yan tesiri olmayan ilac
59 (self sufficient)
altıncı nesil silik 1 takipçi 7.40 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    çocuklara polis taşlatan ezik zihniyet

    1.
  1. Bu gün mersin'de kendisini gösteren zavallı, kokuşmuş, marjinal zihniyettir.

    Zavallıdırlar. Sözde davalarının beş para etmediğinin farkındadırlar. Çocuklarını bir koyun sürüsü gibi sokaklara süren şerefsiz zihniyettir.

    sözde "dava adamıdırlar" ancak karılarının eteklerinin altına saklanırlar.
    0 ...
  2. islam da milliyetçilik

    1.
  3. islam'a göre milliyetçilik, müspet - iyi ve menfi - kötü olarak ikiye ayırmıştır.

    kötü milliyetçilik, ırka dayalı olanıdır. hakka hukuka bakmadan kendi milletinden olana suçlu bile olsa taraf olma menfi, ırka dayalı milliyetçiliktir.

    diğer taraftan; her millet kendi milletinin fazilet ve hasletlerinden bahsedip onları sevebilir. islamiyet hukuk ölçülerinin gözetildiği böyle bir milliyetçiliği müspet milliyetçilik olarak görür.

    nitekim efendimiz'e sahabilerinden bir tanesi soruyor; " bir kişinin kendi kavminden birini sevmesi ırkçılık mıdır?" efendimiz " hayır, ancak kişi kavminin zulmüne yardımcı olursa ırkçılık olur." buyuruyor. ( ibni mace, fiten: 8)

    kur'an allah katında üstünlüğün ancak takva ile olduğunu belirtirken aynı zamanda insanların kavim ve kabilelere ayrılışının hikmetini de şöyle ifade ediyor: "ey insanlar! doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. muhakkak ki allah yanında en değerli olanınız, o'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz allah bilendir, her şeyden haberdardır." ( hucurat / 13) bu ayetlerde çok açık bir şekilde allah karşısında üstünlüğün takva ile olduğu belirtiliyor.
    2 ...
  4. kuran meallerinin güvenilirliği

    1.
  5. müsamaha

    3.
  6. Müsamaha insan için bir ahlâk haline gelmelidir.

    insan iradî olarak bu konuda eğitile eğitile, müsamaha onun ruhunda ikinci bir fıtrat olarak geliştirebilir.

    Meselâ, insanın kendini sürekli kontrolü, küfür olmayan hususlar dışında, başkalarının hatalarını affetmesi ve kendi nefsine karşı bir savcı, başkalarına karşı ise bir avukat gibi davranması, evet işte bütün bunlar müsamahadır.

    Efendimiz, zina itirafı ile kendisini cezalandırması için başvuran Maiz'i dört defa geri çevirmiştir.

    Biri, Halid'i şikâyet için geldiğinde, tek kelime konuşturmamıştır.

    Bu seviyede bir müsamahaya insan iradesi ile sürekli olarak kendisini eğitmesi ile ulaşabilir ve onu bir ahlâk haline getirebilir.

    Kısaca, tevazu ve müsamaha, Peygamberlere ait iki sıfattır.

    Tevazunun zıddı kibir, çalım; müsamahanın zıddı ise yobazlık ve bağnazlıktır.

    Günümüzde yobazlığın en şiddetlisi, küfür ve ilhad cephesinde görülmektedir.

    Merhum Necip Fazıl, yobazlığı müslümanlara yamamak isteyenlere karşı tavır alır ve onu asıl sahiplerine iade ederek, "küfür yobazı" derdi.
    1 ...
  7. meyve risalesi

    1.
  8. on birinci şua

    1.
  9. Risale-i Nur Külliyatı'nda Şualar Kitabının On Birinci bölümüdür.

    Günümüz Türkçesine çevrilmiş hali aşağıda verildiği gibidir:

    MEYVE RiSALESi

    Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

    "Yusuf daha yıllarca zindanda kaldı."

    (Yusuf Suresi, 12/42)

    Yusuf suresi 42. ayetin bizlere verdiği haber ve ruhlarımıza duyurduğu sırrıyla, Yusuf Aleyhisselâm hapsedilenlerin piridir ve hapishane Hz. Yusuf'un bir nevi medresesi haline gelmiştir.

    Mademki Risale-i Nurları okuyup onları diğer insanlara ulaştırmaya çalışan Risale-i Nur talebeleri de iki defadır ve çoklukla bu medreseye giriyorlar. O zaman, elbette Risale-i Nur'un hapishanede bulunanları da doğrudan ilgilendiren ve normalde imanla alakalı ispat ettiği bir kısım meselelerin kısacık özetlerini, bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam bir terbiye almak lâzım geliyor. işte o özetlerden, beş altı tanesini açıklıyoruz.

    BiRiNCi MESELENiN ÖZETi

    Sözler kitabının, dördüncü sözünde izah ettiğimiz gibi, her gün, yirmi dört saat olan hayat sermayesini, Yaratıcımız bizlere ihsan ediyor. Ediyor ki, hem dünya hem de ahiret hayatımıza lâzım olan şeyleri o sermaye ile alalım. Şimdi düşün ki; şu kısacık dünya hayatımız için yirmi üç saati harcadık ancak "beş vakit farz namaza kâfi gelen" bir saati, sonsuz olan ahiret hayatımız için kullanmadık, ne kadar akılsızca bir iş yapmış oluruz anlarsın.

    Tâbi bu akılsızlığımızın cezası olarak; hem kalbî, hem ruhî sıkıntılar çekip, bunalımlara ev depresyonlara gireriz. O sıkıntılar yüzünden de ahlâkımız bozulur ve ümitsizliğe düşerek hayatımızı boş ve gereksiz işlerle geçirmeye başlarız. Bu durumda değil terbiye almak, belki terbiyenin aksine giderek ne derece zarar ederiz, anlatılanları birbiriyle kıyas edersen anlarsın.

    Eğer, bir saati beş farz namaz için kullansak, o zaman hapis ve sıkıntı süresinin her bir saati, bazen bir gün ibadet yerine geçecek bazen de boş yere geçecek bir saat, ahiret sonsuzluğunu kazandıran bir hal alacak. Böylece kalbî ve ruhî ümitsizlik ve sıkıntıların azda olsa sona ermesi ve hapse girmeye sebebiyet veren hatalara karşılık o hataları affettirmesi ve hapsin hikmeti olan terbiyeyi alması ne derece kârlı bir imtihan ve ne derece karlı bir ders ve musibet arkadaşlarıyla birbirlerine teselli verici hoş bir sohbet olduğu düşünülsün...

    Dördüncü Sözde denildiği gibi, bin lira ikramiye kazanmak için bin adamın katıldığı bir piyango kumarına yirmi dört lirasından beş on lirayı veren ve yirmi dört liradan yalnız bir lirasını ebedî ve kıymetli bir mücevher sandığının anahtarına vermeyen ne kadar akılsızdır. Hâlbuki düşünülse, dünyevî piyangoda o bin lirayı kazanma ihtimali binden birdir; çünkü senden başka bin kişi daha var. Oysaki insanın ahirette gideceği yeri belirleyecek olan piyangoda kazanma ihtimali, -eğer insan ölüm gelip çatıncaya kadar yaşantısına dikkat ederse- binden dokuz yüz doksan dokuzdur! Bu büyük kazanma ihtimalini, gönderilen yüz yirmi dört bin peygamber bizlere haber vermekteler. Ve bu müjdeli haberi, evliyadan, asfiyadan ve âlimlerden yüz yirmi dört milyondan fazla sadık haberci de tasdik ederek haber verdikleri halde, o binde bir çıkma ihtimali olan piyangoya katılmak ve binde dokuz yüz doksan dokuz çıkma ihtimali olan piyangoya katılmamak ne derece akılsızca bir harekettir, birbiriyle kıyaslanırsa anlaşılacaktır.

    Bu meselede, hapishane müdürleri, gardiyanlar ve belki de memleketin idarecileri ile emniyet mensupları, Risale-i Nur'un bu dersinden memnun olmaları gerekir. Çünkü bin tane dindar ve Cehennem hapsini devamlı aklından çıkarmayan adamların idare edilmesi ve asayişinin sağlanması, on tane namazsız ve itikatsız, yalnız dünyevî hapsi düşünen ve haram-helâl nedir bilmeyen ve kısmen de serseriliğe alışan adamların idare edilmesinden daha kolay olduğu çok tecrübelerle görülmüş.

    iKiNCi MESELENiN ÖZETi

    Risale-i Nur'da, Gençlik Rehberinde güzelce izah edildiği gibi, ölümün başımıza gelmesi o kadar kesin ve o kadar göz önündedir ki, şu içinde bulunduğumuz günün sonunda bizleri içine alacak olan gece gibi ve bu son baharın arkasından gelecek olan kış gibi, ölüm de başımıza mutlaka gelecek. Bu hapishane nasıl ki girenler ve çıkanlar için geçici bir misafirhanedir; aynen öyle de, şu yer kürenin yüzü dahi, acelece hareket eden kafilelerin yollarında, bir gecelik konaklama ve tekrar yola çıkma için bir handır. Her bir şehri yüzlerce defa mezarlıklara boşaltan ölümün, kesinlikle hayattan daha fazla bir istediği vardır.

    işte bu korkunç hakikatin esrarlı bilinmezliğini, Risale-i Nurlar bilinir bir hale getirmiş. işte onun kısacak bir özeti şudur:

    Mademki ölüm öldürülemiyor ve mezarın kapısı kapanmıyor. O zaman bu ecel denilen cellâdın elinden ve mezar denilen tek kişilik hücreden kurtulmanın bir çaresini bulmak gereklidir!

    Ve eğer bunun bir çaresi varsa, elbette bu çareyi arayıp bulma insanın en büyük ve her şeyden önemli bir derdidir. Evet, ecel celladının elinden ve mezar denilen tek kişilik hücreden kurtulmanın çaresi var ve Risale-i Nur, Kur'ân'ın içerdiği sırlarla o çareyi, iki kere iki dört eder derecesinde kesin olarak ispat etmiş durumda. işte bu ispatın kısacık bir özeti şudur:

    Biracık düşünürsek anlayacağız ki, ölüm ya ebedî bir idamdır; hem insanı, hem de bütün akraba ve sevdiklerini asan ve asacak olan bir darağacıdır. Ya da bambaşka bir ebedî âleme gitmek ve iman denilen pasaportla mutluluk ve huzur sarayına girmek için bir izin belgesidir. Ve mezar ise, ya karanlık bir tek kişilik hücre ve dibi olmayan korkunç bir kuyudur. Ya da bu dünya zindanından sonsuz ve huzurlu bir ziyafet sofrasına ve meyvelerle dolu bir bahçeye açılan bir kapıdır. Bu hakikati Gençlik Rehberinde bir misal ile ispat etmiştik.

    Meselâ hayal edelim: Bu hapishanenin bahçesine insanları asmak için darağaçları konulmuş olsun ve o darağaçlarını dayadıkları duvarın arkasında da gayet büyük ve bütün dünyanın katıldığı bir piyango dairesi kurulmuş olsun. Biz bu hapishanede ki beş yüz kişi belli ki, hepimiz teker teker ve kurtulma imkânımız olmadan, o meydana çağırılacağız ve çağırılıyoruz. O meydana çağırıldığımızda bizlere ne diyebilirler? Ya diyecekler ki "Gel, idam ilânını al, darağacına çık" veya "ebediyen kalacağın tek kişilik hücreye giriş ilanını elinde tut ve bu açık kapıdan içeri gir" ya da "Sana müjdeler olsun! Milyonların peşinde koştuğu altın bilet sana çıktı. Gel biletini al."

    Biz de gözümüzle görüyoruz ki, birileri sırayla o darağaçlarına çıkıyorlar. Çıkanların bir kısmının asıldıklarına şahit oluyoruz. Bir kısmının ise, o darağaçlarını basamak yapıp o duvarın arkasında bulunan piyango dairesine girdiklerini, orada bulunan büyük ve ciddî memurların garantili haberleriyle öğreniyoruz -ki tam bu sırada, hapishanemize iki heyet giriverdi.

    O iki heyetten birisinin ellerinde çeşitli çalgı aletleri, içkiler, görünüşte gayet tatlı helvalar ve baklavalar var. O tatlılardan bizlere ikram edip yedirmeye çalıştılar. Fakat o tatlılar zehirlidir, şeytanlaşmış insanlar onların içine zehir atmışlar.

    Diğer heyet ise, ellerinde insanı mutlu ve huzurlu eden nasihatlerin olduğu kitaplar, helâl yemekler ve tatlı şerbetlerle içeri girdiler. Bize hediyeler veriyorlar. Dikkat ettiğimizde görüyoruz ki, hepsi çok ciddi ve samimi tavırlarla ve dürüstçe bizlere diyorlar ki:

    "Eğer o ilk heyetin, sizi sınamak için verdiği hediyeleri alırsanız ve o tatlılardan yerseniz, şu gözümüzün önündeki darağaçlarında daha önceden asılanlar gibi sizde asılacaksınız. Eğer ki, bu memleketin hükümdarının emriyle getirdiğimiz hediyeleri önceki heyetin verdiklerine tercih ve kabul eder ve kitaplardaki nasihatleri ve emirleri okursanız, asılmaktan kurtulacaksınız. Darağaçlarının arkasında ki piyango dairesinde, size özel bir ikramiye olarak, her biriniz paha biçilemez o altın bileti alacaksınız. Eğer o haram ve şüpheli ve zehirli tatlıları yerseniz, asılacağınız zamanı beklerken o zehirin sancısını da çekeceksiniz."

    işte bu misalde olduğu gibi, Allah'a olan imanımız ve emirlerine olan itaatimiz ölene kadar olursa, ölümün ve hesabın ardından yüzde yüz ihtimalle cennet kapılarının bizler için açılacağını, ellerinde sapasağlam ve güvenilir kitaplar ve bir sürü mucizeleri bulunan yüz yirmi dört bin peygamber ve onların yolunda yürüyen ve onları tasdik ederek söyledikleri sözlerin altına imza atan yüz yirmi dört milyondan fazla evliya ve o peygamberler ile evliyaların haberlerini akıl yoluyla, şüphe edilmez ispatlarla ve çok kuvvetli delillerle, tasdik eden milyarlarca âlim, araştırmacı ve bilginler söylemektedirler.

    Bununla beraber Allah'a isyanda ve imansızlıkta ve Allah'ın emirlerini dinlememekte devam edenler ve tövbe etmeyerek bu hallerine ısrarcı olanlar için, yüzde doksan dokuz ihtimalle ölümün sonsuz bir idam olacağı veya tek başına sonsuza dek kalınacak karanlık bir hücre haline geleceği ve bu halde ahirete gidenlerin sonsuza dek pişmanlık duyacaklarını haber verenler de yine en başta; ellerinde sapasağlam ve güvenilir kitaplar ve bir sürü mucizeler bulunan yüz yirmi dört bin peygamber ve onların yolunda yürüyen ve onları tasdik ederek söyledikleri sözlerin altına imza atan yüz yirmi dört milyondan fazla evliya ve o peygamberler ile evliyaların haberlerini akıl yoluyla, şüphe edilmez ispatlarla ve çok kuvvetli delillerle, tasdik eden milyarlarca âlim, araştırmacı ve bilginlerdir.

    Bu önemli haberleri ve uyarıları dinlemeyerek güvenli yoldan gitmeyen, yani yüzde doksan dokuz ihtimalle dehşetli bir tehlikeyi görmezden gelerek, bir tek uyarıcının -bu yolda tehlike var!- demesiyle o güvenli yolu bırakıp daha uzun ve tehlikeli yolu tercih eden, elbette ve elbette şuna benzer:

    Dünyada karşısına iki yol çıkıp da, hangisinden gideceğini düşünürken ve binlerce güvenilir insan ona kısa yolu gösterirken o adam bir tek kişinin -kısa olan yolda tehlike olabilir- demesi üzerine kısa olan yolu bırakır, hiçbir kazancı olmayacağı halde uzun yolu tercih eder.

    Zavallı ahmak, aklı yerinde olmayan sarhoşlar gibi, dehşetli ve uzakta görünen ancak ona musallat olan ejderhalara önem vermez, küçücük sineklerle uğraşır, yalnız onlara önem verir gibi hareket ederek aklını, kalbini, ruhunu ve insaniyetini kaybetmiş oluyor.

    Madem kaçınılmaz durum budur. Biz hapishanedekiler, bu hapis belasından intikamımızı tam olarak almak için, o mübarek ikinci heyetin hediyelerini kabul etmeliyiz. Yani, nasıl ki bir dakika intikam alma lezzeti ve birkaç dakika veya bir iki saat eğlence lezzetleriyle, şu an içinde bulunduğumuz sıkıntı bizi iki, üç, beş, on ve on beş sene bu hapse soktu, dünyamızı bize zindan eyledi; biz dahi bu musibetin tersine ve inadına, bir iki saat hapis süresini bir iki gün ibadete ve iki üç sene cezamızı, mübarek kafilenin hediyeleriyle yirmi otuz sene bakî bir ömre ve on ve yirmi sene hapiste çekeceğimiz cezamızı milyonlar sene Cehennem hapsinden affımıza vesile ederek, fâni dünyamızın ağlasa da, en güzelinden bâki hayatımızı güldürerek bu musibetten tam intikamımızı almalıyız. Hapishaneyi terbiyehane gibi gösterip, vatanımıza ve milletimize birer terbiyeli, emniyetli, menfaatli adam olmaya çalışmalıyız. Ve hapishane memurları ve müdürleri ve idarecileri dahi, canî, eşkıya, serseri, katil, zevkine düşkün ve vatana zararlı zannettikleri adamları, mübarek bir dershanede çalışan talebeler olarak görsünler ve onlarla iftihar ederek Allah'a şükretsinler.
    1 ...
  10. yirmi birinci söz

    1.
  11. Türkçe çevirisi aşağıda verildiği gibi olan Risale-i Nur'dan faydalı bir bölüm.

    Yirmi Birinci Söz'ün Türkçe Çevirisi:

    iki Makamdır.

    Birinci Makam

    (((Şüphesiz ki namaz, mü'minler üzerine belli vakitler için farz olarak yazılmıştır.)))

    (Nisâ Sûresi, 4:103)

    Bir zaman yaşça, vücutça ve rütbece büyük bir adam bana dedi ki: "Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden bıkkınlık veriyor."

    O kişinin o sözünden bir hayli zaman geçtikten sonra, kendi nefsimi dinledim. Baktım ki, nefsim de aynı sözleri söylüyor.

    Ve dikkat ettim ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zat o sözü aslında bütün, emredici nefisler namına söylemiş gibidir veya ona söylettirilmiştir.

    O zaman ben dahi dedim ki: Madem benim nefsim kötülüğü emredicidir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyleyse öncelikle nefsimden başlarım.

    Dedim: Ey nefis! Kapkara bir cahillik içinde, tembelliğin rahat döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze karşılık olarak sana beş tane ikazda bulunacağım iyi dinle!

    BiRiNCi iKAZ

    Ey akılsız nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kesin bir senedin var mıdır ki, gelecek seneye, belki yarına kadar yaşayacaksın?

    Sana bıkkınlık veren, "bu işi sonsuza dek yapacağım" düşüncesidir. Kendi kafandan, keyfi olarak böyle düşünüyor ve sanki dünyada sonsuza kadar kalacakmışsın gibi nazlanıyorsun.

    Eğer birazcık akıl edip anlasaydın, fark edecektin ki ömrün aslında pek azdır ve genelde de faydasız işlerle geçip gidiyor.

    işte bu gerçeği anlayıp kabul ettiğinde, o faydasız akıp giden ömrünün yalnız yirmi dörtte birisini, "hakikî bir ebedi hayatın" kurtuluşuna sebep olacak, sana sonsuz bir cennet hayatı kazandıracak; güzel, hoş, rahat ve rahmet bir işe, bir hizmete elbette sarf edeceksin. Ve o işten, o hizmetten bıkmak, usanmak şöyle dursun, iç dünyanda kesinlikle çok ciddî bir istek duyacaksın ve o iş sana çok hoş bir zevk verecek.

    iKiNCi iKAZ

    Ey boğazına, midesine pek düşkün nefsim! Acaba, her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar bıkkınlık veriyor mu?

    Hayır, vermiyor; çünkü bunlara devamlı ihtiyaç duyduğundan bıkkınlık değil, hatta lezzet alıyorsun. Öyleyse, bedeninde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve Rabbimin, o sabah rüzgarı gibi tertemiz lütuflarını kendine çeken ve içine alan namaz dahi seni usandırmamalı.

    Evet, sonsuz üzüntülere ve kederlere maruz ve onlarla başı dertte ve sonsuz lezzetlere ve arzulara şiddetle ihtiyaç duyan ve binlerce hayal dolu olan bir kalbin gıdası ve kuvveti, her şeye gücü kudreti yeten bir Çok merhametli ve ikramı bol olanın kapısını, çok ciddi bir yakarış ile çalmakla elde edilebilir.

    Evet, şu ölümlü dünyada, çok hızlı bir şekilde ayrılık çığlığını koparıp giden bütün yaratılmışlarla alâkadar bir ruhu besleyecek olan âb-ı hayat ancak ve ancak, her şeye bedel bir, Mabud'u Baki'nin ve Mahbub-u Sermedî'nin rahmet çeşmesinden, namaz yolu ve yordamıyla, ancak O'na yönelerek içilebilir.

    Evet, insan fıtraten, sonsuzluğu ister. Ve zaten sonsuzluk için yaratılmıştır. O, başlangıcı ve sonu olmayan bir Zatın aynası hükmündedir. Bu derece sonsuzlukla alakadar olan insanın, son derece nazik, hoş ve aynı zamanda şuurlu olan kalbinde ki sır makamı ve nurla beslenen lâtife-i Rabbanîyesi, şu kasavetli, ezici, sıkıntılı, geçici, karanlık ve boğucu olan dünya içinde, elbette teneffüs etmeye pek çok muhtaçtır ve bu ihtiyacını ancak namazın penceresiyle karşılayabilir.

    ÜÇÜNCÜ iKAZ

    Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerde yaptığın ibadetlerin zahmetini ve namaz kılmak için çektiğin sıkıntıyı ve başına gelen belaların sende açtığı yaraları şu an düşünüp ızdırap duymak; hem de gelecek günlerde yapacağın ibadet vazifesini ve namaz hizmetini ve başına gelecek belaların derdini bugünden, olmuş gibi tasarlayarak sabırsızlık göstermek hiç akıl karı mıdır?

    Şu sabırsızlıkta düştüğün durum şu sersem kumandana benzer ki; o kumandan, karşısındaki düşmanın sağ cephesindeki kuvvet, komutanın sağ cephesindeki taze ve güçlü kuvvetine yönelmişken, o komutan tutar, merkezdeki önemli bir kuvvetini hiç gerek yokken sağ cepheye gönderir ve böylece merkezi zayıflatır. Hem sol cephede düşman askerleri yokken ve daha gelmemişken, merkezden büyük bir kuvvet de o cepheye gönderir ve onlara "Ateş et" emri verir, böylece merkez karargâhını, hem asker bakımından hem teçhizat bakımından bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar, merkeze hücum eder ve o komutanı mahveder.

    Evet, işte buna benzersin. Çünkü geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete dönüşmüş. Dertleri gitmiş, lezzeti kalmış. ızdırapları, ikrama dönmüş ve çektiğin sıkıntılar, sevap hanene yazılmış. Öyleyse, bulunduğun durumda yapman gereken bıkkınlık göstermek değildir, yapman gereken yeni bir şevkle, taze bir zevkle ve çok ciddî bir gayretle hayata devam etmek lâzımdır. Gelecek günler ise madem gelmemişler; şimdiden düşünüp usanmak ve bıkmak, aynen o günlerde yaşama ihtimali olan açlığı ve susuzluğunu, bugünden düşünüp derdinden bağırıp çağırmak kadar divaneliktir.

    Madem hakikat böyledir. Âkıllı isen, ibadet konusunda yalnız bugünü düşün. Ve "Onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete harcıyorum" de. O vakit senin ümitsizce bıkkınlığın, çok tatlı bir gayrete dönüşür.

    işte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabırla mükellefsin. Birisi, ibadetlere karşı sabırdır. Birisi, günahlara karşı sabırdır. Diğeri ise belalara karşı sabırdır. Aklın varsa, şu Üçüncü ikazdaki temsilde görünen hakikati kendine rehber et, cesurca "Yâ Sabîr" de, üç sabrı omzuna al. Cenâb-ı Hakkın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yerlere dağıtmazsan, her sıkıntıya ve her belaya yetecektir. işte o kuvvetle dirençli ol.
    2 ...
  12. ashab ı bedir

    1.
  13. 1. Ashab-ı Bedir, harbin hiç bilinmediği bir devirde harb etmişlerdir.

    2. Bu hususta ana-baba engelini dinlememişler, hatta aşmışlardır.

    3. Bedir'e harb için değil, Suriye'den gelmekte olan Kureyş kervanını takip için gitmişlerdi. Karşılarına harp çıkınca, bundan çekinmemişlerdi.

    4. Ölüme seve seve koşmuş neticede öyle bir makam kazanmışlardı ki, bu onları kıymetler üstü kıymete ulaştırmıştı. Allah da, sonraları, onlara hep bu noktadan bakmış ve nazara vermişti.

    Ama meseleyi harbin çetinliği açısından alacak olursak, Yermuk, Hendek vakaları daha çetindir.
    2 ...
  14. ukdeyi verene küfür ettiren ukdeler

    1.
  15. Karşılaşılan ukdeyle, ukdecinin kısa öz geçmişine uzun bir yolculuk yaptıran ukdelerdir.
    0 ...
  16. ukdeyi vereni merak ettiren ukdeler

    ?.
  17. Hangi ruh yoksunu tarafından yazıldığı konusunda insanı derin derin düşündüren ukdelerdir.
    0 ...
  18. seviyesiz konular akademi grubu iftiharla sundu

    ?.
  19. Seviye yoksunu, düzeysiz, mide bulandırıcı ve gereksiz konularda başlık açan ve entry giren bünyelerin, artık kaşar haline gelip akademik çalışmalara imza atmaları sonucu kendiliğinden oluşmuş olan* grubun ortama s*çmalarının ardından söylenecek söz!
    2 ...
  20. mıntıka temizliğinde arazi olan asker

    1.
  21. Askeriyede en sevilmeyen askerdir. Yakalanırsa anasından emdiği sütü münasip yerlerinden getirirler.

    Genellikle depocu, silahçı ve mutfakçı gibi araziye müsait mekanların görevlisi olan askerlerin kankasıdırlar. Kankalığın sağladığı olanaklarla arazi olurlar.

    işin en nahoş kısmı ise, koğuşta hava atmaları ve "lan hippiler izmaritleri iyi topladınız değil mi!" diyerek sinirlerinizi bozmalarıdır.
    0 ...
  22. islam öncesi türk ailesi antropolojisi

    1.
  23. Prf. Dr. Mahmut Tezcan'ın hazırladığı, Türk ailesinin tarihsel gelişim ve değişimini ortaya koyan antropolojik çalışması.

    GiRiŞ

    Aile, bir toplumun temel toplumsal kurumlarından birisidir. Toplumu ayakta tutan, temel öğelerdendir, insan türünü üretmek ve sürdürmek gereksiniminden doğmuştur. Başlıca işlevlerinden birisi budur. Üretim-tüketimde bulunmak gibi ekonomik, çocuğun toplumsallaştırılması, eğitimi, korunması, sevgi, serbest zamanların değerlendirilmesi gibi pek çok işlevleri olan, bütün toplumlarda en fazla evrensellik gösteren bir kurumdur. Bu özelliklerini dikkate alarak şöyle bir tanım verebiliriz: "Aile, biyolojik ilişkiler sonucu insan türünün sürekliliğini sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi ve manevi zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuksal yönleri bulunan toplumsal bir birimdir." (1)

    Burada, ailenin bu özelliklerini dikkate alarak, Türk toplumunda onu oluşturan öğeleri rol, konum ve ilişkiler çerçevesinde ele alacağız. Konu, islam öncesi ve sonrası olmak üzere iki kesimde incelenecektir. Konunun sadece antropolojik açıdan değil, Türk tarihinin gelişmesi ve akışı içinde ele alınması, onun birtakım yanlışlıklardan arınmasını sağlar. Bu nedenle bazı kişilerin değerlendirmelerini ihtiyatla karşılamak gerekir.

    Eski Türk ailesine ilişkin kaynaklar çok sınırlıdır. Mevcut kaynaklardan elde edilen bilgiler burada değerlendirilmiştir. Kısmen de destanlara başvurulmuştur. Çünkü destanlar da o zamanki Türk ailesinin yaşam biçimlerini yansıtmakta idiler.

    I. iSLAM ÖNCESi TÜRK AiLESi

    Ögel'e göre Hunlarda baba ailesi (Temeli dışardan evlenmeye dayalıdır), Moğollarda ise ana ailesi egemendir. (2)

    Moğollarda kadın, çocuğu doğuncaya kadar kendi evinde kalır. Dullar bir daha evlenemezler. Oysa, Hunlar ve Göktürklerde böyle bir gelenek yoktur. Eberhard'a göre, Türkler, aracılar ve görücüler yoluyla evlenme geleneğine sahip bir kavimdir. (3) Çin tarihsel metinleri, Türk ailesinin birçok ahlaksal özelliklerini sıralamaktadır ki, bunlar günümüz aile modeliyle büyük ölçüde uyum sağlamaktadır. Ögel'e göre Türklerde yalnızca baba ailesi görülüyor ve ana ailesinin izlerine rastlanmamaktadır. (4)(5) Eski Türklerde babadan sonra aileyi anne temsil ederdi. Bu nedenle annenin yeri, babanın diğer akrabalarından ileri olurdu. Babanın mirası anneye değerdi. Çocukların vasisi oydu.

    Bekâret anlayışı: Türklerde islam öncesi de vardı. Türkler bakire kız için, "Kapaklığ," yani kapalı kız diyorlardı. (6)

    Ev kadını için "Evci" denirdi. Göktürklerde "Eş" denirdi.

    Sümerlerle Türkler arasındaki yoğun ilişki, Gılgamış Destanı'nın proto-Türkler için bir sıfır noktası oluşturabileceğini göstermektedir. Gılgamış Destanı'nın ortaya koyduğu aile yapısı ve evlenme biçimi; 19. yy. Avrupasında bir aile evrim kuramını, yani ilk aile modelinin serbest cinsel ilişkilere dayalı olduğu tezini reddetmektedir. Sümer aile tipi, tamamen karı-koca ilişkisini yansıtan kutsal törenlerle düzenlenmiş nitelikleri ortaya koymaktadır.

    Proto-Türklerin, B. Ögel'e göre Eski Türklerin en önemli temsilcileri Hunlardır. Eski Türklerde "Kuma" deyimi, çok eski bir Türk sözüdür. (7) 1. ve başhatundan sonra alınan kadınlara "Kuma" denirdi. Hun ve Göktürk tarihinde babalar ölünce, erkek çocukların annelerinin kumaları ile evlenmeleri çok görülürdü. (8) Bu husus, baba ölünce aileyi bir çatı altında toplama geleneğidir. Levirat denen "Kayın alma" da yaygındı. Eşi ölen gelin, kayınla evlenmekteydi. Böylece eşi ölen kadın ve çocukları sokakta kalmazdı. (9)

    Bu yoldan aile, kişilerin güvenliğini koruyordu. Bu gelenek, Türkdoğan'a göre günümüzde de devam etmektedir. Örnek olarak Kars yöresindeki Azerilerde "Dinsel önderle dulların seramonik evlenmeleri." Bu tür evlilikler, ailede dengeyi bozmama eğilimini yansıtır. Buna, dinsel öndere atfen, "Ahunt Tipi Evlenme" denir.

    "Kalın," bir aile malıdır. (10) Evde erkek çocukların kalın üzerinde miras hakkı vardır. Kalın verilen gelin, artık erkek ailesinin bir malı olmuştur.

    Kalın, babanın oğullara, evlenme payıdır. Başlıksa, kız ailesine verilen bir armağandır. Baba malından kızlara bir pay düşüyorsa bu da kızın çeyizidir. Kalınsız kız verme geleneğine yine anıtlarda rastlıyoruz. Genellikle öldürülen bir kişinin ailesine, kalınsız bir kız veriliyor ve böylece, anlaşma yoluna gidiliyordu.

    Çekirdek ailenin evrenselliği, hem Sümerlerde hem de Türklerde kanıtlanmış durumda, Sümerlerdeki gibi kadının kutsallığı bu anıtlarda da yer almaktadır.

    Direnkova ve Yakinof gibi araştırmacılar Türklerin tarih sahnesine ataerkil ve dıştan evlenme biçimiyle çıktıkları görüşündedir. (11)

    Tek eşle evlilik, Türk ailesinin karakteristik bir özelliğini taşır.

    Görücü yoluyla evlenme: Eski Türk geleneğinde yoktur. Radloff, Altaylılarda kadın ve erkek arasındaki konuşma ve görüşme serbestisinin çok uzak geçmişlere dayandığı kanısındadır. (12) Kalın, yaygın olarak taksitle ödenirdi. Fakat kız kaçıranlara, kalını peşin olarak ödeme zorunluğu konmuştur. (13)

    Bugün Güney Anadolu yörüklerinde eğer kalın tam olarak ödenmemişse, gelinin çocukları olsa bile yine de kızın babası, damada gidip çocuklu kızını alıp kendi evine geri getirebilir. Yani kalınsız nikâhın bile hükmü yok. (14) Kalın, babanın sağken oğullarının evlenebilmeleri için verdiği paydır. Oğul, babadan bu hakkını zorla alabilirdi. Baba malından kızlara da bir pay düşüyordu ki bu da kızın "çeyiz"iydi. Kalın anlaşması, karşılıklı bir akittir. Aynı zamanda karşılıklı bir armağanlaşmadır. Gelinin vardığı erkek sakat ya da iktidarsız çıkarsa, kadın bundan dolayı şikâyet edebilir ve kalını geri verme yoluyla kocasından ayrılabilirdi. Kadın kısır çıkarsa, kız evi, ya kalını geri verir ya da gelinin kız kardeşlerinden birini kalınsız olarak verme yükümlülüğündeydi. (15)

    Öldürülen bir kişinin ailesine, kalınsız bir kız veriliyor, böylece, anlaşma sağlanıyordu. (16) Yine, kısır ya da baba evinden gelme bir hastalıkla ölen gelinlerin yerine de kız kardeşleri kalınsız olarak verilebiliyordu.

    Anadolu'da ve Orta Asya'da "Nikâh," yaygın olarak kalın anlaşmasından sonra ve kız evinde kıyılır. Nikâh kıyılmadan önce, kalın ve çeyizlerin miktarı da saptanır. Nikâhın yanında, su içme ve sakal kesimi gibi islam öncesi geleneklere de başvurulur. (17)

    Ancak, Türklerde nikâha rağmen, gerdeğe kadar gelinin yüzü tabu sayılırdı. Bu husus, ancak gerdekte, görümlük denen, tören ve armağanlardan sonra kalkardı.

    Bazı Türklerde de, evlilik, ancak ilk çocuğun doğmasıyla tamamlanıyordu. Çocuk doğmadıkça, evlilik ve nikâh yürürlüğe girmiyordu. (18)

    Düğün ise Türklerde bir toydur. Buna Harzemşahlar çağında "Gelin toyu" denmiştir. Dede Korkut'ta, nişan toyuna "Küçük düğün," evlenme toyuna da "Ulu düğün" denir.

    Toy ya da düğün bayrağı da bütün Türklerde görülen yaygın bir gelenektir.(19)

    Düğün aşı ve açları doyurma anlayışı da bütün Türklerin ortaklaşa inançları arasındaydı.

    Toy ve düğün ateşi de Türk toylarının bir özelliğidir. Yarışlar, güreşler gibi tören şenlikleri, bütün Türk toylarında görülen eğlencelerdir. (20)

    Gerdek kavramı, daha çok Oğuzlar, Türkmenler ve Batı Türkleri tarafından geliştirilmiştir. Gerdeklik, gerdek evi biçiminde Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. Gerdek odasının, ayn bir kutluluğu vardır.

    Sağdıçlık da Göktürklerden beri var. Sağdıç, güveyin hem kılavuzu hem de dostudur. Sanal akrabadır.
    Yenge de gelin kılavuzudur. Geline yol gösterir. Bunlara "Danışık" da denir. Kız evinden gelen çeyizlere de yengeler bakar. (21)

    Ailede ahlak ilkeleri olarak şunlar söz konusuydu: güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlama, sözünü yerine getirme, sadelik, öğünme, yiğitlik ve mertlik.

    Hakanların hoşlanmadıkları hususlar: Yalan, zulüm, harislik, acelecilik, hareketlilik, doymazlık, hiddetlilik, içkicilik, sözünden dönme, inatçılık. (22)

    Abdülkadir inan, Türklerin tarih sahnesine ataerkil ve dıştan evlenme yoluyla aile kuran bir kavim olarak çıktıklarını ileri sürer. Manas destanında dıştan evlenme geleneğine geniş yer verildiği görülmektedir. Manas'ın kahramanları hep çapulla elde ettikleri kızlarla evleniyorlar, savaşlarda ganimet elde ederek aldığı kızlarla Manas'ın evlendiğine tanık olmaktayız. Radloffa göre Dede Korkut destanında kadınların toplumsal konumları yüksektir. Birden fazla evliliğe, bir işaret olsun yoktur.

    Proto-Türklerin aile yapısının temelde monogami diye ifade edebileceğimiz tek eşli bir evlilik modeline dayandığını, ailenin kutsal ve sevginin önemli olduğunu söyleyebiliriz. (23)

    Kök Türk ailesinin birkaç kuşağı bağrında barındıran, babanın ataerki etrafında kümelenmiş bir aile olduğu söylenebilir.

    Kök Türklerin de dış evli oldukları kesinlikle bilinmektedir. Oğlanlar ev kurup (Çadır) oba içinde kalmakta, kızlar ise kalın karşılığında yad ellere gelin gitmekteydi. Kök Türkler atayerlidirler. (24) Asya tarihinde, güveyi anayerinde bir süre tutma geleneği her zaman olmuştur. Hunların doğusunda oturan Vu-huanlarda, güveyi, kadının ailesinin yanına gider. Erkek, kadının bütün akrabalarına hizmet eder, kadının ailesi için çalışır.

    Güveyilik sistemi, verilen bir kıza karşılık, karşı ödülleme olarak sunulan Güveyi hizmeti olarak tanımlanır. Hizmet süresi yıllara ya da çocuk sayısına göre değişebilir. 10. yy.da Kutluk erkekleri, kızın velisine bir yıl hizmet ederlerdi. (25)

    Kök Türk beylerinin çok karılı evlilik yaptıkları kuşku götürmez. (26) Bu konuda yeterli belge yok. Fakat, dillerinde "öğ" sınıflandırıcı kavramının varlığı, çok karılık lehine bir sanı uyandırmaktadır.

    Çin yıllıklarında söz edilen bir kayıt var. O da, "Leviratus" dur.

    Kök Türklerde baba ve amca ölünce onların oğulları ya da küçük kardeşleri, geriye kalan dullanyla evlenirler. (27) Baba, amca ve ağabey ölünce, öz ana ve kız kardeşler dışında onların dul ve yetimleriyle evlenme geleneğine, Leviratus deniliyor. Tibet'ten Kore'ye dek bütün Asya kıtasında bu gelenek egemen. Bu gelenek Hunlar'da da vardı. Ayrıca 13. yy.ın bütün zenginleri, Moğol ve Tatarların (Kuman, Oğuz, Türk) Leviratus uyguladıklarını yazıyorlar. (28)

    10. yy.da tek bir istisna şu: Kutluk kadınları ömürleri boyunca sadece bir tek erkekle evlenir. Kocası ölen kadın, bir daha hiç evlenmez. (29)

    Leviratus kurumu, kadın alan ve kadın veren oğuşlar arasında ittifakı ve böylece barışı sürekli kıldığı için vardır, işte Leviratusun gördüğü işlev budur. Göçebe çobanlar dış evlilik yaparak başka oğuşlarla kız alıp verirken, bağlaşma temeli üzerinde onlarla ittifak kuruyor ve böylece birlik halinde barışı sağlıyorlardı.

    Kız kaçırma: Eski Türklerde evlenme, kız kaçırma ve yağma yoluyla olmuştur. Yakutlarda ve Altay Türklerinde son zamanlara değin evlenme, ancak kız kaçırma yoluyla meşru evlenme sayılmıştır.

    Abdülkadir inan bunu şöyle anlatıyor: (30)
    "Yakutlarda, evlenmeye karar veren delikanlı, kendi soyuna mensup bütün gençleri toplar ve büyüklerinin huzurunda 'Kam ayini' yaptırırdı. Akına gidecek atların bağlandığı kazıkların dibine tulumlarla kımız konur ve kam da bu kımızları atların koruyucusu olan Itik ruhuna saçı ederdi. Altay Türkleri arasında, bugün de erkek ve kız tarafları kendi aralarında sözleştikleri halde delikanlı, kendi soyundan olan yiğitlerle beraber kızı kaçırır. Kırgızların Manas destanında eski usulün hatırası olarak yağma ve kaçırma yoluyla evlenmeden söz edildiği gibi barış yoluyla, yani 'Kalın' ödeyerek evlenme de tasvir edilmektedir."

    (30) Manas'ın kahramanları hep çapul yoluyla elde ettikleri kızlarla evleniyorlar. Bugün Şeriarda "Gelin Çalma" geleneği vardır. (31) Gelini, babasının ve akrabasının elinden alma, Türklerde ve Moğollarda bilinen bir âdettir. Kalın ödendikten sonra, güvey, gelini götürmeye gelir. Fakat kızı kolay alamaz. Çünkü kız iyice saklanmıştır. Damat onu uğraşarak, güçlük çekerek meydana çıkarmak zorundadır (Ibn Fadlan).

    Kalın yerine Kırgızlar ve Başkurtlar "Süyek satımı," Yakutlar "Sulu" derler. Abdülkadir inan, birinciyi, boydan birinin, yabancı bir boya satıldığını, kalın malının da onun karşılığı anlamına geldiğini, "sulu" kelimesinin de, eski Türkçede fidye-i necat, kız kaçıran boyun cezadan kurtulmak için verdiği mal demek olduğunu açıklamıştır. (32)

    Türklerde aile kurumunun kökenlerine inen araştırmacılar, başlangıçta bugünkü anlamda bir ailenin bulunmadığı, karı-koca ve çocuklar arasında aile denemeyecek gevşek ilişkilerin olduğu, asıl bağlılığın klan üyeliği olduğu, akrabalık terimlerinin buna göre belirlendiği ve eski Türkçede "Aile" kelimesini karşılayan herhangi bir kelimenin bulunmadığı hususlarında birleşmişlerdir. (33)

    Ataerkil kabile ve aşiret dönemlerinde, evliliklerin kız kaçırma suretiyle olduğu görülmektedir.

    Gökalp, Türklerde evliliğin endogamik olduğunu belirtir. Gökalp, bunu il aşaması için söylemekte ve endogamiyi Türklerde kadın-erkek eşitliğinin temeli saymaktadır. (34)(35)

    ilk evlilikler anayerli evlilik şeklindeydi. Ataerkilleşmeden sonra evlilikler kız kaçırma ve yağma suretiyle olmaya başlar. (36)

    Döl alma geleneği: inan, evlatlık kurumunu incelediği bir makalesinde bu kurumun kökenini "çok eski devirlerde, ihtimal ki anaerki çağında meşru sayılan döl alma geleneğinde aramak gerektiğini belirtir. (36a) Eski Roma ve Araplarda çok açık olan bu geleneğin, Orta Asya göçebe kavimlerinde gizli kapaklı olarak korunduğunu biliyoruz" demektedir. Ona göre, 19. yy ortalarında Kara Kırgızlar'da geleneğin bulunduğuna dair söylentiler vardır. Yakutların eşlerinin başkalarından doğan çocuklarını öz evlat saymaları, döl alma geleneğinin meşru sayıldığı bir devirden kalma geleneklere dayanır. (37)

    Bir Arap yazarı, döl alma gelenğini şöyle anlatmaktadır: "Koca, karısına 'git, falanla ilişkide bulun' derdi. Döl alma, necip bir çocuk elde etmek amacıyla yapılırdı." Döl, kahramanlık, civanmertlik nitelikleriyle tanınmış yüksek adamlardan istenirdi. (38)

    Saadavi, geleneğin birçok kocalılık biçimi olduğunu söyler. (39) Bu ilişkiye kocası tarafından zorlanmaktadır. Toplumun üst konumunda olduğu belirtilen karşı taraftaki erkeğin ise, buna nasıl icabet ettiği, anlatılanlardan belli değildir. Belki bunu bir bedel karşılığında yapmaktadır. Bu durumda işlem, kadının araç olduğu, erkekler arası bir sözleşme biçiminde gerçekleşmektedir. Ancak, inan'ın belirttiği biçimde, klan döneminde, klanlar arası evlilikler ya da cinsel ilişkiler, anayerli evliliklerden daha önce, döl alma biçiminde gerçekleşmiş olabilir.

    Oğuzlar'da, evlenirken kızın rızası alınırdı. Volga Bulgarları arasında evlenmek isteyen kişinin, istediği kızın başına bir örtü atması ve böylece kızın onun eşi olması geleneği yaygındı. (40) A. inan'a göre bu, bir çeşit "kız kaçırma" geleneğiydi.

    Eski Türklerde çok eşlilik var. Oldukça da yaygındı. Bazı kaynaklarda çok eşliliğin sadece hanlara özgü olduğu, bazı kaynaklarda ise hiç olmadığı iddia edilir ki bu doğru değildir. Çünkü kadın sayısı fazladır ve yakınlarının dullarla evlenmesi koşulu vardır. (41)

    Zina: Ibn Fadlan, Oğuzlar'da oğlancılığın da büyük suç olduğunu belirtmektedir. Kutluklar'da ve Hiyongnular'da da zina çok büyük suçtur. (42)

    Kutluklar'da, zina eden erkek ve kadın yakılırken, Hiyongnular'da evli bir kadına tecavüz eden kişi ölüme mahkûm edilir. Genç bir kızı iğfal edenden ise büyük bir fidye alınır ve o kızla evlendirilirdi. Takyular'da tecavüz eden kişi iğdiş edilir. Bütün bu kavimlerde düşmanlara aynı hareketi yapmak suç sayılmazdı.

    Eski bir inanıştan, yılda bir kez bir çeşit serbest ilişki geleneğinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Eski Türkler yılda bir kez doğal şehvetin galeyanıyla vücuda gelen bir aşk gecesine inanırlardı. (43)

    Ibn Fadlan seyahatnamesinde zinanın yasak olmayıp, serbest ilişkilerin geçerli olduğu iki Türk topluluğundan söz edilmektedir. Bunlar Peçenekler ve Karluklar, Peçenekler yol ortasında kadınlarla çiftleşirmiş. (44)

    Karluklar ise, kadını kumarda alışveriş nesnesi olarak kullanırlar. Kumarda biri, diğerinin karısını, kız kardeşini ya da ******* ütebilir. Karluk kadınları güzel ve iffetsizdirler. Onlar karılarını çok az kıskanırlar. Reisin karısı, kızı ya da kız kardeşi, yabancı bir kafile gelince onları konuk eder. (45) Serbest ilişkilerin egemen olduğu bu toplulukta, kadının tam anlamıyla cinsel nesne olduğu görülmektedir. Ataerkilliğin en belirgin özelliği, kadının, erkeğin mülkiyetinde bir nesne olarak algılanmasıdır. Bu ise ya kapatılması (hapsedilmesi) ya da Karluklarda olduğu gibi, açıktan erkeklerin ortak kullanımına sunulmasıyla sonuçlanmaktadır.

    Boşanma: Ögel, eski Türklerde kalın yanacağı için, aile üyelerinin buna karşı çıktığını ve bu yüzden boşanma olayının görülmediğini söylemektedir. (46)

    Eski Türklerde, öldürülen bir kişinin ailesine karşılık olarak, kalınsız bir kız verildiği de görülmektedir. Ayrıca, karşılıklı dünür olma (kız değiş tokuş etme) durumlarında da kalın ödenmezdi. Yiğitler, aralarında anlaşırken, bazen birbirlerine kız kardeşlerini vereceklerine dair söz verirlerdi. Karşılıklı dünür olma geleneği, en çok, Kırgızlar'da yaygındır. (47)

    Türklerde toplumun çekirdeği aileden oluşur. Bu da baba, oğul ve torunlardan oluşur. Evlenip giden kızlar ile onların çocukları aileden sayılmazlardı. Altay ve Yenisey boylarında egzogami hâlâ yürürlüktedir. "Bugünkü Altaylılarda her kabile birkaç yüz nüfustan ibaret olmasına rağmen, hiçbir kabile kendi içinden evlenmez.
    II. iSLAMi TÜRK AiLESi

    Kınalızade'ye göre, bir insan, koşullar uygunsa evlenmelidir. Bundan maksat, hem Muhammed ümmetinin neslinin çoğalması, hem de nefsin günah ve kötülüklerden korunmasıdır. Zira, Peygamber, çocuk doğuran kadınla evleniniz, çoğalınız buyurur. (48)

    islamiyet, toplumsal yaşamı da düzenleyen bir din olarak aileye ilişkin pek çok hükümlere sahiptir.

    islami uygulamaya baktığımız zaman eski Türk geleneklerinin de sürdürüldüğü dikkatimizi çekmektedir. Bu konuda islami döneme geçtikten sonraki destanlar bize bir fikir vermektedir. Şimdi bu destanlardaki aileye ilişkin yönlere bir göz atalım.

    Manas Destanı'nda aile: Manas, eski Türk kavmi olan Kırgızların milli destanıdır.

    Baba/Koca: Aile ve cemaatin reisidir. Güç ve otorite simgesidir.

    Anne/Kadın: Evde ikinci önemli kişidir. Onun önemi, doğurganlığına bağlıdır. Erkeğine bir evlat veremeyen kadın meyvesiz ağaçtır. Kadın erkeği gibi cesur ve savaşçı olmalıdır. Ama onun temel rolü, kocasının isteklerini yerine getirmek, kocası savaşa gidecekse onun savaş elbiselerini, silahlarını ve atını kocasına hazırlamaktır. Kadının güzel ve şanslı olması tercih nedenidir.

    Aile içi ilişkiler: Aile büyükleri, töre ve dinsel etkenler içinde bir ilişkiler bütünü söz konusudur. (49)

    Divan-ı Lügat it-Türk'te, evlenecek olan kişilerin birbirini görüp tanıyarak mı, yoksa görmeden mi evlendiklerini gösterecek bir kayıt bulunmamaktadır. (50)

    Dede Korkut Hikâyeleri'nde Bamsı Beyrek ile Banu Çiçek'in beşik kertme nişanlı olmalarına rağmen birbirlerini yakından tanımadıkları anlaşılıyor.

    Türkler arasında egzogaminin, yani dışarıdan evlenmenin daha yaygın olduğu söylenebilir. (51) Eski Türk toplumunda, hele göçebe yaşam biçiminde kadınla erkeğin kaçgöç içinde bulunamayacakları da açıktır. Bu nedenle evlenecek kişilerin aynı toplumda yaşıyorlarsa konuşup anlaşma olmadan da birbirlerini en azından tanıdıklarını düşünmek mümkün.

    Manasta Levirat tipi evlilik var. Yani buna bir tür aile içi evlilik denebilir. Nedeni: Kadının sahipsiz ve korumasız kalmaması, malların bölünmemesi, çocukların aile çevresinden çıkmaması gibi bugün de az sayıda uygulanan gelenek var.

    Kız istemek için ata binip (atlanmak) kız aramak gerek. (52) O halde istenecek kızda aile içinden değil, uzaktan biri olacaktır.

    Çakıp Han'ın, oğluna layık bir kız bulabilmek için Asya'nın büyük bir bölümünü dolaştığı anlaşılmaktadır. Bu da bize, Manas'ın geleneğe göre evliliğinin büyük bir ihtimalle egzogami, yani aile dışından evlilik olacağını göstermektedir.

    Destana yansıyan Kırgız Türklerinin evliliklerinin genellikle aile dışından ve birbirlerini görmeden gerçekleştiği, zorunlu hallerde aile içi-kayınla-evlilik olduğu, kız kaçırmaya zaman zaman başvurulduğu, erkeklerin birden fazla kadınla evlenebildikleri anlaşılmaktadır.

    Aile dışından evlilik, Türk boyları arasında yaygın bir gelenektir. Kız evine dünürcü gönderildiği ve bunlara "sawçı, yorığçı, yazığçı, arkuçi" dendiği belirlenmiştir. Dünür olarak gelen kişi,

    Tadacak mısın tuzunu
    Verecek misin kızını

    biçimindeki kalıp sözünü kullanır. Tıpkı bugün "Allah'ın emri, Peygamber'in kavli ile" kalıbının kullanıldığı gibi. (53)

    Aile, Türklerin yaşamında çok önemli bir toplumsal kurumdur. Manas'da önemli konularda danışma ve fikir teatisi var.

    Namusun, edep yerleri ve cinsel organların korunması ile ilgili olduğu görülmektedir. Namus sözcüğü cinsel organları ifade için kullanılmıştır.

    Evliliklerde denklik esastır.

    Manas'ın yansıttığı aile, ataerkildir. Geleneksel geniş aile tipindedir. Birlik beraberlik, küme duygusu, biz duygusu egemendir.

    Sözlü kültürün önemli bir malzemesidir. Türk ailesinin islamiyet etkisinde gelişen dönemine ışık tutuyor.

    Manas destanında kızda aranan özellikler, toplumca istenen ve kabul gören tarafları şöyle sıralanmaktadır: (54)

    Biricik kızım Kanıkey
    Yalnız bacadan gün gördü
    Suyu yalnız evde içti
    Seçilmiş atlara bindi
    Uzaktan gelme bal yedi
    ince elbise ile rüzgâra çıkmadı
    Soğuk nedir hiç bilmedi
    Hiç gece kapıya çıkmadı
    Dünden kalma yemek yemedi

    Manas'daki bu değerler sisteminin günümüzdeki yansımasını bir Erzurum türküsünde şöyle görüyoruz:

    Erzurum'un içinde
    Güngörmedik güzel var

    Görüldüğü gibi, kızın bütün dünyası baba evidir. Ne gördü, ne tattı ise baba evinde görmüş ve tatmıştır.

    Evlenme: Kaçırma ya da savaşta ganimet alma yoluyla evliliklerin mümkün olduğu anlaşılmaktadır. (55) Ancak bu tür evlilikler makbul değildi. Bu tür alınan kadınlar, bir çeşit cariye olarak kalmaktadırlar. Asıl ideal olan, atanın gidip istediği, dünür olduğu bir kızla, geleneklere uygun olarak yapılan evliliklerdir. Armağanı ve çeyizi ile gelen kadın makbul tutulmaktadır. Aksi durumda kadının toplumda kabulü zorlaşmaktadır.

    Dünürcülük görevini, Çakıp Han,
    Elçiliğe ölüm yok,
    Kılavuzluğa horluk yok

    diyerek atasözü haline gelmiş bir kalıpla ifade etmektedir.

    Çakıp Han bu sözüyle, kendisinin bu işde sadece görevli olduğunu, çıkacak sonuçtan kendisinin sorumlu tutulamayacağını dile getirmektedir.

    Aşa salacak tuzu var,
    Kamkey denilen kızı var

    mısralarında karşımızda bir kalıp var. Aşa tuz salmak ve tuzu tatmak, kız vermek suretiyle akrabalığı, dolayısıyla Türklerde tuz ekmek hakkı denilen bir kabulle, aralarında oluşacak bir hukuku ifade etmektedir.

    Kız kaçırma: Mehmet Kaplan, bu konuya, kahramanlık ile aşkı birleştiren kız kaçırmanın Türkler arasında çok eski bir gelenek olduğunu ifade ederek bir açıklık getirmektedir. (56)

    Kız veya aile tarafı iffet ve faziletini göstermek, erkek, kahramanlığını kanıtlamak için mücadele şarttır. Bu nedenle evlenmeler bir savaş manzarası alır. Bu davranış biçimi, güç ve yiğitliğin asli değer olduğu göçebe örfüne tamamen uygundur.

    Dede Korkut Destanlarında kadının kültürleyicilik rolü belirgindir.

    Bu destanların önemli bir yönü, tek kadınla evlilik yapma, aile kurmadır. Tek erkek, tek kadından oluşan çekirdek aile söz konusudur. Destan, kadını erkeğe eşitler. Kadını iffet ve sadakat simgesi sayar. Kadını, aileyi kuran ve koruyan bir yere yükseltir. Kadını kahramanlığı ile de öne çıkarır. Ahlaki değerleri ailesel değerlerle özdeşleştirir. (57) Aile yapısında sevgi, saygı, sıra anlayışına dayalı bir dayanışma görülür.

    Dede Korkut Kitabı'ndaki kardeşler arası ilişkiler, sevgi, saygı, vefa gibi değerlere bağlıdır. Kardeşler arası bir dayanışmayı görüyoruz destanda. (58)

    Öldürülen kişinin intikamını almak da kardeşin görevidir. Kardeşi esaretten kurtarmak da aynı biçimde kardeşin görevine girer. Sürekli savaşların yarattığı şok olma düşüncesi, dayanışmayı gerektirmiştir. Güçlü olma yolu, çok kardeşliliği gerekli kılmıştır.

    Birbirini seven aileler, daha beşikteyken birbirine nişanlanmaktaydılar. Oğuzlarda, bir baba, ölünce oğulu üvey annesi ile evlenebiliyordu. (59) 10. yy.da Oğuzlarda başlık ya da kalın geleneği vardı. (60)(61) Oğuzlarda dış evlenme geleneğinin bulunduğu hükmü verilebilir. (62) Destan kahramanları, iyi ata binen, kılıç kuşanan eş istedikleri görülüyor.

    Destanlarda, anaya karşı saygı her vesile ile belirtiliyor, "Ana hakkı, Tanrı hakkıdır" deniliyor. Destanlarda kadınlara yüksek ve değerli bir yer verilmektedir. (63)(64)

    Destanlarda kardeş sevgisi ve kardeşe sahip olmanın önemi, türlü vesileler ile belirtiliyor.

    Destanlarda, saygı davranışları arasında selam vermek ve el öpmeden söz ediliyor. (65)

    Eski atlı göçebelerin aileleri, Romalılarda olduğu gibi efendi sınıfını oluşturmakta ve kan kardeşliği ile bağlı zümrenin emri altında, esirler, sığıntılar ve metbular bulunmaktadır. Aile reisi bütün malın sahibidir. (66)

    Aile efradına yapılacak işleri o gösterir. Çocukları üzerinde nüfuzu torunlarından herhangi birini kendisine evlat edinerek yetiştirecek derecede sınırsızdır.

    Ailevi ata hakkına dayanan (patriyarkal) ve dışardan evlenme (exogomi) toplumsal biçimlerine uygun (patrilocal nizam) temeldi. Yeni kurulan aileler, koca tarafını tutardı. Yeni gelen kadın kocasının ailesine hizmet eder ve onun malı sayılırdı. Onun için kadını pederinden, eski ailesinden satın almak gerekirdi. Bedeli kalın çeşitli ehli hayvanlardan; at, deve, koyun vb. terekküp ederdi. Ibn Fadlan 10. yy.da Oğuzlarda aynı geleneğin cari olduğunu söylüyor. Kalın ödendikten sonra, nişanlısına damat yalancıktan bir kız kaçırmayla kavuşuyor. Bu, eskiden cari, gerçek kız kaçırma âdetinin kalıntısıdır.

    Kaçırma yoluyla ya da ganimet olarak alınan kadınlar, beraberlerinde çeyiz getirme şansına sahip olamamaktadırlar.

    Ailede ananın da bir nüfuzu var. Türk aile yaşamında çocukların babalarına karşı saygı göstermeleri geleneği, efsanevi Türk hükümdarı Alp Ertunga'ya dayanmaktadır.

    Evlenme işinde çok defa "Arkuçı" ya da "Savcı" adı verilen aracılar gerekliydi. Bugün "Elbir" denen bu aracılar dünürler arasında gidip geliyorlardı. Akrabalık kurmak isteyen iki taraf, bu aracı eliyle birbirinden karşılıklı kız istiyordu. (67)

    Alınacak kızın bakire olması şart değildi. Fakat, bakire kız almak bir idealdi. Ancak bunun gerçekleştirilmesi, büyük başlık verilmesine bağlıydı. Dünür, daha doğrusu damad adayının ailesi (babası ve annesi), kız tarafına bir at verir. Buna "başlık" denir. Yetiştirme hakkı, yani kızını yetiştiren babanın hakkı demektir. Sonra, yine dünür, bir elbise verir, buna da "südlük" yani süt hakkı adı verilir. Bu, gelinlik kızı emziren anneye aittir. Bundan sonra, gelin adayının kardeşine bir şey verilir. Buna da "Ağırlık" denirdi. Oğlan tarafı, gelin adayına ve kız kardeşine elbiseler verirdi ki, buna "Yandış" adı verilirdi.

    Düğün sırasında "Saçı" adı verilen para saçılıyordu.

    Evlenecek kızın çeyizini hazırlamak, yalnız anababaya değil, bütün akrabasına düşen bir görevdi. Akrabalar, gelini donatmak için elbise ve mal yardımı yapıyorlardı. (68)

    Sağdıç, o zaman da aynı adla vardı. (69)

    Selçuklu devrinde birden fazla kadınla evlenmenin bulunduğu Kaşgarlı Mahmut'un eserinde, Kuma anlamına gelen "Küni" kelimesinin geçmesinden anlaşılıyor. Bugün, "Günü" biçimini alan bu kelime, kıskançlık demektir. Bundan, günülemek mastarı yapılır.

    Ana ve babayı da içine alan kadının akrabalarına dünür deniyordu.

    SONUÇ

    En eski Türk topluluklarından günümüzdeki göçebe Türk topluluklarına değin bütün Türk toplumlarında bazı istisnalar dışında evlilik, tek kadın almak biçiminde olmuştur. Kadın oldukça serbest, buna karşılık iffet ve namusuna düşkün. Kadınla erkek, devlet işlerini birlikte yürütüyor.

    Âbidelerden anlaşıldığına göre Türkler tek kadınla evleniyordu. Uygurların çoğu tek kadın alıyordu. Rasonyi, bunu Maniheizm Budizm'e bağlar. Doğu Hunlarda ve Göktürklerde bu etkilerin hiçbiri olmadığı halde, tek karılılık vardı. Rasonyi, ileri sürdüğü tezi, ikinci eş zevce için eski Türkçede Türk kökünden kelimeye rastlanmadığına bağlıyor.

    Kız kaçırma, dıştan evlenme, kalin vererek kız alma, babaerkillik, genellikle birkaç kuşağın bir arada yaşadığı geniş aile kayın alma (Levirat) gibi ortak özellikler gösteren Türk ailesi bu özelliklerin çoğunu sürdürmektedir. Bu özellikler islam öncesi ve sonrası dönemlerle birleşmiş olarak bugüne kadar gelmiştir.

    Bunların yanında üyeler arasında saygı, sevgi, dayanışma, yardımlaşma usulüne uygun evlilik (söz kesme, nişan, nikâh, düğün, akrabalık gibi) ve sapmalardan uzak bir aile yapısı da ailede bulunması gereken uygulama ve değerlerdir.

    Bu kadar uzun dönem aileye ilişkin olarak belirttiğimiz bu özelliklerin bugün de sürüp gitmesi, Türklerin aile kurumuna verdiği önemi göstermektedir. Kuşkusuz her dönemde bazı yozlaşmalar ve sapmalar belli oranda görülebilir. Bugün de bu yozlaşmalar var. Ama aileye ilişkin temel öğelerin şimdiye değin değişmemesi, Türklerin aileyi toplumun temeli olarak görmeleriyle açıklanabilir.

    1) Önal Sayın, Aile Sosyolojisi, s. 2.
    2) Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, ss. 237-238.
    3) Orhan Tûrkdoğan, Türk Ailesinin Genel Yapısı, s. 35.
    4) Orhan Tûrkdoğan, agy, s. 35.
    5) B. Ögel, age, s. 245.
    6) B. Ögel, age, s. 250.
    7) O. Tûrkdoğan, agy, s. 34.
    8) O. Tûrkdoğan, agy, s. 34.
    9) B. Ögel, age, s. 241.
    10) B. Ögel, age, s. 256.
    11) O. Tûrkdogan, agy, s. 39.
    12) O. Tûrkdogan, agy, s. 45.
    13) B. Ögel, age, s. 256.
    14) B. Ögel, age, s. 263.
    15) B. Ögel, age, s. 261.
    16) B. Ögel, age, s. 262.
    17) B. Ögel, age, s. 268.
    18) B. Ögel, age, ss. 268-269.
    19) B. Ögel, age, s. 269.
    20) B. Ögel, age, s. 269.
    21) B. Ögel, age, s. 272.
    22) B. Ögel, age, s. 273.
    23) O. Tûrkdoğan, agy, s. 48.
    24) S. Divitçioğlu, Kok Türkler, s. 151.
    25) S. Divitçioğlu, Age, s. 154.
    26) S. Divitçioğlu, age, s. 157.
    27) S. Divitçioğlu, age, s. 158.
    28) S. Divitçioğlu, age, s. 159.
    29) S. Divitçioglu, age, s. 159.
    30) A. inan, Makaleler ve incelemeler, s. 344.
    31) O. Ş. Gökyay, Dedem Korkut'un Kitabı.
    32) A. inan, age, s. 347.
    33) M. Türköne, Eski Türk Toplumunun Cinsiyet Kültürü, s. 174.
    34) Z. Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 142.
    35) M. Tûrköne, age, s. 175.
    36) M. Tûrköne, age, s. 179.
    36a) A. inan, age, s. 314.
    37) A. inan, age, s. 314.
    38) A. inan, age, s. 315.
    39) M. Tûrköne, age, s. 179.
    40) Ibn Fadlan, Ibn Fadlan Seyahatnamesi, s. 116.
    41) M. Tûrköne, age, s. 180.
    42) Ibn Fadlan, age, s. 57.
    43) Z. Gökalp, age, s. 111.
    44) Ibn. Fadlan, age, s. 84.
    45) Ibn Fadlan, age, s. 90.
    46) B. Ögel, age, s. 180.
    47) M. Türköne, age, s. 184.
    48) O. Türkdoğan, agy, s. 51.
    49) i. Doğan, "Manas Destanı'na...", AÛ EBF Dergisi, c. 28, S. 2.
    50) R. Genç, "Evlilik...", Manas 1000, s. 100.
    51) R. Genç, agy, s. 100.
    52) R. Genç, age, s. 101.
    53) R. Genç, agy, s. 105.
    54) F. Türkmen, "Manas Destanı ve...", Manas Destanı ve Etkileri, s. 263.
    55) N. Yıldız, Manas Destanı, s. 367.
    56) M. Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, s. 88.
    57) S. Tural, "Dede Korkut Destanlarında Aile", Türk Dili, Sayı 553
    58) Û. Oğuz, "Manas Destanı ve...", Manas 1000, ss. 140-141.
    59) F. Sümer, Oğuzlar, s. 47.
    60) F. Sümer, age, s. 403.
    61) F. Sümer, age, s. 403.
    62) F. Sümer, age, s. 404.
    63) F. Sümer, age, s. 404.
    64) F. Sümer, age, s. 405.
    65) F. Sümer, age, 405.
    66) L,. Rasonyi, Tarihte Türklük, ss. 56-57.
    67) A. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 310.
    68) A. Köymen, age, s. 312.
    69) A. Kaymen, age, s. 313.
    2 ...
  24. dikkat bu başlık cehalet içerir

    1.
  25. attention this title includes ignorance

    ?.
  26. Dikkat! Bu başlık cehalet içerir! anlamına gelen bakınız aparatı.

    Yazarın, cahilliğini ortaya saçan bir tarzda başlık açması sonucu altına yazılabilecek en doğal bakınızlardan biridir.

    Orjinal kullanımı: (bkz: Attention! This title includes ignorance!)

    Neden ingilizce?

    Sebep hem dikkat çekici olması hem de müzmin cahilimizi, bilgiler dünyasına ucundan kıyısından sokma gayretidir!

    Türkçe olarak Dikkat! Bu başlık cehalet içerir! yazsanız bu, cahil yazarımızın işini kolaylaştıracaktır! Yazarımız size direk olarak eksi verecek ve özel mesaj olarak: (senin amuqa qorum şarefsiz!) gibi ilkel bir tepki yöntemini kullanacaktır.

    Oysa, aynı yazıyı ingilizce yazdığınızda beklenen kimyasal reaksiyon şudur: Cahil yazarımız önce şaşıracak, sonra araştıracak az çok anlamını söktükten sonra size özel mesajdan (do you fuck!dishonest!) yazıp göndermeye çalışacaktır. Bu arada yoğunluktan dolayı size eksi vermeyi unutacaktır! (bkz: ne kadar faydalı bir yöntem gördünüz mü)

    Evet, gördüğünüz üzere cahil yine cahildir ama artık kültürlü cahil olmuştur!

    Lütfen bardağın dolu tarafına bakınız!

    Zirâ ben öyle yapıyorum:)
    3 ...
  27. cahil ve cahillik üzerine söylenmiş sözler

    1.
  28. Cahil ve cahillik tehlikelerine karşı bilginin talepkârlarının yolunu aydınlatan sözlerdir.

    Bilgisiz bir kimse, savaş davuluna benzer, sesi çok, içi boştur (Sadi)

    Bilgisizlik kolay ve rahat elde edildiği için çoğunluk bilgisizdir (La Bruyere)

    Boş kap, dolu fıçıdan çok ses çıkarır (John Lyly)

    Büyük cinayetler ancak büyük cahiller tarafından işlenmiştir (Voltaire)

    Cahil ile sohbet etmek güçtür bilene, Çünkü cahil ne gelirse söyler diline (La Edri)

    Cahil ile sakın latife etme, Dili zehirli olduğundan gönlünü yaralar! (Hz.Ali)

    Cahil insan kendi kendinin bile düşmanıdır; başkasına dost olması nasıl beklenir. (Sokrates)

    Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol (Mevlana)

    Cahil kral taç giydirilmiş eşektir! (ingiliz Atasözü)

    Cahil sual sormaz (Benjamin Disraeli)

    Cehalet, dertlerimiz için tesirsiz bir ilaçtır! (Seneca)

    Cehalet öyle binektir ki, üzerine binen zelil olur, arkadaşlık yapan yolunu kaybeder! (Hz.Osman)

    Hareket halindeki cehaletten daha korkunç hiçbir güç yoktur! (Bernard Shaw)
    1 ...
  29. unnecessary and empty the author

    ?.
  30. insanı yıldıran, bıktıran; yaşamdan ve sözlükten soğutan lüzumsuz kullanıcılardır.

    Yazar diyemiyorum çünkü yazar, önce okur, sonra yazar!

    Bizim hedeler ise başlığı okur entryi pırtlatıverir.

    Hele de bilgi dolu birşeyler pırtlatsa bari!

    Cehaletini, avareliğini, bilgi yoksunu köhne zekasını orta yere öyle bir yığar ki, bir anda şu sözlerle kendinizi teskin etmek zorunda kalırsınız:

    Bilgisiz bir kimse, savaş davuluna benzer, sesi çok, içi boştur (Sadi)

    Bilgisizlik kolay ve rahat elde edildiği için çoğunluk bilgisizdir (La Bruyere)

    Boş kap, dolu fıçıdan çok ses çıkarır (John Lyly)

    Büyük cinayetler ancak büyük cahiller tarafından işlenmiştir (Voltaire)

    Cahil ile sohbet etmek güçtür bilene, Çünkü cahil ne gelirse söyler diline (La Edri)

    Cahil ile sakın latife etme, Dili zehirli olduğundan gönlünü yaralar! (Hz.Ali)

    Cahil insan kendi kendinin bile düşmanıdır; başkasına dost olması nasıl beklenir. (Sokrates)

    Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol (Mevlana)

    Cahil kral taç giydirilmiş eşektir! (ingiliz Atasözü)

    Cahil sual sormaz (Benjamin Disraeli)

    Cehalet, dertlerimiz için tesirsiz bir ilaçtır! (Seneca)

    Cehalet öyle binektir ki, üzerine binen zelil olur, arkadaşlık yapan yolunu kaybeder! (Hz.Osman)

    Hareket halindeki cehaletten daha korkunç hiçbir güç yoktur! (Bernard Shaw)
    1 ...
  31. en sefil duygunun insanı

    1.
  32. Aşağılık duygularının esiri olan insandır.
    1 ...
  33. bakınızdan başka bir entry girilemeyecek başlıklar

    1.
  34. Kısır başlıklardır.

    Bakınızdan başka bir entry girilemeyecek başlıklardır.
    1 ...
  35. yazar tespit yaptı

    1.
  36. Kaynağı genellikle münasip yeri olan ve bu kaynaktan faydalanarak başlık ve entry giren yazarlara ayar vermek amacıyla verilecek bakınız aparatı.*
    1 ...
  37. bakınızlık başlıklar

    ?.
  38. bakınızdan başka bir entry girilemeyecek başlıklardır.
    0 ...
  39. hastabakıcının alkolik öğretmene tecavüz etmesi

    ?.
  40. Hastane tuvaletinde gerçekleşen ve sucu delikanlının damacana macerasından sonra ülke gündemini kilitleyen ancak Türkiye'de görebilirsiniz türünden trajikomik ya da traşıkomik hadise.

    http://www.netgazete.com/...valette_tecavuz_etti.aspx
    0 ...
  41. seksi kızlarla ıssız adaya düşenin günlüğü

    ?.
  42. * * seksi kızlarla ıssız ada hayalleri kuran abazanın maceralarının yazılı olduğu günlüktür.

    1. Gün > Sevgili günlük, bu gün ilk gün. Çok eğlendik. Özellikle naciye'nin bıyıklarını sırt bölgemde hissetmek yeterince tahrik ediciydi.

    2. Gün > sevgili günlük, bu günde çok eğlendik. Eğlenceyi bozan tek şey gülbeyaz ile hediye'nin tartışması oldu. mesele ise çok komik. güya hediye süheyla'ya, gülbeyaz hakkında: "amele yanıklarıyla dolaşıyor ortalıkta" demiş. Demiş midir? Bilmiyorum günlük. Ben hala naciyenin bıyıklarındayım.

    3. Gün > Sevgili günlük bu gün neler oldu bilemezsin. Kızlar arasında öyle bir kavga çıktı ki dillere destan. Önce hediye ile gülbeyaz başlattı. Naciye ile süheyla'da katılınca ortalık karıştı. Ayırayım derken yediğim tokatlar ve çizilen vücudum sızım sızım sızlıyor günlük!

    4. Gün > Ulan nereden düştüm ben bu delilerin arasına günlük! Süheyla regly olmuş, bir afra bir tafra sorma! Kimse kimseyle konuşmuyor.

    5. Gün > Çıldırmak üzereyim günlük, kızlar bu seferde bana sardırdı. Naciye, süheyla ile konuşmayacaksın diyor. Gülbeyaz ise Naciye ile konuşmayacaksın diyor! Hey ben böyle işin içine günlük!

    6. Gün > Günlük, planı yaptım. Sabah güneş doğar doğmaz yüzerek kaçıyorum. Aklımı kaçırmadan kaçmalıyım günlük!
    1 ...
  43. birleştirilmesi gereken başlıklar

    10.
  44. türk kavramının milli kimlik olarak kabul edilmesi

    ?.
  45. Ne mutlu Türk'üm diyene diyen Türkiye Cumhuriye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün temellerini attığı ve Kürt Açılımı meselesinin ülke gündeminde yoğunlaşmasıyla yoğun bir şekilde tartışılmaya başlayan ve kabul edilip edilmeyeceği konusunda merak uyandıran konu.
    0 ...
  46. baykal ın etnik kimlik ve milli kimlik anlayışı

    1.
  47. CHP Grup konuşmasında dile getirdiği anlayıştır.

    Başbakan Erdoğan'ı, "Türkiye'de mevcut 28 etnik kimlikle beraber Türk kimliğinide saymaktadır! Oysa Türk kimliği milli kimliktir!" diyerek eleştiren Deniz Baykal'ın etnik ve milli kimlik denilince ne anladığını ortaya koyduğu anlayıştır.
    2 ...
  48. jitem adı altında yapılan terör faaliyetleri

    1.
  49. Terörist denilince aklına Kürt gelenlerin hesap etmedikleri faaliyetlerdir.

    Kanunlara aykırı, illegal faaliyetleri yapan "Kürt" ise de, "Türk" ise de, bu faaliyetler terördür!

    Edit1: Başlıkta devletin -resmi olmamakla beraber- bir teşkilatına değil, onun adını kullanarak terör faaliyeti yapanlara söz söylenmektedir!

    lütfen başlığı doğru okuyunuz!

    Edit2: başlık, jitem adı altında yapılan terör faaliyetleridir. Birilerinin ısrarla şahsımı suçladığı: "Jitem terör faaliyetleri yapmaktadır" iddiasıyla şahsımın açtığı başlık arasında dağlar kadar fark vardır.

    lütfen başlığı doğru okuyunuz!

    Çünkü:

    Bu gün gerek bürokraside gerekse askeriyede, devletin sağladığı olanaklar kötüye kullanılarak suç işlendiği sabittir. örneğin deniz kuvvetleri eski komutanı ilhami erdil'in bizzat askeri mahkemede yargılanması ve suçlu bulunması ortadadır!

    milli duyguların coşkunluğu ile "insan gerçeğini" reddetmek akıldışılıktır!

    insan, hata yapabilir, devleti ve kurumlarını kullanabilir!

    Rica ederim biraz daha reel düşünelim!
    5 ...
  50. kontrolden cikan halay basi

    ?.
  51. Umarız halaydaki coşkuyu sözlüğe taşır. *
    0 ...
  52. sözlüğün kıyamet günü

    ?.
  53. Kelimelerin tükendiği, yazarların yazacak söz ya da söz öbeği bulamadıkları gündür.

    Başlıklar tıkanmış, aynı başlıklar dönüp durmaya başlamıştır artık.

    (bkz: Allah korusun)
    1 ...
  54. ordunun yanındaymış gibi görünmek zorundayız

    ?.
  55. Doğu Perinçek'in, Yalçın Küçük'e ilettiği bir notta söylediği söz.

    Ergenekon savcılarının hazırladığı 3. iddianamede yer alan not şu şekilde: "Bizim orducu görünmemize gelince; silahsız hiçbir şey yapılamaz bir durumdayız. Silah da orduda var..."
    1 ...
  56. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük