akp'nin kurucularından biri olan ertuğrul yalçınbayır'a göre ise, bursa'da hem tekstil hem otomotiv sektörlerinin krizden etkilenmesi sebebiyle daha şimdiden 40-45 bin kayıtlı işsiz var, kayıtdışılarla bu sayı 70 bini buluyor.
konuşmaya başlayana kadar hayatımda gördüğüm en itici insanlardan biri olduğunu düşünmüştüm ama bizim zaten önyargılarla mücadele ettiğimizi unutmuşum, konuşurken hatırladım. hatırlattığı pekçok güzel şeyle birlikte. o kadar çok şey yapmak istiyor ve hepsini o kadar önemsiyor ki, nereden başlayacağını bilemese de bir şekilde anlattığında o güzel projelerini siz de hemen başlasın bitsin istiyorsunuz, o'nunla heyecanlanıp hayaller kurup güzel sonlar yazıyorsunuz.
hayallerini gerçekleştirmek için sahip olduğu enerjiyi trafo gibi bize de ulaştırması ve enerjisini hayalleriyle birlikte hiç kaybetmemesi gereken kadın.
tanım: türkiye'de kadınlarla ilgili ilk medya izleme grubu'nu kurmuş kadınlardan biri.
geçen sene neşet ertaş ile birlikte türk telekom işçilerinin grevine destek için verdikleri konserde izleme şansına eriştiğim kardeş türküleri, en son troya'sıyla izlediğim anadolu ateşi'yle birleştirerek oraya gidecek herkeste daha en başından büyük bir heyecan uyandıracak ; zaman ilerledikçe -özellikle kot kumlama işçilerinin ve/veya dayanışma komitesi üyelerinin çıkıp konuşma yapmalarından sonra- oradaki herkesi sanki kırk yıldır tanışıyorlarmış gibi konuşup dertleşmeye ve hatta halay çekmeye (evet, bu hep olur.) başlatacak, gecenin sonunda herkesin vicdanını biraz daha rahatlacak ve herkesi biraz olsun mutlu edecek yaşam destek ünitesi.
japanese spy transcript isimli dört şarkılık ep'lerinde adalarda bisiklet sefası yaşatan, not for want of trying albümüyle birlikte ise beni iyice reenkarnasyona inandıran, this will destroy you ve beirut sonrası yeni tramvay durağı.
bu kahrolası yaz sıcağında üşüyorum. ateşim çıkmıyor ama. sadece bir titreme var. küresel ısınıyorum sanırım. topak şeylere ilgim vardır benim. o yüzden en sevdiğim hayvanları sayarken fillerden, hipopotamlardan, kutup ayılarından filan bahsederim. işte şimdi kendimi tam da o küçük buz parçası üzerinde yalnız kalan kutup ayısı gibi hissediyorum. beni kameraya alan ya da fotoğrafımı çeken biri var mı bilmiyorum. olmasa daha iyi. çünkü ben hiçbir zaman fotojenik bir insan olamadım. istedim ama olamadım. o yüzden fotoğraflardan haz etmem. ben anı dondurmayı sevmem. ben çilekli dondurma yiyince midesi bulanan bir kızım. ve ece temelkuran'ı hayalkırıklığına uğratmak istemem ama, hiç peçete koleksiyonum da olmadı. ben mektup biriktirmeyi severdim. şimdi tıpkı olduğu gibi. annemin günlüklerini ve babama yazdığı şiirleri okuyarak büyüdüm. onları biriktirdim hayat bilgisi defterimde. annem edebiyat mezunuydu fakat şiirleri hiçbir zaman içimde göğe bakma hissi uyandırmadı bende. yine de içten içe düz yazıyı şiire zilyon kere tercih etmeme rağmen bir gün birilerine şiir yazabilme ihtimalimi düşündüm. tek bir farkla, ben annemden daha güzel yazmalıydım. bir gün benim çocuğuma kalacak olan o his külliyatlarında çocuğum benim arkamdan ''annem de amma saçmalamış'' dememeli. aksine, ''anneme bak, neler yaşamış'' demeli.
çok üşüyorum.
kafamda zilyon tane düşünce ve içime atmaktan şişmanladığım bir sürü üzüntü var. dokunmasını beklemem kimsenin ağlamak için. şu günlerde müstear adıyla müstesna bir insan değilim. adımın sadece ''melankolik'' kısmını görüyor gözlerim. biraz buğulu sanki her şey. kesin değil. ben bu belirsizlik halini hiç sevmem. hayatımda beklemek ve bellirleyememek kadar nefret ettiğim şeyler yoktur. oysa hayat sanki bana beklemekten başka çare vermiyor. inadına hiçbir sorunun, soru ögesi içermeyenlerin bile, cevabını vermiyor. benim bulmama izin vermiyor. hayatımda, hiçbir şeyin bir ''ad''ı yok. oysa benim için çok önemlidir ''ad''lar. çünkü birine ad veremezsem, sıfatlarım onu, nitelerim. işaret parmağımı uzatıp rencide ederim. gözlerimi dikerim, gözümün önünden gitmesin diye. hiçbir şeyi kaçırmak istemem çünkü. her şeyi kontrol altına alıp her daim haklı çıkmak değil derdim. evet, bi ara bunu da deli gibi istemiştim. sonra deli olmayı çok istedim. her şeyi elimin tersiyle itip, gönlümce küfredebilmeyi, bunun için yüzümün kızarmamasını, başıma ne gelirse gelsin hiçbir şeyden sorumlu olmamayı, her şeye yeniden başlayabilme gücünü çok istedim. bana yapılan haksızlıklara inat, yaptığım hiçbir haksız fiilden sorumlu olmayacaktım çünkü o zaman. o zaman belki de ilk defa ''karşılıksızlık'' farklı bir boyut kazanacaktı üçüncü boyuta sık sık giden lakin geri gelmeyi hep reddedip bi kısmını orada bırakarak eksilmeyi tercih eden aklım için.
çok üşüyorum.
kendime yasakladığım zilyonlarca şarkıdan sadece biri çınlıyor şu an kulağımda. ''ısınamazsın ağlarken'' diyor deniz. ben deniz adını çok severim. denizleri çok severim. deniz'leri çok severim. belki ece temelkuran bilmez, belki de en bi çok yaptığı bir şeydi, ben isim biriktiririm defterimin arasında. doğmamış ve doğmayacak olan yüzlerce çocuğum vardır. hepsinin de bir adı. onları ''sıradanlık''tan kurtarmayı bahşeden adları. hepsi hazır. her gün bir yenisi ekleniyor onlara. ben her gün, içimdeki çocuğu öldürmek istedikçe, başka çocuklar doğuruyorum. belki çok sevdiğim halde tutmaktan- dokunmaktan deli gibi korktuğum kediler doğuramıyorum, yollayamıyorum çay fincanlarının kenarında ece temelkuran gibi. ya da o'nun ''zira''ları yerine, benim ''ama''larım daha baskın. ben hep içine kapanık ve çözülmeyi beklenen ''taraf'' olmayı isterken, baskın olmak zorunda bırakılıyorum. ya da kendimi bu konuma düşürüyorum. benim için çok zamandır haklı olmanın ya da hata yapmanın bir anlamı yok. yaptığım şeylerden pişman olmayı yapmadıklarıma tercih ettiğim filan da yok. sadece bir gün, gelişine vurduğum ortanın ağlarla buluşmasını istiyorum. doksana girmek zorunda değil. çocukken oynadığım dokuz aylık, yirmi bir aylık, doksan dakikalık maçlar şu an hiçbir şey ifade etmiyor. ben yeni başladım çünkü her şeye.
çok üşüyorum.
içimde sonuna ''meli - malı'' eklediğim zilyon tane cümle var. attığım ve atmak zorunda olduğum adımların her nefeste yenilendiğini hissettikçe nabzımla birlikte artıyor gerekliliklerim. çünkü ben her nefeste biraz daha büyüyorum. her nefeste biraz daha yaşlanıyorum. benim derin nefeslerim büyük beklentilerim. sabrım yok pek evrimi beklemeye. belki de bu yüzden kalbim hiç kenarlarından alınmasına müsait değil. bu yüzden belki de direk kırılmayı tercih ediyor. sanırım bu victor hugo'yu hiç dinlemediğim anlamına da geliyor. o'na söylemeyi çok isterdim bir değirmenin arkasında dinin mucizelerini görüp hayata bağlanmanın sadece o'nun kitaplarında olduğunu ve insanlığın hiçbir zaman sert olmak varken yumuşak olmayı tercih etmediğini. bu yüzden herhalükarda kırılıp incindiklerini. unutmadan bir de eklemek isterdim, içimdeki mutfaktaayaksesleri bandosunun mucize beklemeyi artık huzurdan saymadığını. kalbimi ya da bedenim çıldırmasına rağmen hiçbir zaman gidemediği vekaleten yerine seyahate yolladığı beynimi kullanmıyorum artık. hangisi boştaysa. çünkü bence insanlar bireysel olmak yerine takım oyununa önem vermeli. boşta biri varsa, ona pas atmalı. ve bilmeli tek kişinin sorumluluğunun her zaman bölünmüş sorumluluktan daha ağır olduğunu.
çok üşüyorum.
ben sahip olduğum zilyonlarca hayali ve kurduğum binlerce ''meli- malı'' cümlesini gerçekleştiremeyecek olmaktan korkuyorum. ölümün engel teşkil etmesi değil sorun. önümdeki tek engel kendimken ölümün lafı bile olmaz. önemli bir şey için ölmek istiyor olmam da mesela bunun önünde engel değil. bana göre, ben en büyük engeli nefes alırken içime çektiğim havanın genzimi yakmasına alışmakla yendim. ben daha ilk nefesimle yendim hayatı. bir an duruşu gibi. yeterli. her zaman büyük beklentilerimin olmasından zarar gördüm. çünkü onların hiçbiri yakın vadede gerçek olmadı. uzak vadede gerçekleşmesini ise ben istemedim, o an lazımdı bana çünkü. o an, hani ''sevdiğine kavuşamazsa ölür'' hastalığına yakalandığım an, eğer yanımda olmuyorsa gerisi teferruattır. hayat ayrıntılarda gizli olsa bile. benim artık o ayrıntıları bulmaya takaatim yok. ben ''yanıtla beni'' dediğimde derdime derman olacak bir kurum kuruluş istiyorum. sevmesem de sagopa kajmer'in ''kendime sarılır, donarım'' sözünden etkilenmek istemiyorum. geç kalmış olmak istemiyorum! bir sabah uyandığımda her şeyin çok bittiğini ve benim bitiş merasimine bile yetişemediğimi anlamaktan korkuyorum!
hayatımda başımı çevirdiğimde yanımda olacak kişinin mutfaktaki ayak sesini ve sadece ikimizin görebildiğine inandığım o ateşböceklerinin olduğu bahçede kulağımda kirazlar, önümde emek verdiğim domateslerle özgür bir dünyada o adamla başka şeyler için mücadele içinde olmayı kaçırmak istemiyorum! ben doğuştan şanslı değilim. fotojenik hiç değilim. belki de bu yüzden öldüğümde arkamdan gösterebilecekleri hiç fotoğrafım yok dün olması beklenen şimdiki zamana ait. saçlarım kötü. sesim detone çıkıyor. hayattan beklentilerim had safada, aldıklarım sıfırın altında. yazmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum. onu da beceremiyorum. hala bir gün tanrı'nın beni çevrimiçi'ne alacağını ve benimle uzun uzun sohbet edeceğine inanıyorum. bir gün, gözlerimi kapatıp açtığımda karşımda tam da içimden geçeni görmek istiyorum. güvercinlerle değil kedilerle yolladığım mektupların sahibini bulmasını ümit ediyorum. sahnede bakanların ''ne kadar cesur ve güzel. umut dolu gözleri söylediği melankolik şarkıları aydınlatıyor'' demesini umuyorum. ama bir mikrofon, o kadar uzak ki. ''sınırlar kalksın'' diye bağırmıyorum, sadece ''uzaklar yakın olsun'' istiyorum. her gün bir balon uçarayım ve uçurduğum o balon göğe bakma durağımın üstündeki yıldıza takılsın istiyorum. deniz ve yıldız hiç uzağıma düşmesin, yalnız kalsam hatta gölgemden bile kopsam onlar hep peşimden gelsin istiyorum.
istanbul'da sorulan herhangi bir kitapçıdan ''artık gelmiyor'' cevabının işitilmesi üzerine ''nereden edinebiliriz?'' sorularıyla basım yayınevini ısrarla taciz eden bünyeye çareyi kendisini adana ve ankara'dan kargoyla temin ettirilmesinde bulduran, 200. sayısına özel bir de ek yayınlayarak yola çıktıkları 1988'den bu yana ele aldıkları konuları bir konu diziniyle yılbaşı hediyesi niyetine okuyucularına sunan aylık sosyalist teori ve politika dergisi.
28 nisan 2007 küresel ısınma mitingi'nden sonra şimdi de 6 aralık 2008'de küresel iklim programı'nı kurulduğu günden beri kendisine destek veren harun tekin, zeynep casallini, marsis, mehmet ali alabora gibi isimlerle ve dsip, uluslararası af örgütü, greenpeace, yeşiller partisi, eğitim-sen gibi kurum kuruluşlarla açıklayacak yaratıcı pankart, slogan ve rozet sahibi grup.
kurulduğu günden bu yana birbirinden güzel organizasyonlara imza atan, sene başında martin parr'la başlattığı göze gönle hitap şölenini ocağın 4'üne kadar che'nin bir objektifin gözüyle anlatılmasıyla devam ettirecek olan, gün itibariyle de önümüzdeki saatler içinde başlayacak (bol ve bedava içki) bir kokteylle '' 68 kuşağı: almanya '' konulu bir sergiye ev sahipliği yapacak şahane mekan.
farz-ı ilave: taksim atatürk kültür merkezi'nin önünden her 20 dakikada bir servis kalkıyor ve bu servis sizi yine taksim'e bırakıyor. ücretsiz.
sevilen pekçok eski şarkının yeni kayıtlarını, eurovision'un deli'sini ve en yenisinden iki şarkıyı içeren başıbozuk albümü gün itibariyle raflarda yerini almış grup.
insan hakları evrensel bildirgesi'nin kabulünün 60. yılında ''insan hakları için harekete geç!'' sloganıyla 3 aralık 2008 gecesini 4 aralık sabahına kavuşturacak yine şahane bir konserle yine toplumdaki ve dünyadaki olaylara tepkisiz kalmadıklarını gösterecek yıldızlı şükelalık grup. can yarısı.
'' bir ,iki ,üçler
yaşasın türkler
dört, beş, altı
polonya battı
yedi, sekiz, dokuz
ruslar domuz
on ,on bir ,on iki
amerika tilki
on üç ,on dört ,on beş
araplar kalleş / fransızlar kalleş
on altı ,on yedi ,on sekiz
hapı yuttu porteekiz / ruslar komünist ''
farz ilave: ayyuka, fungu, kafabidünya, ars longa, hariçten gazelciler, dandadadan, cemiyette pişiyorum, nekropsi gibi varlıklarına şükrettiren grupların da yollarının düştüğü ve düşmeye devam ettiği müzisyen evi.
--spoiler--
god, only god knows i'm trying my best
but i'm just so tired of this loneliness
--spoiler--
kendini yalnız hissetmekten yorulmuş biriyseniz, diziler hakkında oyuncularıyla yapılan röportajlarda geçen ''herkesin kendinden bir şeyler bulacağı sıcacık bir öykü'' cümlesini kendi hayatınıza uygulamaya çalışıyorsanız, birilerinin ''en''i olmadan sadece hayatta bir iz bırakma derdindeyseniz ve unutulmamak için hep bir çaba sarf etmek bu yüzden de her zaman ''en iyi''yi yapmak zorundaysanız.. -trying my best not to forget-
--spoiler--
time is so short, i'm sure
there must be something more
--spoiler--
yaptıklarınızı yapacaklarınıza teminat olarak gösteriyorsanız, içinde gereklilikten ziyade istek barındıran kiplerin sürüsüne bereket olduğu cümleler kuruyorsanız, yapmak istediklerinizin çokluğuna rağmen zamanı kendinize yettiremiyorsanız, ''demokraside çareler tükenmez'' yolunun gerçek olduğuna inanmak istiyorsanız, her zaman başka bir yol vardır diye düşünüyorsanız..
--spoiler--
god is in the houses and god is in my head
i see god come in my garden
but i don't know what he said for my heart
it wasn't open
--spoiler--
keane'in try again şarkısını fazla önemli ve anlamlı buluyorsanız, tanrı'nın sizi görmesi ve artık çevrimiçine alması için dua ediyorsanız, kafanızda yarattığınız hayali kahramanlara aşık oluyor ve bu yüzden sonradan derin hayalkırıklıklarına uğruyorsanız, hayali arkadaşlar yaratmışsanız kafanızda, nirvana gibi ''cause ı found god! yeah!'' diye seviniyor; joan osborne gibi ''yeah.. god is great!'' diyorsanız..
--spoiler--
now the sky could be blue, i don't mind
without you it's a waste of time
--spoiler--
''i'm by your side'' dedikleriniz tarafından farsah farsah uzaklarına düşürülmüşseniz, o gelene kadar -like an angel- yalnız yaşamışsanız, o gittikten sonra arkasından '' i know someday you'll have a beautiful life, i know you'll be a star in somebody else's sky, why, can't it be mine?'' demişseniz ağız ve yürek dolusu, betterman bulamayacağınızı düşünüyorsanız..
--spoiler--
if you love me, won't you let me know?
--spoiler--
counting crows'un long decemberi son zamanlarda daha çok can acıtıyorsa, ''love hurts, but sometimes it's a good hurt'' diyorsanız, istanbul'da bir kış günü seferlerin iptal edilmesine yol açacak kadar olmasa da bolca yağan karla vapura bindiğiniz dinleyebileceğiniz şarkılara yenisini ekleme telaşındaysanız şimdiden..
--spoiler--
and in the end we live awake
and we dream of making our escape
--spoiler--
thom yorke'un bir çarşamba akşamı, gökdelenleri aşan sesiyle hiç olmayacak bir hayali ''biz seninle sözleri susarak aştık''larla anlattığı ''i don't think we'll meet again, and you must leave now baby'' aşkına ağlayarak karşı çıkıyorsanız, inatla her şeyin yeniden başlayabileceği ''so why don't we go, somewhere only we know'' bir yeri savunuyorsanız..
--spoiler--
you might be a big fish in a little pond
doesn't mean you've won
'cause along may come a bigger one
and you'll be lost
--spoiler--
bütün ilişemeyişlerinizden haklı olarak çıkıyor ama haklı olmanın asla mutlu olmaya yetmediğini biliyorsanız, nietzche'nin ''öldürmeyen şey güçlendirir''inin yakın vadede acı getirdiğini ama aslında uzun vadede çok iyi bir yatırım olduğunu uygulamalı yaşamışsanız..
--spoiler--
sometimes even right is wrong
one day the sun will come out
--spoiler--
''kalbim ölü bulundu dün sabah'' diyip çektiği ızdıraba sieyi çeken peyk'in aksine nasıl olsa gelir diye gidenler perdeleri hep açık bırakan şebnem ferah gibi bu sabahları anlamlandıran vega'yı pek bir çok seviyorsanız..
alın dinleyin. ilk dinleyişte her albüm gibi kendini pek kolay kabul ettirmez sanıyorsunuz önce ama gayet de güzel güzel dinlettiriyor kendisini. albüm dile gelip ''do you love me?'' dese, chris ağbi'nin de dediği gibi ''only say yes'' yani.