyim : Sait Faik' in ' Hişt Hişt' öyküsünde ne kadar şiir varsa, benim şiirlerimde de o kadar öykü vardır. Diyebilirim ki, bütün sanatsal türler, şiirin potasında eriyebildiğince, şiirin doğal gereçleridirler.

    6. Dünya yazınında bütün yazın türleri iç içe geçebiliyor. Bizde ise bu tutum yadırganıyor nedense. Bence bu karşılıklı trafiği yadsımak, şiirimizi alışkanlıklardan kurtararak çeşitlendirememekten, onu dünya şiirinin süreci dışında düşünmekten başka hiçbir anlama gelmiyor.

    7. Şiirlerimdeki kişiler satranç taşlarına benzerler. Onlar, düşsel ya da gerçek, bende olup bitenlerin toplamıdırlar olsa olsa.
    Gene de... Şair kendi özel kişiliğini şiirinin ardında gizlemesini iyi bilmelidir. Forster, "Yazarın yüzü okuyucunun yüzüne çok yaklaşıyor," der.

    8. Güzellik düşündürücüdür. Bu yüzden de lirizmle hiçbir ilişkim olmadı diyebilirim. "Liriği söyleyen kimse, kendi duygulanışının bilincinden çok, duygu anının bilincindedir," der James Joyce.

    9. Oteller Kenti'nde yalnızca insanlar insanlara yaklaşıp kopmuyor. Onların yedeğinde nesneler de aynı işlemi sürdürüyorlar.
    Üçüncü bölümdeki üç kavas, zaman kavramını ortadan kaldırmakla görevli. Acılarını iyi tanıyan Bayan Sara ise, cin kadehlerinin eşliğinde değişik bir orkestraya katılıyor; "Dişi bir isa gibi" kendi kendini yaşama ya da ölüme çiviliyor. Doğrusu iyi bilmiyorum, yaşama mı, ölüme mi? Bütün bildiğim bilemediklerimden sızan bir kan gibi kitabı kendi rengine boyuyor.

    10. Köklerinden aldığı suyun yeterliliğini ya da yetersizliğini bir ağaç ne kadar bilebilirse...
    0 ...
  12. sair duyarliligi

    1.
  13. bir afşar timuçin yazısıdır.

    Hiçbir sanat yoktur ki sanatçı için özel bir duyarlılık, özel bir seziş, özel bir bakış biçimi gerektirmesin. Bunun bir başka anlamı şiir yazabilmek için şair olmanın, resim yapabilmek için ressam olmanın, tiyatro yapabilmek için tiyatrocu olmanın bir zorunluluk olduğudur, insanlar genelde sanatçıyı sanat yapmakta üst yetenekleri gelişmiş olan insan diye düşünmezler, doğuştan ya da başka bir yerden özel yetenekleri olan (özel yetenekleri zaten varolan) insan diye düşünürler. Sanatçı dünyaya hazır gelmiş bir kişi değildir, sanatçı olarak dünyaya düşmüş ya da gönderilmiş biri değildir. Bilincimiz eğilimlerimize göre gelişir, dünyayla ilişkilerimizin niteliğine göre gelişir. Şair olmak da böylesi bir gelişimin sonucudur. insanın önce kendini şair kılması gerekir. Şiir yazabilmek için şair olmak bir zorunluluktur. Şiir yazmak da şair olmak için zorunluluktur. Öyleyse şiir yaza yaza şair oluruz ve şair olduğumuz zaman ya da şair olduğumuz için şiir yazarız.

    Bu bize ustalığın özel bir duyarlılığa ulaşma olduğunu gösterir. Şair elinde şiir yazmak için olanaklar bulunduran insan değildir, tüm bilincini şiir yönünde oluşturmuş insandır. Bilincimiz bir şair bilinci olduğu zaman şiirimiz gerçek şiir olacaktır. Bunun bir başka anlamı şairliğin bir yaşam biçimi olduğudur. Şairliğin bir yaşam biçimi olması kişinin şairliğini ona buna kanıtlamak için çeşitli acaiplikler yapması, boynuna kırmızı fularlar takıp kendini kasa kasa yürümesi gibi işlemleri gerektirmez. Tersine, tüm gerçek sanatçılar gibi gerçek şairler de sıra insanlarıdırlar. Şair olmak herşeyden önce şairce algılayan olmak demektir, daha sonra şairce bileşimler yapan olmak demektir. Genelde sanılır ki şair bir anlam yakaladığı zaman onu ustalığıyla şiire dönüştürür. Hayır, hiç de öyle olmaz, şair bir anlamı şairce yakalar. Evet, önce fikir vardır, sonra bu fikirden çeşitli yaratma süreçleri boyunca gösterilen çabayla yapıt oluşur. Ancak bu şiir dışı bir fikrin şiire çevrilmesi, şiire dönüştürülmesi anlamına gelmez. Şimdi fikri bulduk, tamam, eh bunu biz ağır ağır şiire dönüştürelim, şairce söylemeye başlayım, ona şiir giydirelim, onu şiire uyarlı kılalım. Şairin, gerçek şairin yaşamında böyle bir deneyle karşılaşamazsınız.

    Şairin tüm sezgileri, tüm algılayışları, tüm bakışı şaircedir. Esin gelip şiir bir taslak olarak kendini ortaya koyduğunda şiirsellik zaten belli bir ölçüde gerçekleşmiştir. Şair esinini şairce yaşamıştır, bu esin ona sözü şairce söyletmiştir. Ancak şair bundan sonra şiirini daha da şiir kılabilmek için çaba gösterecektir. Çünkü şair her ne kadar bir takım yetkinliklere, ustalık diyebileceğimiz kazanımlara ulaşmış kişi de olsa her şiirinde yeni bir yaratma çabasının içinde duyacaktır kendini. Şair olamamış bir kişinin uğraşa didine bir fikri biraz ya da biraz daha şiirsel kılabilmesi elbette olasıdır. Ancak şair nitelikleri kazanamamış bir kişinin ha deyince canını dişine takıp üst düzeyde bir şiirsel yaratıyı gerçekleştirebilmesi olası değildir. Ancak, böyle böyle şair olunduğu da doğrudur. Bunun için de en azından kişinin neyin şiir olup neyin şiir olmadığını bilecek kadar görgülü olması gerekir. Şiir olmayandan şiir olana doğru geçiş bir tür khaos'dan bir tür kosmos'a geçiş olduğuna göre kişinin en azından khaos'un nerede bitip tosmos'un nerede başladığını bilecek kadar bir duyarlılığı olması gerekir. Bu duyarlılık olmadığı zaman kişinin kendini çok yetkin şiirler yazan gerçek bir şiir ustası saymaması için hiçbir neden yoktur. Böyle bir kişi neyin şiir olduğunu neyin şiir olmadığını bilemediği için alt alta sıraladığı sözcüklerin bir şiir gücü ortaya koyduğunu sanabilir. Bu düşünmeyi bilmeyen kişinin bir iki kavramı yalapşap bir araya getirdiğinde büyük bir düşünce üretimini gerçekleştirdiği duygusuna kapılmasına benzer. Pek çok kişi üç kuruşluk bilgiyle bilgelikler üretmeye kalktığında ürününün niteliğini kavrayamamanın verdiği dağınıklıkla kendine hayran düşünür tipi çizebilmektedir. Şair olmadığını bilemeyen şair belki de dünyanın en zavallı insanıdır. Şiir piyasasında şair olmadan av yapmaya çıkmış insan bir ahlaksızdır, bir işbilirden başka bir şey değildir. Pekçok kişi para gücüne şair olur. Şair olmadığını bilmeyen şair ne kadar acınasıysa şair olmadığını bile bile şiir piyasasında av yapmaya çıkmış şair o ölçüde dayaklıktır. Ancak bu dayaklık adam şiirsiz şiirini para kuvvetine ya da başka bir şey kuvvetine pazarlamakta direndiği zaman tekkeyi bekleyen çorbayı içer yasasına göre hatta birinci sınıf şairler arasında yerini alacaktır. Bu yüzden adı şaire çıkmış, antolojilere geçmiş pekçok şair'in şair olmadığı ortadadır.

    insanlar zor bir işi gerçekleştirmektense onun sahtesini aceleyle yapıp ortaya koymayı yeğliyorlar. Gerçekten şair olmak zor iştir. Bir şair duyarlılığı kazanmak için canınızı dişinize takacaksınız, bu duyarlılığı kazanmaya başladığınızda da şair olmayan şairlerin öldürücü oklarından korunmaya çalışacaksınız. Gerçek sanatçı (ki çok az sayıdadır) gerçek olmayan sanatçılar yığınının öfkesini çekecektir. Sorun bir yetenek ya da deha sorunu olmaktan önce bir çaba sorunudur. Gelgelelim, hiç de tembellik kaldırmayacak bir alan olan sanat alanında daha çok tembeller iş tutarlar. Örneğin tiyatro hem kuramsal bilgiyi hem uygulama etkinliğini gerektiren bir sanat alanı olmakla tiyatrocuyu geniş çapta yükümlü kılar, öyle ki tiyatrocunun tiyatro düşünmekten başka bir işi olmaması gerekir. Zaten gerçek sanatçı tam anlamında adanmış kişidir. Tiyatro alanına baktığınızda orada tiyatronun ne olduğunu bilmeyen insanlarla karşılaşırsınız. Bu insanlar tiyatroyu rol kesmek olarak aldıklarından her çabaları acılı bir gülünçlüğü ortaya koyar. Bereket tiyatronun alıcıları da aynı düzeydedir de tiyatro yaratıcısıyla tiyatro izleyicisi arasındaki ilişkilerde pek sorun çıkmaz. Hatta düzey düşüklüğü bir avantaj olarak iş görebilir. Bu bütün sanatlar için geçerli bir durumdur. Şiir için de geçerlidir. Şairi tiyatrocuyla kafa kafaya vermiş olarak bir meyhane köşesinde hoşafa dönmüş bir biçimde bulabilirsiniz.



    Şair de öbür sanatçılar da güçlerini yalnızca ve yalnızca sanatlarına uyarlı kıldıkları, sanatın koşullan çerçevesinde geliştirdikleri bilinçlerinden alabilirler. Alkolün ya da entrikanın sağlayacağı güç kişiyi sanatçı yapmaya yetmeyecektir. Sanat alanında her zaman kötü satıcılar ve kötü alıcılar vardır. Bunlar yaratıcı düzeyinde de izleyici düzeyinde de bilincini estetik hazza ulaşma yönünde geliştirememiş kişilerdir. Sözde sanatçıların ürünlerini sözde izleyiciler tüketirler. Gerçek sanatçı da gerçek izleyici de az sayıdadır. Gerçek sanatçı kötü izleyiciye ters gelir. Gerçek izleyici de kötü sanatçıya ters gelir. Sanat alanında her yaratıcı kendi izleyicisini bulacaktır, kendine uygun izleyiciye kavuşacaktır. Sanatçıya göster izleyicini söyleyeyim ne olduğunu diyebiliriz. iyi sanat gerçek bir yetkin bilinçle gerçekleştirilmiş sanattır. Onu üretmek de tüketmek de zordur. Demek ki şairin ilk işi şair olmaya çalışmak olacaktır. Şiir yazmakla şair olmayı birbirine karıştırmayalım.
    1 ...
  14. sir perde ayna

    1.
  15. Çatlak bir ayna
    sekizyüzaltmış sayfalık günlük
    sayısız tarihler
    altmış sayfa özlem
    bir sayfa iz birakmadan kayıp...
    görecegiz!

    bir sigara kaldı elde
    bir de mumu üflemek
    kurtuluş yanlızlığa kral olmak mı?

    gözün perdesi var anladık !
    kötülük onu istiyor
    kararsızlar onunla bakıyor
    filozoflar çekiştiriyor

    aynada gördün kendini... anladık!
    her gün başka şeye dikkat ediyorsun...
    yüzünde...?
    aynalar farklılık gösteriyor
    onlara yer bulmak zor
    aynada dunyayı göreceğiz

    yanıtı bulmak içinse
    geçmişe döneceğiz.

    cem güneş
    0 ...
  16. adana ciftetellisi

    1.
  17. ay doğar ayazlanır
    gün doğar beyazlanır
    gelin olacak kızlar hem gider hem nazlanır

    hadi çiftetelliye ayşa, fatma, hayriye
    çapkınlıktan usanmaz yaşı gelse elliye

    al beni ele beni, kalbur al ele beni
    seveceksen kendin sev, sevdirme ele beni

    hadi çiftetelliye ayşa, fatma, hayriye
    çapkınlıktan usanmaz yaşı gelse elliye
    0 ...
  18. kampanya annecocuk com

    1.
  19. cinsel istismara karşı başlatılmış savaştır.site sahibi olanlar üyeleri ile birlikte destek olabilirler. uludag sozlugu de bu kampanyaya katılmaya davet ediyorum. belki lanet okumak yerine küçücük bir katkımız olacaktır. çözüm önerilerinizi siteye yazabilirsiniz.

    tbmm başkanlığına,
    Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'na

    Son zamanlarda çocuklara yönelik cinsel tacizler ve tecavüzler daha da artan ve kanımızı donduran gelişmelerle devam ediyor ve maalesef olan bitene hep birlikte tanıklık ediyoruz. Tanıklık ettikçe suç ortaklığımız çoğalıyor ve bizler artık ne tanık ne de suç ortağı olmak istiyoruz.

    Cinsel istismar ve tecavüz, yalnızca bedende değil, ruhsal yapıda da derin yaralar açar ve tedavi edilmezse ömür boyu sürecek psikolojik rahatsızıklara neden olur.

    1923 yılında yayınlanan "Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi"nde, çocukların "yaşama, gelişme, beslenme, yardım görme, istismardan korunma" hakları güvence altına alınmış ve Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından 1931 yılında imzalanmıştır.

    Birleşmiş Milletler Genel Kurul'u Tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni de Türkiye de dahil olmak üzere yaklaşık 142 ülke imzalamış ya da onay ve katılma yoluyla taraf devlet durumuna gelmiştir. Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni 2 Ekim 1995'te uygulamaya başlamıştır.

    Biz aşağıda imzası olanlar;

    1- Cinsel taciz suçu yürürlükteki T.C.K'da şikayete bağlı suç unsuru olarak sayıldığından ve cezaların düşük tutulduğunu göz önüne alarak, bu insanlık dışı suçun, çağdaş ülkelerde olduğu gibi şikayete bağlı suç unsuru kapsamından çıkarılmasını, şikayetçi olunmasa da kamu davası niteliğinde değerlendirilerek, kanıtlandığı takdirde çocuklarımızın bedenen ve ruhen yaralanmaması için, gerekli yasal düzenlemelerin tarafınızca bir an önce yapılmasını ve yaşama geçirilmesini, yasaların bu tür sapkınlıkları en ağır şekilde cezalandırmasını;

    2- Tacize, tecavüze ve her tür cinsel istismara uğrayan çocuklar için özel terapi merkezlerinin kurulmasını ya da var olan kuruluşlardaki bölümlerin açılmasını ve uzmanların yetiştirilmesini, mağdurların kendilerini güvende hissetmeleri, dolayısıyla yaşadıklarını deşifre edebilmeleri icin gerekli ortamın sağlanmasını;

    3- Kreşlerden başlayarak tüm okullarda düzenli olarak bilinçlendirme çalışmaları yapılmasını, çocukların bilgilendirilmesini, öğretmenlik eğitiminin içinde yer almasını;

    4- Bu konuda denetim makamı olan kişi ve kuruluşların görevlerini eksiksiz ve objektif bir şekilde yerine getirmelerini talep ediyoruz.

    Bir ülkede mağdur olan insanları kanunlar korur.

    Kanuna inancımızı yitirmek istemiyoruz.

    Saygılarımızla.

    şu linkten siteye giriş yapabilirsiniz, desteğinizi bekliyoruz.

    http://kampanya.annecocuk.com/
    0 ...
  20. benjamin parker

    1.
  21. peter parker'in amcası olur kendileri, bakalım ne demiş benjamin;

    büyük güç büyük sorumluluk getirir. *
    0 ...
  22. hulya deniz unal

    1.
  23. 1 Temmuz 1964'de Ankara'da doğdu. Kent kent dolaştı, kendini ait hissedecek kadar kalmadı hiçbir kentte. Belki bu nedenle bir öksüzlük duygusu taşıdı hep yedeğinde... 1994'den bu yana izmir'de yaşıyor.

    Hep şiirle yaşasa da 2003 yılında yazmaya da başladı.
    Şiirleri Pencere, Şiir Ülkesi, ve Kum dergilerinde yayımlandı.
    1 ...
  24. odesme

    1.
  25. "Bütün tepelerin üstü sessizdir"
    Goethe

    O şehir, kabuk tutmayan yara
    Serumlar yetmedi damardan sokaklara
    Gidemem oraya artık gidemem
    ilkin veresiye ardından peşin
    Önce azar azar sonra yüklüce
    ilçe aldım il ödedim

    Herkes gitti dağına ben gitmedim
    Duydum ama görmedim yüksekliğini
    Sularıyla meşhurmuş, ben boğulurken
    Duyumsadım buzlu olduğunu
    Tepe aldım dağ ödedim

    Şehir ve kin arasındaki sözleşme
    Ne kadar yakın şu dev gibi sözlükte
    Benim atlasımda kıtalar kadar
    Fersah fersah koşuyor atlar, çünkü ben
    Milim aldım kilometre ödedim

    Usulca esiyordu ılıklığına durdum
    Dalgalandı saçlarım hafif bir çarpma
    Oradan yayıldı katmanlarıma
    Elektriği, sandalyeyi farkettiğimde geçti
    Yel aldım kasırga ödedim

    Ağaçları biliyor camileri, türbeleri
    Bir türküydü söyledimdi hepsine
    Zorlanarak çıktımdı yokuşlarını
    Maskesizdim evet, biliyor kuşlar
    ille de çınarlar, dürüstler çünkü
    Yaprak aldım dal ödedim

    En büyük Lokman zaman, senelere yatırdım
    Kara üzüm gibi çekirdeksiz yarayı
    Ne hava ne ışık ne de güneşe açtım
    Şarap gibi bekletip mahzenimde sözledim
    Bir dize aldım da şiir ödedim

    hülya deniz ünal
    0 ...
  26. iki gövde

    1.
  27. iki gövde yüzyüze
    bazen iki dalga
    ve okyanustur gece.

    iki gövde yüzyüze
    bazen iki taş
    ve bir çöldür gece.

    iki gövde yüzyüze
    bazen iki kök
    dantellenmiş geceye.

    iki gövde yüzyüze
    bazen iki bıçak
    ve kıvılcım çakar gece.

    iki gövde yüzyüze
    iki yıldız düşen
    boş bir gökyüzünde.

    octavio paz
    0 ...
  28. yapracigi goren balik

    1.
  29. Minnacık bir balık bir yaprak gördü
    Körpe - yeşil - ve yemiş bahar güneşini
    -yaprak değildi
    Bahardı gördüğü-
    Ve o düşle fırladı denizden
    Ve düştü kaldı

    Balık ki yaprağı görüp sarhoşladı
    O ben'im işte

    Erik ağacından düşen yapracık
    Damarlarında hâlâ özsuyun hazzı
    Bir gözyaşıyla
    Sapından sarkan

    Yaprak ki düştü erik ağacından
    O ben'im işte

    Ve çiçekler arasındaki erik ağacı
    Güneşe ve yağmura dikmiş gözünü -
    -Güneş ki olduracak meyvasını
    Yağmur ki besleyecek meyvasını
    Meyva ki sürdürecek erik ağacını

    Ağaç ki çiçekler arasında
    O ben'im işte

    Ve meyva ki güneş kokar
    Usulcana erir ağzında
    Ve bir an emip de çekirdeğini
    Ya yere atarsın ya da denize

    O çekirdek ki mutlu
    O ben'im işte

    çeviri:can yücel

    zahrad
    0 ...
  30. bir adamin akli

    1.
  31. Ağaca bakar - görmez ağacı - kendini görür
    Yola bakar - görmez yolu - kendini görür

    Yukarı bakar - yıldızlar var gökyüzünde -
    Görmez - kendini görür

    Ve aynaya bakar - görmez kendini -
    -Selâm verir

    zahrad
    1 ...
  32. adli bir hata

    1.
  33. Kaç kez vurulmuştu;
    Yanılamazdı:
    Öldürmektir Aşk.
    Onun için elini
    Tabancasına attığında
    Bilmiyordu böyle biteceğini
    Bu vukuatın:
    Hâlâ yüreğini yokluyor
    Duruşmasında.

    güven turan
    1 ...
  34. şiirin ince mührü

    1.
  35. "bir çöl bitkisinin susamışlığıyla özlüyorum seni"
    diyen Gioconda Belli’ye

    geceye okşanan ruhumun
    gizemle vurduğu çanla ışıyor gün
    teninin beyaz yamacına
    sen yine de sevme beni
    sevildikçe çünkü daha da iniyorum
    yalnızlığın bazaltına
    akrep zemheri bir uğultu gibi dönüyor kulağımda
    özsuyun dalgasını yutan şehveti
    hayatın buğusuyla soyunuyor beyaz imgene
    şehrin bütün gölgelerinde
    yaklaşan kuytuluğu ayaklanıyor eylülün
    ve zaman yenik zamanla yenildik diyor
    mağrur görüntüsüyle yıkılan duvar

    kuyuları bütün kıyıları tek tek dolaştım
    hayat şiirden
    kanayıp dinmemek aşktan ibaret anladım
    kuyularda çocuklar
    kıyılarda kumsallarla ayaklanmış
    aşklar siliniyordu
    bağışlanmamış bir sunaktım kayıp lâhit ya da
    gecenin sol göğsünde kimsesiz unutulan.

    bir serenat dillenirdi şiirin ince mühründe
    saçta unutulan kadim kış ve
    keskin soğuk vardiyanın tene sürtünen sesiyle

    ayın kızıllığı der ki
    kifayet şiirde değil gecededir
    her şair bir gecenin artığı
    usun ilahi doğurganlığında açan gül
    sonbaharın sararttığı yaprağıyla geçeğendir

    geceye okşanan ruhumun
    tutkuyla vurduğu çanla ışıyor gün
    teninin beyaz yamacına
    ve üstüne toprak dökülmüş bir nehir
    akıyor parmaklarımdan
    besbelli yeni bataklık arıyor birileri
    sen yine de sevme beni
    şiirin ince mühründe sevgilim
    yankılı çocuk sesleri çağıldıyor

    azad ziya eren
    0 ...
  36. noch ein bisschen licht

    1.
  37. 1
    köle
    efendi ve köklerin hükümdarı engin toprak
    işte böyle bilcümle senin için yenileniyorum
    devrimin borçlu sırtında açan bahar soyuna

    2
    belâ bir çağ kargışlıyor sabahı
    dört kardeş yaprağın buluştuğu tuz yelkeni
    renoir’de kadınca yalınlaşmak istiyorum kankızıl
    sularına
    şu tenimdeki çentikleri birer ikişer silmek
    büyüsünü yitirmiş bir çocuğun ıslak kirpikleriyle
    işte böyle bilcümle bunun için açıyorum göğün ağzını

    3
    zaman yanılsanmış bir ihtilâlin seyir defterinde
    insan miğferli kadı’nın akrebinde soluyunca
    çiçek şarapnel gibi açar tende
    kemik hançer yarası alır
    ki en ongun odur sabır denen illette

    4
    hünerli bir kadının
    erdemli her kadının kapanarak gözlerine
    kayan bir ışık yumağı gibi gideceğim elbet
    viraneliğin susku’nun ve ölümün serin koynuna

    yağmur dindiğinde annenin özü
    renk bittiğinde babanın sözü
    her ışık huzmesinde kardeşin yüzü vuracak
    yalnızlığa çürüyen maveraya

    orada işte ılık bir ırmak fışkıracak
    rüzgâr gümbürtülü keman serinliği

    5
    seçildim diyorum sivil itaatsizliğin gizli seyrine
    yanılıyorsam mumyalayın içimdeki uçurumu
    bariyerleyin kimseler düşmesin
    metale kazınan makus talihe
    unutuldum diyorum yaralı göçün yorgun dizelerinde
    yanılıyorsam ilahiler okuyun
    vardiyam kekeme bir acıyla tükendiahir azizenin dikenli gülistanlığında

    6
    tragedyanın çıldırtan kanlılığında
    seyirci olmak da oynamak en çok susarak
    yanılıyorsam çarmıha gerin
    tecrit olduğum yamaçta
    dilimi hissetmiyorsam
    kaburgamda sıkışmış darp izleriyle
    sınana sırtlana uyuşturulduğum bu yaşamakta
    kanımı kurutun ruhumu bütün çocuklara bölün

    ölüm ki en bilge suskunluktur dünya denen batıkta

    7
    kimseye söylemeyeceğim söz veriyorum
    vurulduğumu şiirden başka
    içimde körüklenen bu yalım özü
    sırtımdaki bastonsuz dağ kimi yurt bildi kimi kurt
    bilmeyeceğim aşktan başka

    8
    lavanta kokulu menekşe ve uzun kollu erguvan
    nerede diyeceğim yıldız kokusu ışık biraz daha ışık *
    detone olmuş bir ses gibi
    her şeyin geçkinliğine kilitleneceğim
    ekim bıkkın bir yaşamak gibi redifini arayacak
    ve bütün bıçkınlığımla doğmayacağım bir daha
    yirmi yedinci vuruşunda hasat zamanının

    9
    küçülen kast engin aşk
    dilde biriken kutsî maharet: yanılsama
    tek doğurgan anı
    sol göğsünde gecenin ödünsüzce saklananı

    hünerli bir kadının
    erdemli her kadının kapanarak gözlerine
    kayan bir ışık yumağı gibi gideceğim elbet
    viraneliğin susku'nun ve ölümün serin koynuna

    10
    uykulu gözlerle gelip posta arabası
    binlerce dost kızılderili çıkıp kankızıl sular
    sanrısından
    falçata gibi sıyırarak kabuğunu toprağın tırnaklarıyla
    doğumun yeni sancısını avuçlayacak
    ve merhaba çocuk diyecek

    diri ses uzunca beklenen ari nefes merhaba..!

    azad ziya eren
    0 ...
  38. sakincali siir disarisi eylul kokuyor

    1.
  39. krizantem taçyaprağında çıldırtan kışkırtıcılık
    katıyor kokusunu çok parmaklık arasından kıvrılan
    sokağa

    kökünden çekilen bütün dostlar geride kaldı
    gecenin çoğu tohumla serpilen yalnızlıkta

    dışarısı eylül kokuyor gök olabildiğince mavi
    birkaç işçi sarıyı kolluyor ekmeğe geçmek için

    bakir bir sürü sızıyor bulut tarlasına can’ı kanadında
    kırık asfaltla açılan öteki meydanda yine ıslanıyor
    rötarlı umut

    çaresiz bir başkaldırı bu sakıncalı şiir
    biraz daha oynansa üstünde içinden birkaç devrim
    fışkıracak

    sakıncalı...sakıncalı devrim mürekkebin içinde kalacak

    azad ziya eren
    0 ...
  40. gladyator kadin ve deniz laleleri

    1.
  41. gençliğim diyor kadın;
    salındı nazenin bilekleriyle
    düşler kıvrımındaki dünyada
    onca fırtına savurdu
    aşınmış omzuyla zamanın tortusuna

    ve toprağın ahvaline acındım
    inleyerek uçmak dedim zerrede
    ziyan olmak gökyüzüne

    erişkinliğim diyor kadın;
    paramparça dolaşırken
    dalgaların kanattığı kıyı atlaslarında
    özge gladyatör deniz lalesi topluyordu
    kalbinin geniş kalibreli gül bahçesine

    ve olgunluğa fitillenirken barudî saçlarım
    fanusta çırpınan rüzgârın burgusunda
    aşkla inildiyordu yapraklar

    geçkinliğim diyor kadın;
    tazelenen ateştir bilmez miyim
    gecenin usanmayan hecesi
    murad ki suya eriyen gezgin buluttur

    kalbimin serin kumsalında
    zamansız açan menekşe
    kandilde buğulu aydınlık

    rengim diyor kadın;
    kanat çırpan en saydam kuzgundur
    manifesto veren kaptanı yorgun denizlerin

    ve kanıyor tenimdeki adres
    sevmekle yakıyor yanmakla kanatlanıyor
    maviye düşen kuzgunluğum

    özetim diyor kadın; denize
    ulaşamayan lale kurusudur
    ve gladyatörlerin lirik sonuncusu

    gençliğim erişkinliğim
    geçkinliğim rengim diyorum
    özetim; gladyatör kadın ve deniz laleleri...
    *
    0 ...
  42. suyu siir bildim susuzlugu ask

    1.
  43. sesinin kokusu var
    şiir parlatan ince parmakları

    gerekçeli bir rüzgârın
    tende belâgat burcusu

    dünyayı hep unuttum
    bütün dillerini yuvarlanmış karanın
    suyu şiir bildim susuzluğu aşk

    nedensiz bir terk edişti suya aşınmak
    eskiciye devredilen kullanılmış ırmak

    kirpik gibi kardeş gibi
    sessizce döküldükçe göğsüne ormanın
    anneyi yakan uzun esmerlikti

    sesinin kokusu var
    kalbimi titreten mahcup itibarı

    boşluğu hep unuttum
    içimde büyüyen sökülme arzusunu
    sadakati şiir bildim
    sadakatsizliği kâğıda dağılmayan mürekkep

    dönüşsüz bir yolculuktu suya göçmek
    kerpiç evde kavlayan kimsesizlik

    dem gibi kuytuluk çöl gibi
    büyüdükçe ayak dibinde sıtmalı çocuğun
    babayı yıkan ıslak suskunluktu

    sesinin kokusu var
    sağdığım her gülün yanaklarında
    benzersiz gümbürtüsü

    gülü şiir bildim
    gülsüzlüğü gücünü yitirmiş en elzem sihir

    böyle de güzelsin yok/su dil..!

    sadakatsizliği kâğıda dağılmayan mürekkep

    azad ziya eren
    0 ...
  44. uzak tanik

    1.
  45. uzak tanıklarıyız
    kulağımızda seken hayatların ...

    matarasında damlasız
    çöllere serilmiş adamlardık
    gözlerinin ferine bu şehrin
    yeni surlar dikmeye sevdalandık

    demirci zırhlarımıza giydirdik sabrı
    kalkanlarımıza çığlıklar sürdük de
    sıyrılamadık yüzümüzdeki esmer lekelerden

    tanıklarıydık uzak cinayetlerin
    görülmeyen
    gömülmeyen cesetlere ağlattık gözlerimizi
    uzak durdu sıcaklığı yeminli dillerin

    şehirler batıyorduşehrimiz, batacağı sabaha geceden bakıyordu
    duyulmuyordu içimizdeki matem
    matematiksel kaoslardan

    içimizde zenci bir ülke kara kara düşünüyordu!

    madem duyulmuyorduk
    bağırmalıydık katılmalıydık
    da katlanmamalıydık demek

    sesimiz uzak tanıklarımızda ses mi buluyordu?
    *
    0 ...
  46. tutuk kulesi

    1.
  47. parıldayan bir diyardı avutulan
    çığlığımı bırakıp göğüne
    ellerimi uzatamadığım boynuna
    loş bir zamandı sunulan
    sedef kemerinin
    sırtı dönük siyahlığında yaşadım boyuna

    yosun sürüldü suyundan
    ömrünü tüketti balık dökülen pullarla
    yanardağın sönmüş tanıklığıyla
    ovada yel, tende ateş unutuldu

    bitti toprak
    yeni bir adres yaratarak
    çorak sokakları terk edip eski duraklara
    gitti toprak
    ve kendimi bir tutuk kulesine sunarak
    içime akan yeşil ovaları
    çocukluğun uzak gönül kokusunu
    kırık sevinçlerde unutulmuş
    eski bir aşkla duyarak eksik büyüdüm!

    suya üç renk düştü sabahı / üç metafor yükseldi sudan
    tarihe işleyen siyah çelenk /eksilmedi kule kapımdan
    su çözdü renk çözüldü
    yeni bir deriyi işleyip sızlayan kemiklere
    alıp başı akıtıp yaşı gitmeli

    bu zaman da görüldü...

    azad ziya eren
    1 ...
  48. hayat bir grevdi surekli kirilan

    1.
  49. evrenin bütün kıygıları zenci bir tenin sırtında
    patlayan kırbaç gibi balkıdıkça;
    sustuk sustuğunuza benzer
    biraz fazla sıkarak vücudun dişlilerini

    tiner koklayan bir kuşun iki kanat arası uzadık
    ağır yalnız ve en yukarıya kadar güvensiz

    "kendini anlatmalıdır herkes"
    gülümseyişinin rengini kan gülü
    anlatacak neyimiz kaldı
    söyleyecek kimimiz uzak ve yakın
    tuttuk sonu geldi
    kavradıkça gelişen kaslarıyla ayrılığın
    temmuz uzak solgun bir çocuğun eylülü içerdeydi
    şehirler bitirmiştik
    yürüyorduk en uzağına zayıf köylerin

    safran ve katran aynıydı; dilimizle bilmiştik
    büyüyorduk tapınağa doğru: kanayan toprağa

    bilinir ki ortadoğu şehrinde
    kolayına çıkmaz sokağın en sevileni ölüyse
    beyaz bir kolanmışçasına yağar günün bütün yağmurları
    giden su kalan toprak olur
    turunç kapta açlık gibi kalın örgüsüyle tıkırdar zaman
    manastır gülistanında kanayan sabır taşı
    kahır köpürmesi çark inlemesi
    şafak söker gece diker diye bütün sökükleri
    işte öyle sevdim

    bağlanacak biri kurulacak sevgi kalmasın
    barınaksız son güzellik de utancın kamçısıyla
    yaralansın için ışık söndü kör kaldık
    yine de mersinler sardı bütün çocuklarımızı
    prusya mavisi gök ender rastlanan bir sevgiyle sızdı

    ne yazık nefretle uyanmak ve bir o kadar seninle hür
    mum ölür aşk kalır şarkı söyleyen cüssesiyle
    kaplar beni küçük dudakların
    göğsünde yükselir en güzel devrim şiiri

    sustuk sustukları gibi
    şehir bitti köy kaldık yitik bir savın hâlâ ılık teninde
    taşla
    tortuyla
    ve mızrakla sakat bırakılmış bir ütopyanın
    son sözleriydik: hayat bir grevdi sürekli kırılan
    birer grevdi gözlerin *
    0 ...
  50. anılarda şimdi

    1.
  51. Her şey ve herkes kayarak duruyordu sanki
    bana yaz diyordu bir kadın
    erkek çoktan unutmuş ne kadar sevildiğini
    - belki sevmeyi biliyordu bir zamanlar
    karanfiller bile taşımıştı kucağında -
    çocuk: ah... oyuncak bir trenim olsa...

    Ben miydim ıslak taşların serinliğinde
    unutup mendilleri
    iki yanına ürkek ve kuşkuyla bakan?

    Nasıl bir ezgi bulsam da dedi emanetçi
    anlatsam gözlerindeki ıssızlığı.
    Yıllarca neler alıp vermişti kimbilir
    uzun yolculuklara hiç çıkmadan
    küçük bir karta iliştirip adını.

    Küçük bir kart. Uçurtmalar, bayram yeri
    kâğıt helvacı da girebilir bir şiire
    çiniler, dağılıp bittiği yerde suyun
    sarsılan raylar ve her şey girebilir bir şiire.

    Kapat perdeleri, sesini azalt, coşkunu tut
    duymasın peygamberler soluğunda titrediğimi
    belki de benim o kuş
    tren camlarında bir görüp yitirdiğin
    belki de kanat vuruşlarımdır içinde uçuşan
    o sevinç, o ayrılık, o keder
    gitmekle kalmak arasında çoğalan hüzün
    yüzümdür belki dolunay...

    Belki de benim o kuş
    yüreği sıcak, elleri yok

    kapat perdeleri, sesini azalt, coşkunu tut...

    zerrin taşpınar
    2 ...
  52. agaclarin yukardaki yapraklari

    1.
  53. Uzanılmaz.
    Kuşlara ve güneşe mahsustur
    Hiçbirimizin haberi olmasın
    Yukardaki yapraklardan.

    melih cevdet anday
    1 ...
  54. tas bir sozcuk dustu parcalandi

    1.
  55. Taş bir sözcük düştü parçalandı
    Henüz yaşayan göğsümde.
    Zararı yok, ben zaten hazırdım.
    Gelirim bunun da üstesinden.
    Başımda işim çok bugün:
    Belleği sonuna değin öldürmek gerek,
    Taşlaşması gerek ruhun
    Ve yaşamayı yeniden öğrenmek.
    işte… Yazın hışırdayan sıcak soluğu
    Bayram gibi sarıyor pencereyi.
    Ben çoktan sezmiştim bu
    Aydınlık günü ve boş evi.
    *
    çeviri: azer yaran
    2 ...
  56. azer yaran

    1.
  57. Şair bu, kimi zaman kalabalık bir köşede
    Yapayalnız ve gözüpek dizeler çiziktirir,
    Ne de olsa şair bir kuyumcu değilse de,
    Yüreğinin tellerinde som altın biriktirir...

    Şair-çevirmen Azer Yaran 1949 yılında Ordu Fatsa'nın Kavraz, şimdiki adıyla Korucuk köyünde doğdu, 2 Ekim 2005 tarihinde Ankara'da bu dünyayı bize bırakıp gitti. 1972 yılında Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. 1970 yılında trt Ankara Radyosu'nun düzenlediği ses ve yetenek sınavlarından geçerek kurumun TRT Çoksesli Müzik Topluluğunda bas ses olarak şarkı söylemeye başladı; kurum içinde profesyonel müzik eğitimi gördü. 1974'te TRT muhabiri oldu, dış yayınlar muhabiri olarak çalıştı. 1982'de memuriyetten ayrıldı. Daha sonra, reklam, ansiklopedi, basın çevirmenliği yaptı. ilk şiirleri 1976 yılında Cemal Süreya'nın yönetimindeki Türkiye Yazıları ve Oluşum dergilerinde yayımlanmaya başladı. izleyen yıllarda şiirlerini yayımlamayı sürdürürken, Rusça'dan ilk şiir çevirileri -Yesenin,Vaptsarov- çıktı. Milliyet Sanat ve Gösteri dergilerinin genç şairler özel sayılarında yer aldı. 70'li yılların ikinci yarısından başlayarak bilimsel kitaplara ve Rus şiirinden çeviri çalışmalarına yöneldi.

    Muzaffer Buyrukçu Azer Yaran'ın şiirini şöyle değerlendiriyor:

    'içine girdiği durumun etkilerini, izlenimlerini taşıyan şiirlerinin özünde devingenlik, atılganlık epey yer tutar. Kişiselden toplumsala, toplumsaldan evrensele küçük kıvılcımlarla sıçrayan bir şiiri vardır Azer Yaran'ın. Mutluluk arayışından kaynaklanan bir koşuyu sürdürür dizelerinde. Koşarken gördüğü bütün konulara, sorunlara yaklaşır. Doğaya tutkundur, resimler getirir sık sık. Işıklarına, renklerine sarılır. imgeleri delikanlıca bir uçarılıkla, coşkulu bir içtenlikle bol bol kullanır. Derinlerde gizlenen ve gerçeklerin damarlarında kuşku uyandırmadan dolaşan ince bir alay umulmayan anlarda fışkırır, hazırlıksız yakalayarak şaşırtır. Hep doruk arıyan ve orada yeniden, yeni bir anlamla doğmak, yücelmek, insana giden yolları tıkayan engelleri aşmak amacıyla çırpınan bir yaşama sevinci Azer Yaran'ın şiirlerindeki yapıyı güçlendirir.'

    yapıtları;

    şiir

    Mayıs (1979)
    Burada Günışığı Türk (1996)
    Deniz ve Ten (1998)
    Giz Menekşesi Toplu Şiirler 1975-2002 (2004)

    çeviri

    Sergey Yesenin, Lirikler (1982)
    Anna Ahmatova, Seçilmiş Şiirler (1984)
    Sergey Yesenin, Sönüyor Al Kanatları Günbatımının (1992)
    Aleksandr Blok, Şiirler (1992)
    Boris Pasternak, Kızkardeşim Hayat (1993)
    Boris Pasternak, ikinci Doğuş (1994)
    Y. Lermontov, Deniz Kızı (1994)
    Aleksandr Puşkin, Bakır Atlı (1995)
    G. Aygi, Sen-Simalarıyla Çiçeklerin (1995)
    M. Tsvetayeva, Ruh ve Ad (1996)
    Vladimir Mayakovski, Dinleyin! (1999)
    Vladimir Mayakovski , Pantolonlu Bulut(2002)
    Aleksandr Puşkin, Yevgeni Onegin (2003)

    V. Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti (1988)
    Y. N. Rozaliyev, Türkiye'de Kapitalizmin Gelişme Özellikleri [1923 - 1960] (1978)

    şiirleri

    Adanmak Türküsü
    Ağıt
    Ay Üstüne Çeşitleme
    Kuşları Öldürmeyeceğim
    Mayıs
    Otobiyografi
    Şaire Ağıt
    Şiirler Okudum Bugün
    Türkü

    şiir çevirileri

    Anneme Mektup - Sergey YESENiN
    Gri Gözlü Kral - Anna AHMATOVA
    Hoşçakal - Sergey YESENiN
    insanların Yakınlığında Gizemli Bir Çizgi Var - Anna AHMATOVA
    Kara Adam - Sergey YESENiN
    Sevgilinin Elleri Bir Çift Kuğu - Sergey YESENiN
    Son Şairiyim Köyün Ben - Sergey YESENiN
    Şair - Aleksandr Sergeyeviç PUŞKiN
    Taş Bir Sözcük Düştü Parçalandı - Anna AHMATOVA
    3 ...
  58. insanlarin yakinliginda gizemli bir cizgi var

    1.
  59. insanların yakınlığında gizemli bir çizgi var,
    Bu çizgiyi aşamaz tutku ve ölesiye sevmek.
    Korkunç bir ıssızlıkta varsın birleşsin ağızlar
    Ve çatlasın, parça parça dağılsın yürek.

    Dostluk da güçsüzdür burada, yılları da
    Yüksek mutluluk ateşinin,
    Ruh özgürdür ve yabancıdır burada
    Ağırkanlı bitkinliğinde şehvetin.

    Çılgındır koşanlar buna erişmek için,
    Erişenlerse bir özlemle uğramıştır bozguna.
    işte şimdi anladın sen, niçin
    Çarpmıyor artık yüreğim avuçlarında.

    anna ahmatova

    çeviri: azer yaran
    1 ...
  60. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük